ADNAN MENDERES

 

“Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerini ezici bir çoğunlukla kazanması, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçek bir dönüm noktasıdır.” [1]

“Bu partinin 10 yıllık iktidarında başbakan olarak devlete ve millete unutulmaz hizmetler veren, Türkiye’nin yolunu açan Adnan Menderes bir Ege insanıdır. Aydın’ın Çakırbeyli Çiftliği’nden Parlamento’ya giren gerçek bir devlet adamıdır.” [2]

“Demokrat Parti dönemi, Türkiye için bir kalkınma devridir…

Demokrat Parti, liberal bir ekonominin bütün nimetlerini Türk halkının, sanayicisinin hizmetine sunmuştu.” [3]

“Yağlı urganın güneşte parladığı idam sehpasına doğru yürürken bile ‘Hayata veda ettiğim şu anda milletime ebedî saadetler dilerim.’ temennisi Adnan Menderes’in asaletini ortaya koyuyor.

Toplum olarak (kendisini) hayırla yad etmek gibi (bir) borcumuz var.

Milletin sevgilisini darağacına gönderdiği için Cemal Gürsel’e gönül koyarken, Menderes’i hayırla yad ediyorum.” [4]

“ ‘Seçkinci despotik aydın’ geleneğine rağmen hür iradesiyle seçtiği ve çok sevdiği Menderes’iyle demokrasiyi yaşatmak isteyen milletimin ülkesi…

Menderes’i tenkit edebilirsiniz. Zaten söylenmedik iftira, hakaret bırakmadılar.” [5]

“Adnan Menderes, ilk dönemlerde muhtevalı sükûnetiyle temayüz etmiştir. Kelime değil, cümle vurgusuyla dalgalanan; duygusal bir iniş halinde ‘haklı değil miyim?’ dercesine bitirdiği her cümlesini bir başka yükselişin takip edeceğini hissettirici özel bir üslûp kullanırdı. İnişli çıkışlı bir üslûp; bağırıp çağırma tarzında değil, apayrı bir insicam ahengiyle akıp giderdi.

Fakat bir noktadan sonra o Menderes gitti, bir başka Menderes geldi. O güzel üslûbu detone olmuş gibiydi. Mütebessim hüznü, kederli bir öfkeye dönüşmüştü. İşte buna siyasette ‘zâfiyet başlangıcı’ denir.” [6]

Batılı sermaye grupları ve kalkınmış ülkeler ekonomik yardımları “Almanya’ya, Japonya’ya, Güney Kore’ye akıttıkları gibi akıtmadılar bize. O dönemde verdiklerinin hepsi 2 milyar doları bulmaz. Son defa 300 milyonluk talebimizi Amerika reddetmiş; Menderes tepkisel arayışlar içine girince de hakkındaki hüküm verilmişti. Çünkü bizim, ‘Ortadoğu bahçivanı’ olmamızı istiyorlardı ve Menderes’e tahammülleri kalmamıştı.” [7]

“Yassıada’da Adnan Menderes’in odası… Gazete yok, kitap yok, sadece Kur’an-ı Kerim, sigara ve kibrit var… 24 saat, iki saatte bir değişen nöbetçi… Kimseyle konuşturulmuyor. Dünya ile tek teması kendi yazdığı ve eşinden aldığı mektuplar. Bunlar öyle mektuplar ki, sadece 50 kelime yazılmasına izin veriliyor. Birinci derecede akrabadan, günde bir mektup ve sadece 50 kelime… Muhtemel sona doğru adım adım gidilirken kâbus ve acı dolu günlerin bütün ağırlığını, söyleyecek ne varsa işte onları 50 kelimeye sığdıracaksınız… Her kelimeye, hattâ her harfe anlamlar, semboller yükleyeceksiniz.

Yassıada’nınözel kanunları’nın ağırlığı altında yazılan bu mektuplar, bir sürü kural ile sınırlıydı. ‘Eski harflerle yazmak yasak, 50 kelimeyle sınırlı, olaylarla ilgili yorum yapılamaz, yaşanılan durumdan şikâyet edilemez, mahkemenin seyri ve adadaki hayat şartları anlatılamaz…’ On satırlık mektupların birkaç satırı mecburen eşinin mektupları ile ilgili açıklamaya, malî ve hukukî problemlerin çözümüne ayrılıyor… Kalan sayılı kelimelere de hasretin bin bir rengi sığdırılmaya çalışılıyor.” [8]

Âtıf Benderlioğlu Ankara Belediye Reisi iken, devrin Başbakanı Adnan Menderes’in çağırdığı haber verilir. Benderlioğlu Başbakanlığa gider. Özel Kalem Müdürü: “Sizi bekliyor, buyurun, girin” der. Başbakan odası bomboştur. Âtıf Benderlioğlu hayretle bekler. Biraz sonra perde kımıldar, arkasından yaşlı gözlerle Başbakan Adnan Menderes çıkar; Benderlioğlu hayrettedir. Menderes, “Kusura bakmayınız, Allah’a ‘Yârabbi, bizim günâhımız yüzünden bu millete kuraklık çektirme, rahmetini esirgeme!’ diye dua ediyordum.” der. Benderlioğlu, Başbakan’ın bu yanık, bu içli duâsına gönülden katılır. Dertleşirler, halleşirler. Devr-i iktidarında, baraj ve sulama alanında dev hamleler gerçekleştiren Menderes, insan olarak, kul olarak gözyaşlarını eserlerinin çimentosuna harç kılar. [9]

“Hangi fikre, hangi içtihâda sâhip olursa olsun, insanımız Menderes’e yapılanlar karşısında ortak bir inançta birleşmiştir. ‘Menderes mâsumdur!’ Zihinlerde yer eden soru şudur: ‘Zâlimlerin insanlıklarını bu ölçüde inkâr etmeleri ne uğruna ve niçin olmuştur?’ Menderes’in hizmet, vatan ve insan sevgisi dolu şahsiyetinin mâruz kaldığı muâmeleler, uğradığı zulüm, bütün vicdan sahiplerini yaralamıştır.” [10]

Aydın Menderes, idamın kaldırılmasına ilişkin tartışmalara babası Adnan Menderes’in idamının karıştırılmamasını, ikisinin birbirinden çok farklı olduğunu söyledi. Aydın Menderes, “Babam öldürülmüştür. Ortada idam cezası yoktur. Adnan Menderes bir suç işlemiş, bir mahkeme kurulmuş, bunun sonucunda idam edilmiş değil. Adnan Menderes, devletin fetret içinde olduğu bir dönemde İmralı Adası’nda asılmak suretiyle öldürülmüştür. Ortada idam cezası yoktur. Güpegündüz işlenmiş bir cinayet vardır.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştı. [11] Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 Darbesi’yle bir fetret devri yaşadığı hepimizin kabul edebileceği kadar açık bir hakikattir. Zira meşru bir iktidar, hükûmet darbeyle devrilmiştir.

“1961 seçimleri Menderes’in idamından bir ay sonra yapılmıştı. (Seçim meydanlarında) ‘Kuyruklar, düşükler, hırsızlar, vatan satanlar…’ her şeyi söylediler. Koskoca bir kadro, tepesinden ocak bucak başkanına kadar tasfiye edildi. Saraçhane Meydanı’nda, sağanak altında, yağan yağmur altında, 50-60 bin kişi bir şemsiye tarlası oluşturmuş. Yağmur damlaları gözyaşlarına karışıyor. Kürsüde konuşan adam Gümüşpala. Kimse tanımaz. Önemli olan yön göstermek ve demokrasinin önünü açmak… Eyüboğlu ile Birgit, o gece Güventürk’e koştular. ‘Kaybediyoruz’, ‘Yeniden el koyun!’ feryadıyla.” [12]

“Menderes ve arkadaşlarının CHP’den ayrılması, bugün hayal bile edemediğimiz ölçüde radikal bir adımdı. Dış konjonktür şimdiki gibi davetkâr olsa da, o dört kişi, karşılarındaki mukayesesiz güce karşı ‘siyaset yapmairadesini ortaya koyabildiler.” [13]

“27 Mayıs’ı hazırlayan, kışkırtan CHP teşkilâtı idi. Üniversite eylemleri de onların eseriydi. 27 Mayıs’ta, milletin seçtiği ve desteklemeye devam ettiği bir iktidar, millî irade iptâl olunarak alaşağı edilmiştir. 27 Mayıs’tan sonra da, darbenin sorumlusu olarak gördüğü CHP’ye değil, DP’nin devamı durumunda olan partilere oy vermiştir.

14 Mayıs, büyük bir demokrasi hareketidir; 1950-1960 arası, ekonomik kalkınmanın bir altın dönemidir; 27 Mayıs’la 14 Mayıs katledilmiştir ve Besim Tibuk’un dediği gibi bugün hangi belâlı ufunetli mesele varsa, hepsinin kökü 27 Mayıs’a uzanır.

68’liler 27 Mayıs’ı 9 Mart’la tamamlayacaklardı, başaramadılar. Ama millete de yapacaklarını yaptılar.

Menderes, 14 Mayıs’tan sonra, Bayar’ın yanına gidip ‘Efendim, hocamızın başvekâlete tensibini zât-ı âlinize arz etmeye geldim.’ der. ‘Hocamız’ dediği Fuat Köprülü’dür, Celal Bayar gülümseyerek şu cevabı verir: ‘Başvekil siz olacaksınız Adnan Bey!’ Adnan Menderes tevâzuyla geldi, vecdile hizmet etti, çok sevildi, kıskanıldı ve asıldı. Yaşanan vahim kırılmanın başlangıç noktasında onun kanı var. Demokrasi bundan dolayı herkesin çadır kurar gibi parti kurduğu bir tükenmişliği yarım asır sonra bile aşamıyor.”

“Neslimizin yaşadığı en büyük sosyal deprem, 27 Mayıs darbesidir. 27 Mayıs ruhumuzda iz bıraktı. Türkiye 27 Mayıs’ta, tabiî gelişme ekseninden koparılmıştır. Bunu İnönü de bilmiyordu. Onun sözünü peygamber buyruğu sananlar da. İnönü kışkırttığı cuntaları istediği zaman kışlalarına sokacağını zannediyordu. Bugünkü acılarımızda, üçüncü dünya ülkelerine doğru sürüklenmemizde, o darbenin payı büyüktür. Etkisinin ne güne dek süreceği de belli değildir.” [14]

ADNAN MENDERES 27 MAYIS’A KARŞI NİÇİN TEDBİR ALAMADI?

“Acaba Başvekil Adnan Menderes, nasıl oldu da geliyorum diyen askerî müdahalenin ayak seslerini duymadı?

Belki de bunun en önemli sebebi, ordunun o tarihteki üst komuta kademesinde hükûmete karşı bir hareket emareleri bulunmayışına aldandı. Üstelik Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, daha 3 Mayıs 1960 günü Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes’e gönderdiği mektupta şöyle demekteydi:

‘Cumhurbaşkanı (Celal Bayar) istifa etmelidir. Cumhurbaşkanlığı’na Sayın Adnan Menderes getirilmelidir. Bu muhterem zatı her şeye rağmen milletin çoğunluğunun sevmekte olduğuna kaniim.

Ancak üst komutanlardaki bu düşünceye rağmen, ordunun alt kademesi içten içe kaynıyordu. Nitekim 1957 Aralık ayında bir binbaşı ihtilâl hazırlığındaki bazı subayları hükûmete ihbar etti. Dokuz subay olayı. Ancak soruşturma sonucunda, ihbarcı binbaşı orduyu isyana teşvik suçundan hapis cezası aldı, olay kapandı.

Yine 27 Mayıs’a doğru hükûmet çevrelerine birçok ihbar mektubu geliyordu. Ancak Menderes, her şeye rağmen bir askerî müdahaleye ihtimâl vermiyordu.

‘Ali İhsan Paşa’nın (SABİS) maiyetinde yedi sene yedek subay olarak görev yaptım.’ diyen Menderes, ziyaretleri sırasında kendisine selâm duran askerleri gördüğünde, ‘Bu asker silâhını bana doğrultmaz’ demekteydi.

Menderes’in hiçbir zaman askerî müdahale ihtimâli üzerinde ciddiyetle durmadığı anlaşılıyor. Ona göre bunun için sebep yoktu. Belki de alt kademede, binbaşı, albay rütbesindeki subayların böyle bir teşebbüsüne ihtimâl vermiyordu. Zaten 25 Mayıs 1960’da Eskişehir’de yaptığı son açık hava mitinginde erken seçimlere gidileceğini ilân etmişti.

“Adnan Menderes 27 Mayıs darbesini önleyebilir miydi?.. Önleyebilirdi, ama gaflet etti, istihbarata önem vermedi, kendine çok güvendi. Halk beni tutuyor, partimi tutuyor, bize bir şey yapamazlar dedi ve ansızın tepetaklak oldu.

Turgut Özal, Menderes’ten daha ihtiyatlı, daha kulağı delik, daha tedbirli idi. Başına darbe felaketi gelmedi ama zehre kurban oldu.

Malaparte Darbe-i Hükümet Tekniği adlı kitabında şu tezi savunur: İyi hazırlanan, iyi uygulanan her darbe başarılı olur… Bir hükümet iyi tedbir alır, iyi bir istihbarata sahip olursa her darbeyi akamete uğratır.

Politikacıların çoğunluğu geleceği göremez ve sezemez. İktidar sarhoşluğu başlarını döndürmüştür. Kendilerine çok güvenirler, kendilerini destekleyen halka çok güvenirler. Gerekli istihbaratı yapmazlar, gerekli tedbirleri almazlar.

Sultan Vahidüddin sıradan bir politikacı değildi ama padişahtı. Onun da, ağabeyi Sultan Abdülhamid gibi ince bir siyaset takip etmesi gerekirdi. Lakin gerekli istihbaratı yapmadığı, yanlış atlara oynadığı için saltanatını kaybetti.

Kızını Paşa’ya vermeliydi.

Madem ki, vermedi, onu o vazife için seçmemeliydi.

Politika dünyanın en acımasız mesleğidir. Hele Türkiye’de…

Sultan Abdülhamid, o dâhiyâne siyaseti ile 33 yıl iktidarda kaldı. Nihayet o da düştü. İsteseydi Harekât Ordusu’nu darmadağın edebilirdi ama keşif ve keramet sahibi olduğu için bu yola girmedi.” [15]

MÜNEVVER AYAŞLI’NIN ANLATTIĞI OLAY

Her şeye rağmen demek ki, Türkiye’nin 27 Mayıs’ı, Başvekil Adnan Menderes’in de Yassıada’daki o çileli günleri yaşaması mukaddermiş.

Yassıada’daki son günlerinde, ‘Ne işimiz vardı siyasette, buradan çıkar çıkmaz Aydın’a, Çakırbeyli çiftliğine döneceğim’ dediği söylenir. Başvekilliği sırasında da, Ankara’ya her küstüğünde Aydın’daki çiftliğine giderdi. Ama bir daha Aydın’a gitmek kısmet olmadı.

Milliyet’in 2000 ekinde, Necati Güngör imzasıyla ‘Son kadınlar’ diye bir dizi yayınlandı. 22 Mayıs günü Münevver Ayaşlı’ya ayrılmıştı. Ayaşlı’nın anılarından şu bölüm alınmıştı:

‘Menderes karar almış, Beylerbeyi Sarayı’ndan Beylerbeyi Camii’ne kadar olan yer, yeşil saha olacakmış. Yani yalılarımız, İskele Caddesinde bulunan bütün yalılar gidecek yok olacak. Belediye İmar Müdürlüğü’ne gittim. Sanki bütün İstanbul halkı orada! Dul kadıncıklar, alil, ihtiyar emekliler, yetim çocuklar… Şaka değil, başlarını sokacakları evceğizleri gidiyor, sokak ortasında kalacaklar. O gün Menderes’e edilen beddua, bilmem başka bir insana edilmiş midir? Eyvah bu adam bu kadar bedduaya dayanabilecek mi, dedim o gün. Adnan Menderes’in sonunun çok feci, çok vahim olacağını hissetmiştim.’

Herhalde Başvekil Adnan Menderes bu kadar bedduayı hak etmemişti.

Diyelim ki bu beddua sahipleri haklıydı, 40 yıl sonra Dışişleri Bakanlığı koltuğuna da oturmuş siyaset emeklisi bir yazarın (Mümtaz Soysal), ’27 Mayıs devrimci hareketi yarım kalmış, henüz bitmemiştir’ sözünün bir mazereti olabilir mi?” [16]

ADNAN MENDERES’İN OPERA SANATÇISI AYHAN AYDAN İLE AŞKI

Adnan Menderes’in Opera Sanatçısı Ayhan Aydan ile aşkı hakkında en cesur değerlendirmeyi gazeteci Nuray Mert yaptı:

Nuray Mert, çoğumuzun söyleyemediklerini, bir çırpıda söyledi… [17]

Önce Menderes:

Etrafındaki evli, çocuklu kadınlarla ilişkiye girmekte engel tanımayan, bu yolda siyasi kudretini devreye sokmakta tereddüt etmeyen bir adam! Geçelim onu, en önemlisi, (ölümü üzerine tartışmalar bir yana) kendi çocuğuna, bir bebeğe, paçavra muamelesi yaparak, apar topar, yerin dibine, kimsesizler mezarına gömen ve arkasına bakmadan ucuz çapkınlık hayatına kesintisiz devam eden bir adam! Benim gözümde Menderes de, büyük âşık değil, pahalı bir dekor içinde ucuz bir çapkındır, o kadar.

Ya Ayhan Aydan:

Bu aşkın diğer kahramanı kim? Kafayı kudretli sevgilisinden ısrarla hamile kalmaya takıp, sevgilisi tarafından gözden çıkarılan, ardından ölen bebeğinin gördüğü muameleyi içine sindirip, aşkı hiç zedelenmeden yoluna devam eden kalpsiz bir kadın. Bu kadar kalpsizlik içinden aşk nasıl çıkıyor, sürüyor, o da yetmiyor, nasıl diğerleri de bu aşkı bu kadar yüceltiyor, merak ediyorum. Bir kadın, ne nedenle ölürse ölsün, bir bebeğin ölümü karşısında kılı kıpırdamayan bir adamı nasıl sevmeye devam edebilir?

NURAY Mert, soyadına yakışır bir üslupla “Kral çıplak!” deyiverdi.” [18] 26.03.2013

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 26.03.2013 tarih ve 487 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

 

 Ekrem YAMAN

Sinop Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr



[1] Selçuk YAŞAR, Mesaj 24: Ege’ye Ne Oldu?, İzmir Gazete Ege Tesisleri, Mayıs 2000, s. 27.

[2] YAŞAR, Mesaj 24: Ege’ye Ne Oldu?, s. (28-29).

[3] YAŞAR, Mesaj 24: Ege’ye Ne Oldu?, s. 29.

[4] Mustafa ÜNAL, “Adnan Menderes: Dirimden Korkmayacaktınız…,” Zaman, 18.09.2000, s. 13.

[5] Ahmet SELİM, “Şaşılacak Şey,” Zaman, 30.01.2001, s. 4.

[6] Ahmet SELİM, “Siyasette Üslup,” Zaman, 29.04.1999, s. 17.

[7] Ahmet SELİM, “Rakamları ve Dönemleri Yorumlamalı,” Zaman, 01.05.2001, s. 4.

[8] Berkay ÇİFTÇİ, “Elli Kelimeye Sığdırılan Yassıada Günleri,” Zaman, 04.12.2001, s. 17.

[9] Âgâh Oktay GÜNER, Dost Gözüyle, Kubbealtı Neşriyâtı: 21, İstanbul, Kent Basımevi, 1988, s. (124-125).

[10] GÜNER, Dost Gözüyle, s. 323.

[11] “Babam Cinayete Kurban Gitti,” başlıklı haber, Zaman, 18.03.2002, s. 4.

[12] Ahmet SELİM, “İnsan ve Demokrasi,” Zaman, 24.03.2002, s. 13.

[13] Etyen MAHÇUPYAN, “Merkezdeki Özne Buharlaşırken,” Zaman, 20.05.2001, s. 10.

[14] Mehmed Niyazi ÖZDEMİR, “Hüzün Yağmuru,” Zaman, 08.10.2001, s. 4.

[15] Mehmet Şevket EYGİ, “Siyaset Ateşten Gömlek,” Millî Gazete, 09.05.2009.

[16] Hürriyet, 28 Mayıs 2000. Faruk MERCAN, “Menderes’e Yapılan O Beddua,” Zaman Pazar Eki, 04.05.2000, s. 12.

[17] Nuray MERT, Radikal, 17.03.2009.

[18] Hasan PULUR, “Bir Aşk Destanı Balonu Patladı,” Milliyet, 19.03.2009, s. 3.