DÜNYA HAYATININ GERÇEĞİ VE İNSAN

A) DÜNYA HAYATININ FANİLİĞİ

Dünya hayatının ilk ve değişmeyen gerçeği her şeyin fani olduğu hakikatidir.

“Zaman her şeyi yıkıma uğratır. Bu, dünyanın bir kanunudur.

B) DÜNYA HAYATINDA İNSANI BEKLEYEN TEHLİKELER

1) HASTALIKLAR

Dünya hayatında insanı bekleyen (ilk ve) tek tehlike hastalık veya sıkıntılar değildir.

2) YAŞLILIK

Yaşlılık da insan için diğer bir acizlik sebebidir. Yaşlı insanların vücutlarındaki tahribat dünya hayatının faniliğinin bir örneğidir.

İnsan güzelliğinin bozulması çok kolaydır.

Dünyada karşılaşılan acizlikler de dünyanın diğer bir yüzüdür. İnsan; aciz, bakıma ve temizlenmeye muhtaçtır. Oysa kapkara topraktaki bir çiçek her zaman temizdir, hiçbir bakıma ve temizlenmeye ihtiyacı yoktur.

Sahip olduğumuz şeyler denenmemiz için bize verilmiştir. Büyüklenenler acizliklerden, sıkıntılardan kurtulamayacaklardır.

3) GÖRÜNMEZ KAZALAR

Görünmez kazalar da insanlar için diğer bir tehlikedir. Gazeteler her gün görünmez kazalarla doludur. Bu haberlerdeki insanlar ölmeden önce ölmeyi asla düşünmemişlerdir.

4) TABİÎ ÂFETLER

Tabiî âfetler dünyanın faniliğinin (diğer) işaretleridir.

Göktaşlarının dünyaya çarpması dinazor neslinin tükenmesine sebep olmuştur. Dünyaya her zaman bir göktaşı çarpabilir. (O zaman) geriye bir tek soru kalmıştır: Ne zaman? Bu konu Hollywood filmlerine bile konu olmuştur. Bu senaryolar birer fantezi değildir. Dünyamız her an bu tehlikelerle karşı karşıyadır. Eğer dünyanın büyüklüğünü bir elma ile kıyaslarsak, elmanın kabuğu, üzerinde yaşadığımız yer katmanıdır.

Mağma tabakası da üzerinde yaşadığımız diğer bir tehlikedir. Mağma tabakasındaki volkanik basıncın etkisiyle kimi zaman mağrur dağlar patlar. İnsanoğlunun böyle bir tehlike karşısında kaçmaktan başka şansı (ve çaresi) yoktur.

Depremler insanların yerleşim yerlerini bir anda yok edebilir. Gururlu yapılar bir anda yerle bir olur. Dünya üzerinde 2 dakikada bir deprem olmaktadır. Çok küçük ölçekteki bu depremleri duymuyoruz bile. Fay kırıkları ve tabakalar arasındaki boşluklarla dolu yeryüzü depremlerin oluşmasına son derece uygundur. 1995’de Japonya’nın Kobe şehrinde meydana gelen deprem depreme dayanıklı teknoloji şehrini kâğıt gibi yıkmıştı.” [1]

C) DÖNÜŞÜ OLMAYAN HAYAT YOLCULUĞU

İnsanoğlu için “Adı hayat olan dönüşü olmayan tek bir yolculuk vardır.”

“Zalimlikte hiçbir senarist hayatla yarışamaz.” [2]

“Bu dünya (insanoğluna üzerinde) ebedî kalmak için yaratılmış bir menzil değildir.” [3]

“Dünya hayatı çok önemli bir imtihandır. Ahiret ise, dünya hayatının hesabı ve imtihandaki artı ve eksi puanların karşılığıdır. Nefeslerimiz sayılıdır. Ölüm bize çok yakındır.”

“Kelime-i şahadet getirip iman etmekle her işimiz bitmiyor, tam aksine, kulluk imtihanımız yeni başlıyor. Yani kelime-i şahadet, bir nev’i Kur’ân programıyla yapılan kulluk imtihanına giriş belgesidir.”

“Dünya bir gün bize ‘haydi dışarı!’ diyecek.” [4]

O yüzden “Bu meydan-ı imtihanda olanlar, başıboş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar…” [5] Tercih ise tamamen insanın hür iradesine kalmıştır.

Büyüklerden biri “Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.” [6] diyor.

“Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi, öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an…” [7] sözü de çok haklı olarak dünyanın değişmeyen hakikatinin ölüm olduğunu hatırlatıyor.

Dünya hayatında emanet olmayan neyimiz var ki…

“Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir.” [8]

D) HAYATIN CİLVESİ

“Hiç kimseye ölünceye kadar onun için ‘mutlu bir hayat sürdü’ demeyin. Ömrün son gününde yaşanan bir felâket insana ‘Bugün gereğinden tam bir gün fazla yaşadım’ dedirtebilir.” [9]

Gelecek görülse hayat yaşanmaz.

(Kısacık ömrü boyunca işçi) arı bal, insan endişe toplar.” [10]

Kanuni Sultan Süleyman vasiyetinde şöyle der:

“Ben ölünce elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki, padişah olan Kanuni bile bu dünyadan eli boş gitmiştir.”

“Hayat, garip bir oyun…

Adına hayat denen bu devr-i daim makinesi döndükçe kundaktakini büyütürken, büyüyeni kundağa döndürüyor yeniden…” [11]

Aslında biz bu dünyaya ve üzerindeki her şeye sahip olmaya değil, şahit olmaya geliyoruz.

Bir başka açıdan bakarsak “Dünyaya anlamak için değil, görmek, tanıklık etmek için geliyoruz.” [12]

Niceleri geldi, neler istediler,

Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.

Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler.[13]

“Efendimiz bir sahabesine demişti ki, ‘Sen bu dünyada bir garip gibi yaşa veya bir yolcu gibi ol ve kendini ölmeden kabir ehlinden say!

İnsan cesedi sanki “sadece yere çakılmış uçağın enkazı.

Tıpkı Allah Resülü’nün (a.s.m.) haber verdiği gibi, dünyada yaşadığımız ömür, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misâli gibi.

Yolun ikiye ayrıldığı, o müthiş dramatik çatallanmanın başladığı yer. Hayatı hiç ölmemek üzerine kurmak veya varlığımıza bir garip imişiz gibi mânâ vermek; işte bu noktada insanlar kabaca ikiye ayrılıyor:

Tırnaklarını hayata geçirenler ve ölümü hiç unutmayanlar!” [14]

Ömür, zamandan düşen bir damla; ölüm, damlayı ölümsüzlük nehrine akıtan bir nefes…

Sıkıntıları şükür, hadiseleri ibret, kelâmları zikir, nazarları tefekkürle süsleyen insan, zevkleri acılaştıran ölümü hatırdan çıkarmayandır.[15]

Gözlerin bozulması, hastalıkların artması, güç ve takatin düşmesi hep ölümü hatırlatan elçiler, son elçi Azrail’den önce gelen.

Gövdenize demir halatlarla bağlı olduğunu düşündüğünüz malınız, mülkünüz, çocuklarınız, şöhretiniz, imajınız… Hepsi birer birer bedeninizden kopuyor; hatta bedeniniz bile! Kala kala geriye bir tek ruhunuz kalıyor; yani asıl özünüz, sizi siz yapan şey.

Aslında insan dünyada iken bu gerçeğe dair çok şey yaşıyor. Meselâ (17 Ağustos 1999’da felâketin ilk bir ayına Kocaeli’nde geçici süreyle çalıştığım zaman süresince tanıklık ettiğim) yaşanılan son büyük Gölcük depremi böyle değil miydi? Nasıl da uzun emelleri olan insanlar, birden ayılmıştı. Dünyada kalıcı ve güvenli bir hayatı sembolize eden (devasa ve adeta gökyüzüne doğru gururla yükselen, insanoğlunun çalımını haykıran, çok katlı ve mağrur) betonarme evler, üç dakika içinde üst üste yığılı (birkaç metre yüksekliğinde) tabutlara dönüşmüştü. Dünyanın geçici bir yurt olduğunu bundan daha net hangi olay anlatabilir ki? Hangi olay bundan daha ibret verici acı bir ders olabilirdi? Ama o gaflet perdesi yok mu, insanı ayıldığı hâliyle bırakmıyor. Kısa bir zaman sonra, her şey yine eski tas, eski hamam oluveriyor.

Asıl acı olan; bu arada tüm hızıyla üzerimize doğru gelen ahirete (ölüme) doğru dürüst hazırlık yapmamış oluşumuz. Hazreti Ali’nin dediği gibi, ‘Dünya arkasını dönmüş gidiyor, ahiret yönelmiş geliyor iken, arkasını dönene yönelip, yönelene sırt çeviren insandan daha şaşkın kim olabilir?’” [16]

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 18.07.2011 tarih ve 404 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Malatya TV’de 28.06.2011, Salı, saat 23:07’de yayımlanan Dünya Hayatının Gerçeği isimli programdan kayda aldığım bazı pasajlar. (E.Y.)

[2] Can DÜNDAR, “Ali Kaptan, Cemile ve Tecavüze Dair,” Milliyet, 26.04.2011, s. 13.

[3] Mesnevi-i Nuriye (Lasiyyemalar).

[4] Lem’alar (Yirmi Beşinci Lem’a)

[5] Sözler (Onuncu Söz)

[6] Sözler (On Yedinci Söz)

[7] Özdemir Asaf

[8] Mesnevi-i Nuriye

[9] Montaigne

[10] Metin MÜNİR, “Var Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı,” Milliyet, 28.05.2011, s. 14.

[11] Can DÜNDAR, “Ben Babamın Beşiğini Tıngır Mıngır Sallar İken…,” Milliyet, 23.11.2010.

[12] Metin MÜNİR, “Var Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı,” Milliyet, 28.05.2011, s. 14.

[13] Ömer Hayyam

[14] Ahmet Turan ALKAN, “Canan’ın Cenazesinde…,” Zaman, 19.10.2009.

[15] Hüseyin EREN, “Ölüm Hayatın İkizi,” Yeni Asya, 03.02.2009.

[16] Mynet e-mail: Lider, Türkçe e-mail servisi.