TÜRKLER HAKKINDA SÖYLENMİŞ GÜZEL SÖZLERDEN SEÇMELER

 

“Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuşlardır. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” [1]

ATATÜRK

“Türk; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.” [2]

ATATÜRK

“Türk Milleti’nin tarihi şimdiye kadar sanıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihinden ibaret değildir. Türk’ün tarihi çok daha eskidir ve temasta bulunduğu milletlerin medeniyetleri üzerine tesir etmiştir.” [3]

ATATÜRK

“Ey Türk Milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengâverlikte değil, fikirde ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin sena ve sitayişleriyle doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasî ve içtimaî amiller birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da, on bin yıllık fikir ve hars [4] mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret halinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında lâyık olduğun mevkii sana parmağıyla gösteriyor.. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak, hem de bir vazifedir!” [5]

ATATÜRK

“Tarih, vukuat, hâdisat ve müşahedat hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir. Ve milliyet prensibi aleyhindeki bütün mikyasta fiilî tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülmediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir. Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr etmez. Binaenaleyh, böyle bir nikab-ı batılın [6] arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak mahkûm-u iflâstır.” [7]

ATATÜRK

“Türkler, insan olarak, millet olarak şarkın en üstün ve şerefli ırkıdır. Çok asil ve necip karakterlidirler. Cesaretleri sonsuzdur. Dinî, ailevî ve beşerî faziletleri bütün tarafsız insanlara takdir ve hayranlık ilham edecek çaptadır.” [8]

LAMARTİNE

“Yeryüzündeki en ilâhî disiplin Türk askerlerindedir.” [9]

POSTEL

“Çağdaş müşahitler Türklerin savaşmaya karşı olan istekleri ve ordularının fevkalade disiplininin hayranı olmuşlardı. Sükûn, intizam, ordugâhlarındaki temizlik, lüzumunda hapis veya idam cezaları gibi müeyyidelerle desteklenen mutlak itaat, uzun yürüyüşlere, az gıdaya razı olmak, savaşa karşı iştiyak, muharebede sevk, disiplindeki mükemmeliyet, nefsi kontrol, gayeye sadakat, bütün bunlar, Türk askerlerinin mucizevî hasletlerinden bazılarıdır.” [10]

Albert Howe LYBYER

“Türk askerlerinden bir bölük yiğit hücuma kalkınca, onların naraları yanında yıldırımın ne gürültüsü duyulur, ne ismi akla gelir! Bu millet öyle bir millettir ki, eğer güler yüzle karşılanacak olursa güzellik itibariyle meleklere benzer ve eğer üzerine hücum edilecek olursa, ifrit kesilir!” [11]

İbn-ül Esir

“Türkler, bir kere, yerlerinden oynamaya görülmesin. Ağır başlı vakur, az söyleyen, harekete daha çok ehemmiyet veren bu dağlılar, şiş kebaplarını ve buğday kırması pilâvlarını bırakıp silâha sarıldıkları zaman, zehir gibi düşman olurlar. İnanarak dövüşürler ve dostlukları ne kadar kıymetli ise, düşmanlıkları da o kadar tehlikelidir. [12] Türkler sulhu severler. Katiyen barbar değillerdir. Sâkin ve müsamahalı olmaları yaman savaşçı olmalarına mâni değildir ve bir ordu ki, yanında Türkleri müttefik bulmuştur. Onların çarpıştığı yer de emniyet içindedir.” [13]

Wendell WİLLKİE

“Türk’ten bahsediyorum. Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk, dost yanında ve silâhsız kalmış düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli kasırgaya, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize, ıtrında [14] asalet uçan bu gölü yıldırıma çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur.” [15]

TASSE

“Türklerin harbi biz Avrupalıların harbi gibi değildir. Bizde cidden Avrupalılarda, ekseriya düşmana karşı yardım ve merhamet hissi yoktur. Hâlbuki Türkler mecbur olmadıkça merhametsizlik yapmıyorlar. Bir gün bir taarruzdan sonra cepheyi dolaşıyordum. Yaralı bir Fransız subayını gördüm. Elini sıkmak istedim. Fransız subayı elini uzatmadı. Ve biraz ileride baygın bir halde yatan Türk subayını göstererek ‘Onun elini sıkınız, o olmasaydı ben şimdi hayatta değildim’ dedi. Sebebini sordum, Fransız subayı, ‘İkimiz de ağır yaralı idik, o -kendi yarasına aldırmadan sargı paketini çıkardı ve şaşkın bakışlarım önümde benim- boynumdaki yarayı sardı, rica ederim, yalvarırım size, bu kahraman Türk subayını kurtarınız’ demiştir.” [16]

Fransız Generali GURO

İnsanları yükselten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur, kadının iffetli olması. Bu iki meziyetin yanı başında her iki cinsi, kadınla erkeği şereflendiren tek bir fazilet vardır: Vatana icabında her şeyini tereddütsüz feda edecek kadar bağlı olmak. Bu meziyetler ve bu fazilet en büyük kahramanlığı; hayatın elemine, kederine karşı fütursuz kalmayı ve ağır hâdiselerin acılıklarına göğüs germeyi doğurur. İşte Türkler bu çeşit kahramanlardandır ve ondan dolayı Türkler öldürülebilir, lâkin mağlûp edilemezler, Türk askerlerini dalkılıç olmaya mecbur edecek kadar üzerine varmamalıdır. Bir defa dalkılıç olmayı göze aldırmış birkaç yüz Türk meydana çıkarsa önlerinde mağlûp olmamak mümkün değildir.” [17]

Napéléon BONAPART

“Müsellâh [18] milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, kâtibinin kalem ve hattâ kadınlarının etek tutuşunda silâha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur ve keşfe yollanan nefer gibi uyanık yürür. Silâhın ruha verdiği emniyeti her Türk’ün bakışında görmek mümkündür. O doğduğu günden beri müsellâhtır, bundan dolayı da hayata ve hadiselere emniyetle bakmayı öğrenmiştir.” [19]

Feldmareşal H. von MOLTKE

Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacık, yerme, riyâ, dostlarına karşı kibir, arkadaşlarına karşı fenalık, bid’at nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozamamıştır.

Türkler pek namuslu insanlardır. Ne harpte, ne sulhta hile bilmezler, fırsattan istifadeye tenezzül etmezler. Özleri ve sözleri doğrudur. Aralarında ihtilaf yoktur. Onların vatanlarına bağlılıkları her hasletlerinin üstündedir. Başka milletler gibi dedikodu yapmazlar, havaî sözlerden hoşlanmazlar. En çok konuştukları şey cenktir, zaferdir. Eğlenceleri ise attır, silâhtır.” [20]

Meşhur Arap Âlimi Cahiz

“Dünyada Türk kadar saygı bilir bir kavim daha yoktur. Türklerde inzibat, büyüklere karşı itaat o derecededir ki, bizim keşiş sınıfımız bile onlardan örnek alabilir. Aralarında sözlü kavga nadir bir şeydir; dövüş ve hele katil ise hiç görülmez. Hırsızlardan bu ülkelerde korkulmaz. Sarayları, hazineleri kilitlemeye bile lüzum yoktur. Başıboş dolaşan bir hayvanı bulan kimse onu kendine mal edinmez; bu gibi işlere bakan memura gidip teslim eder. Asıl sahibi ne zaman olsa malını orada bulur. Türkler bir tek büyük ailenin fertleri gibi yaşarlar ve dar şartlar içinde olsalar dahi, yiyeceklerini kardeşçe paylaşırlar. Hiç şikâyetsiz icabında açlığa katlandıkları gibi, at üzerinde soğuğa da tahammül ederler. Kıskançlık nedir bilmezler. Nadiren birbirlerinden dâvâcı olurlar. Kadınları sadık ve namusludur.” [21]

Plano CARPİNİ

“Poltava’da esir oluyordum. Bu, benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi. Önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş.. Su, beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu. Gene kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar yaptılar, beni esir ettiler. Ayağımda zincir yok. Zindanda değilim. Hürüm, istediğimi yapıyorum. Lâkin gene esirim; şefkatin, ülüvvü cenabın [22] , asaletin, nezaketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar şefkatli, bu kadar âlicenap, bu kadar asil ve bu kadar nazik bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen, ne kadar tatlı..” [23]

Demirbaş Şarl

“En şüpheli ve kuruntuları da dâhil hiçbir seyyah var mıdır ki, Türk köylülerinin samimî ve hasbî kabulüne mazhar olmuş bulunmasın. Yabancı görünür görünmez, onu kabul etmek mevkiinde olan aile reisi derhal yanına gelerek nazikâne ve mütebessim bir eda ile selâmlar, atından inmesine yardım eder, evin şeref köşesine koyduğu en kıymetli halıya oturtur ve hizmet edebilmiş olmanın huzuru ve şevki içinde yemeğini hazırlamaya başlar. Hürmetkâr fakat kendi kendine saygı duyan, şahsiyet sahibi bir adam olarak asilâne hareket eden Türk, mutlak bir müsamaha duygusu içinde, bazı sorular sorarak İranlının yaptığı gibi dinî münakaşalara girmekten içtinap eder. Kendi imanı ona yetmekte, misafirinin manevî sırları üzerinde tahkikat yapmayı da edep dışı telâkki etmektedir.” [24]

Elisée RECLUS

“Türkün şefkat ve insâniyet hissini inkâra imkân yoktur. Bu his insanı atâlete sevk edip sefaleti artırmakla beraber, teşkilâtı intizamsız bir cemiyetin bin bir derdine yegâne devâ demektir. Türk ırkının ruh asaletini gösteren diğer hisler, yâni en küçük iyiliklere karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu, ölmüşlere karşı besledikleri minnet ve şükran duygusu, ölmüşlere karşı duyulan ta’zim an’anesi, büyük bir nezâketle yapılan misafirperverlik âdeti ve hayvanlara hürmet i’tiyâdı gibi faziletlerin de inkârı kabil değildir. Türkün bütün içtimâi sınıfları müsâvi tutan şuûru da her türlü senâya lâyık bir histir. Akıl ve basîretle meşb’û [25] sayısız atasözleriyle tezahür eden seciyesindeki ciddî i’tidâli de inkâra imkân yoktur.” [26]

Edmondo De Amicis

“Türkler de insan zümrelerinden bir zümredir. Fakat bunlar savaş günlerinde başka insan zümrelerinden farklıdırlar. Bunlar başka insanlar gibi kırılmak bilmezler. Bunlar savaşlarda bütün insanlardan daha kuvvetli ve kırılmaya karşı daha salâbetli ve mukavemetlidirler.

Türklerin ne yüksek damarları, kanları vardır. Felek onu tüketmesin (…) kesmesin ve onların dalları ve budakları çok ve gür olan ağaçları da kurumasın. Ben onları izzet kanadının ön ve kuvvetli tüyleri görüyorum. Onlardan başka ne kadar insanlar varsa onlar o kanadın arka ve zaif tüyleridirler. Onlar öyle bir cemaattirler ki, bütün mefharetler onlara mensuptur. Zulmün her nevine onlar indirilmiş birer darbedirler. Necabet ve soy temizliği bir haslettir ki, Tanrı onu yalnız Türklere vermiştir.” [27]

Bir Arap Şairi

“Türkleri seviyorum. Onlar, cennetten bir köşe olan bu eşsiz memlekete yakışan eşsiz insanlar. Yaradılışlarında semavî bir azamet, gönül alışlarında ise meleklerde bulunmayan bir mahviyet var. Bu büyük ruhlu milletin arasında vatanımı unutmaktan korkuyorum. Vatan aziz ve pek aziz! Lâkin Türk de aziz ve çok aziz!” [28]

Conte De Bonneval

“Güneş ülkeyi yeryüzünde bulmak mümkün mü?.. Fikir hürriyetine, vicdan hürriyetine, lisan hürriyetine ilişmeyen Türklerin varlığı –hiç olmazsa yarın- böyle bir ülkenin var olacağını bana zannettiriyor. Madem ki, düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet o cesur ve âdil Türkler var. Üzerinde yalnız hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir güneş ülke yarın neden vücut bulmasın?..” [29]

CAMPANELLA

“Türkler kahramandırlar, dostlarına zarar vermezler, fakat kazanç getirirler. Bu yüksek millet, tuttuğu eli bırakmaz, sözünden dönmez, iyi ve fena günlerde dostundan ayrılmaz, böyle bir milletle el ele vermek, yeryüzünde her güçlüğü yenmek için sonsuz bir kudret ve kabiliyet kazanmak demektir.” [30]

Büyük Çek Âlimi Comenius

“Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyasetiyle medenî hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyettedir.” [31]

Du Loir

“Türkler de canlı ve cansız mahlûkatın hepsiyle iyi geçinirler: Ağaçlara, kuşlara, köpekler, velhâsıl Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veyahut da ta’zip edilen [32] bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler. Bütün sokaklarda mahalle köpekleri için muayyen fasılalarla su kovaları sıralanır; bazı Türkler de ömürleri boyunca besledikleri kumrular için ölürken vakıflar te’sis edip kendilerinden sonra da yem serpilmesini te’min ederler.” [33]

LAMARTİNE

“Türk Hakanının gece uyumaması ve gündüz dinlenmemesi yalnız fakir tebaasını besleyip giydirmek için değildir. O, Türkün şöhretli ve milletin şan ve şerefi için gece-gündüz çalışmış ve çarpışmıştır. Mısır fir’avini, İran şahı veyahut Asur hükümdârı milletlerini kendi şahısları uğruna veyahut ilâhlarının kudretini göstermek maksadıyla imhâ ettikleri halde Türk Hakanı milletinin hüsn-i şöhretinden başka bir şey düşünmemiştir.” [34]

Léon CAHUN

“Şu noktayı iyi bilmelidir ki, Türkler asâleti şanlı atalardan mürekkep uzun bir silsile addetmezler, çünkü onlar kendilerini hep aynı derecede asîl sayarlar; onun için onların nazarında şan ve şeref asîl bir âile imtiyazı değil, liyâkat ve iktidârın mükâfatıdır. Türklerin telâkkisince hakiki asâlet, akıl ve mantık şeklinde parlayıp tezahür eden rûh asâletidir ve o da tecrübeyle ve faziletlere riâyet sûretiyle sâhibini diğer insanlardan ayırıp üstün bir vaziyete getirir. İşte bundan dolayı saltanat hânedânı istisnâ edilmek şartıyla, Türkiye’de hiçbir kimse mensûp olduğu sülâleden dolayı üstünlük iddiâ etmek veyâhut herhangi bir imtiyâz iddiâsında bulunmak hakkını hâiz değildir.” [35]

Démétrius Cantémir

“”Şimdi Theiss suyu, büyük zaferlerinizin şanlı hikâyesini Danube’a (Tuna) götürüyor. Bu hikâye o yolla denizlere ve ebediyete gidecek. Fakat Haşmetpenah, itiraf etmeye mecburum: Türkler, taşıdıkları parlak şöhrete lâyık bir biçimde dövüştüler, Türk’e yakışır bir feragatle ve celâdetle çarpışa çarpışa öldüler. Onların sönüşü pırıltılarla göz kamaştırdıktan sonra sönen şimşekleri andırıyor. Karşımızdan, ağır ağır kaybolan bir ziya kütlesi gibi, beyaz bir eriyişle çekildiler, görünmez oldular. Onların galibiyetleri gibi mağlûbiyetleri de şanlı ve ibretli!” [36]

Prince Eugéne

“Türk çocukları başka memleketlerdekilere benzemezler. Ne gürültü ederler, ne de ağlayıp dururlar. Şark’ta geçirdiğim üç seneye yakın zaman zarfında hiçbir Türk çocuğunun bağırıp çağırdığını işitmedim. Mektebe gittiklerini gördüğüm yavruların tavırları sâkin, yürüyüşleri tıpkı yaşlı başlı Osmanlılar gibi vakurâneydi.” [37]

A. UBİCİNİ

“Türk ülkesinin hiçbir tarafında halktan üstün sayılabilecek beylerle asilzâdelerden mürekkep hiçbir yüksek tabaka yâhut zadegân sınıfı mevcut değildir; işte bundan dolayı etle kemikten sinirle kandan ibaret bütün canlı mahlûklar hep aynı vaziyettedir ve dünyanın her yerinde olduğu gibi vahşî hayvanlar bile birbirlerinden nasıl şecâat ve cesâretleriyle ayrılırlarsa, Türkiye’de de insanlar arasında ancak işte o kadar fark gösterilebilir.” [38]

Romanyalı Müverrih İorga

“Türk, asillerin asilidir. Yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüksek asalet ona, tabiatın hediyesidir. Sadelik içinde ihtişamı, sükûnet içinde ihtişamı, sükûnet içinde belâgati, zarif bir durgunluk içinde duygulu bir hayatiyeti ve parıltılı bir hayat içinde kibar bir hakikati hissettiren yegâne mevcut Türklerdir. Şark, hülya ve efsaneler âlemidir. Türk, o rengârenk âlemin gözüdür, dilidir, ışığıdır ve yaşayan hakikatidir.[39]

Piérre LOTİ

“Türkler, emir verdikleri zaman hayvanlarını diz çökecek ve sahiplerini kolayca üzerlerine bindirecek surette terbiye etmeyi pek seviyorlar. Hayvanlara bakanlar da onlara gayet iyi muamele ederler. Onları muttasıl okşayarak muhabbetlerini kazanırlar. Son derecede muztar kalmadıkça [40] hiddetlerini çıkarmak için değnekle hayvana vurmazlar. Bunun neticesi olarak, beygirler insanlara karşı gayet muhabbetli oluyorlar. Onun için, tepen, ısıran, huysuz, inatçı bir ata hiç tesadüf etmezsiniz. Böyleleri son derecede nadirdir. Bizim takip ettiğimiz usûllerle bunlar arasında ne büyük fark var. Bizim seyislerimiz beygirlerine muttasıl [41] bağırmazlarsa, böğürlerine vurmazlarsa hiçbir şey yapmayacaklarını zannederler. Bu yolda muamelenin neticesi olarak ne zaman seyisler ahıra girecek olsalar hayvan korkudan titrer, onlardan nefret eder.” [42]

Busbecq

“Bükün milletler içinde cesaret ve şecaatçe Türklerden daha ileride olan ve büyük maksatları elde etmek uğrunda onlardan daha ileri gidebilen bir millet yoktur. Allahu Teâlâ onları arslan suretinde yaratmıştır… Bunlar kırlara ve otsuz ocaksız çöllere alışıktırlar. İcabında az bir nesne ile günlerini geçirmeye katlanırlar…

Türk, bağı çözüldükten sonra, askere başbuğ olmak veya perdedarlık etmek [43] veya bir cemiyete emir ve nehiyde bulunmaktan başka bir işe razı olmaz.” [44]

İbn Hassul’ün Neşredilmiş Eserinden

 

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 21.06.2010, 28.06.2010, 05.07.2010 tarih ve 353, 354, 355 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.8k.com

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Hilmi GÖKTÜRK, Anadolu’nun Dağında Ovasında Türk Mührü, C. I, Erzurum, Atatürk Üniversitesi Basımevi, 1974, s. 1.

[2] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 44.

[3] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 52.

[4] Hars: Kültür.

[5] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 56.

[6] Nikab-ı batıl: Batılın peçesi

[7] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 59.

[8] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 62.

[9] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 66.

[10] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 68.

[11] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 70.

[12] Başbakanımız Recep Tayyip ERDOĞAN’ın İsrail’e matuf ifadeleri arasında da geçen bir ibare olarak dikkat çekmişti.

[13] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 74.

[14] Itır: 1. Güzel ve lâtif koku. 2. Sardunyagillerden yaprakları tırtıklı ve güzel kokulu bir nebat.

[15] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 126.

[16] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 128.

[17] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 130.

[18] Müsellâh: Silâhlanmış, silâhlı.

[19] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 132.

[20] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 138.

[21] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 141.

[22] Ulüvv-i cenâb: Âlicenaplık, kerem, cömertlik.

[23] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 147.

[24] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 149.

[25] Meşbû’: 1. Doymuş, tok. 2. Ağzına kadar dolu.

[26] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 152.

[27] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 155.

[28] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 157.

[29] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 160.

[30] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 162.

[31] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 162.

[32] Ta’zip etmek: Eziyet etme, boşuna yorma.

[33] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 164.

[34] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 166.

[35] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 168.

[36] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 170.

[37] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 171.

[38] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 173.

[39] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 176.

[40] Muztarr kalmak: Çâresiz kalmış, … zorunda kalmış; zorlanmış.

[41] Muttasıl: 1. Ulaşan, kavuşan, bitişen. 2. Aralıksız, hiç durmadan.

[42] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 179.

[43] Perde-dârlık etmek: Perdeci, büyük bir kimsenin kapısında bekleyip içeri gireceklere kapı perdesini açmakla vazîfeli kimse.

[44] GÖKTÜRK, A.g.e., s. 182.