ATATÜRK’ÜN EŞİ LATİFE HANIM’IN KARAKTER TAHLİLİ HAKKINDA BİR İNCELEME

İpek Çalışlar’ın kaleme aldığı Latife isimli kitabı zevkle okudum. Atatürk’ün eşi Latife Hanım hakkında kitapta yapılan karakter incelemeleri hayli ilginçti. Bazı düzenlemelerle aşağıdaki satırları istifadenize sunuyorum.

“Yurt dışına çıkmadan önce Yunanlılara karşı yürütülen istihbarat işinde görev alan (Latife Hanım) kafasına koyduğunu yapardı.” [1]

“İşgalden bunalan Latife, bir kız arkadaşına şöyle demişti: ‘Ne yapacağım biliyor musun? İzmir’i kurtaracak komutanla evleneceğim.’

Latife, cesaretine hayran olduğu komutan Mustafa Kemal Paşa İzmir’e muzaffer olarak girerse onu evinde misafir etmeye yemin etti.” [2]

“Latife büyüdükçe tavır ve davranışlarıyla aynen dedesi Hacı Ali Bey gibi saygı ve itaat duygusu uyandıran, çevresine hâkim bir kimliğe büründü.” [3]

“(Latife) Arapça, Farsça, Latince, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Rumcaya hâkimdi. Bildiği yabancı diller onun dünyaya daha çabuk açılmasını sağladı.

İyi bir binici olan Latife, atının adını ‘Cici’ koymuştu. Güzel silah kullanır, ama ava gitmezdi, nefret ederdi. Zira kan sevmezdi. Faytonunu da kendisi sürerdi. Latife canlı ve hareketli bir genç kızdı; müzik öğretmeni Anna Grosser-Rilke ise onun için ‘romantik’ ifadesini kullanıyor…” [4]

“Latife cazip bir genç kadındı, zekiydi, hayat doluydu, güzel konuşuyor, derin düşünüyor, fikirlerini korkusuzca savunuyordu. Kendi cinsinin kurtuluşunu istiyor, Türk kadınlarını Batılı sosyal ve kültürel düzeyine yükseltmeyi hayal ediyordu. Yüzyıllardır kadınları köleleştiren gelenekleri yıkmak, erkeklerin kölesi olmaktan kurtarmak için çalışmaya kararlıydı. Fikirleriyle çeliyordu Mustafa Kemal’in kalbini.” [5]

“Latife, güzelliğiyle öne çıkan biri değildi, güzelliği dikkatli bakıldığında kendini belli ederdi. Yüz hatları düzgün, kahverengi-siyah karışımı gözleri parlaktı.

Halide Edip onun gözlerinin etrafa saçtığı parıltılı ışığa değinmiş, Ali Fuat (Cebesoy) da Latife’yi anlatırken ‘güzel’ tanımını kullanmıştı.

Salih Bey’e (Bozok) göre ‘ela gözlü, ufak tefek tombulcaydı.’ Kinross’a göre de kısa boylu, yuvarlak yüzlü, açık buğday tenli, ince dudaklıydı.

Bozkurt yazarı Armstrong, Latife’yi ‘Koyu renk gözlü, genç ve taze ciltli, siyah saçları, gülen siyah gözleriyle ufak tefek, narin, kâh çok neşeli, kâh mağrur, müzikal bir Türkçe konuşuyormuşçasına yumuşak sesli’ bir kadın olarak tanımlıyor ve ekliyor: ‘Kadınların gizli ve bir cinsellik çağrıştıran bakışlarıyla değil, bir erkeğin diğerine bakışına benzer bir şekilde, ona dosdoğru bakıyordu. Çok becerikliydi, emirleri kısa ve kesindi ama bütün otoritesine karşın o gene de zarif ve kadınsı kalabiliyordu.

İsmet Paşa’nın, ‘Latife Hanım’ı nasıl buluyorsunuz?’ sorusuna Halide Edip, ‘Çok cazip bir kız’ yanıtını vermişti.

Latife, Sabiha Sertel’in gözüyle ‘orta boylu, ince, esmer güzeliydi.’ Amerikalı gazeteci Marcosson için de ‘gördüğü en güzel Türk kadını…’

(Latife Hanım) orta boyluydu. Tam bir Doğulu yüzü, parlak, siyah gözleri vardı. Her davranışından zarafet akıyordu.

Mustafa Kemal’in annesi de Latife’ye ‘Maşallah. Resimlerinden daha güzelmişsin yavrum…’ diye iltifat etmişti.

Gerçekten de Latife fotoğraflarından daha güzeldi. Tanışıp konuşanlar ondan hemen etkileniyorlardı. Karizmatik olduğu tartışılmazdı.” [6]

“Bayan Kemal’in siyah gözleri uzun kirpiklerinin arasından pırıldıyor. Tam bir Çerkez güzeli! Kahkaha atarken minik ağzı açılıyor, dişleri macun reklamındaki dişleri andıran mükemmellikte.

İçtenliği ve heyecanıyla çevresini öylesine yakalıyordu ki kocasının güçlü kişiliğine rağmen, insan onun da ülkesi için büyük işler yapmak için doğduğuna inanıyordu.

Yüzünde inatçı bir ifade göze çarpıyordu. Bulunduğu mevkiin öneminin de tamamen farkındaydı.” [7]

“Gençliğinin verdiği, ne olursa olsun sarsılmayan o güzelim cesaretiyle, cazip ve kararlı Latife Hanım’ın kendinden ve başkalarından en ufak bir kuşkusu yoktu.

Görünüşe göre sözünü geçirmeye alışık ve kudretinden de emindi.

Hazırcevaplılığının, ışıklar saçan gülüşünün ve mutluluğun verdiği gururun altında son derece ince ve esnek bir zekânın oyunları gizliydi. Sahip olduğu özelliklerle bir virtüöz ustalığıyla oynuyordu. Ayrıca çalışkanlığı ve derin gözlem kabiliyeti ortadaydı…

Hem çok kadın, hem çok yoldaş, çalışma, yolculuk, iş arkadaşı, sevgili ve becerikli bir arkadaş. Mustafa Kemal’in önüne geçilmez enerjisine şiddetle karşı durmayan, onu kendi enerjisini kabullenmeye iten bir arkadaş. Bu iki insandan hangisi diğerini alt edecekti? Muhakkak ki birinden biri kaçınılmaz olarak diğerinin karşısında boyun eğecekti. Etraflarındaki hiç kimsenin kestiremediği, ancak herkesin merak ettiği şey buydu.

Latife’nin kendini korumak için yeterince silahı vardı. Ancak bugüne kadar her türlü tahakkümü reddetmiş, biçim ve yapı olarak sürekli değişen olağanüstü pırıltılı o zekânın sürekli cazibesi altındaydı. Kim kazanacaktı?

Aynı fikirleri, aynı duyguları, aynı gelenek ve görenekleri paylaşmak; Mustafa Kemal’in hayran olduğu bu özellikleri genç karısında bulması onu daha çok takdir etmesine yol açıyordu: Batı kültürü, Avrupa’yı yakından tanıması, misafirleri oradakiler gibi ağırlayıp onlar gibi konuşması. Uzun süredir çok çeşitli insanlara kafa tutma alışkanlığının ona sağladığı güven Mustafa Kemal’in çok hoşuna gidiyordu. En ufak bir bayağılık ve kabalığı bile kaldıramayan Mustafa Kemal, pırıltılı eşinin hayat dolu cevaplarını büyük bir keyifle dinliyordu. Müslüman olması ona, etrafındakilere karşı, büyük bir konuşma özgürlüğü sağlıyor, hiçbir yabancının cesaret edemeyeceği eleştiriler yapmasına imkân veriyordu.

Ayrıca bu durum Mustafa Kemal’e en değer verdiği ‘erkek ve kadın arasındaki kesin eşitlik’ teorisini pratiğe koyma imkânını da sağlıyordu. Bu konuda örnek olarak hoşuna gidiyordu. Böylece kendi kurallarını kendi hayatında uygulamadığı eleştirisini yöneltenlere de cevap veriyordu. Bu kez de geleneklere karşı çıkmakla ve karısını toplum hayatına sokmakla eleştiriliyordu. Ama o alt etmeye alışıktı, konuşsunlar diye düşünüyordu.

Seçtiği kişi gerçekten kendisinden beklendiğini verecek birisiydi. Hem enerjik, hem de kabiliyetliydi. Hiç kuşkusuz tehlikeyi seviyordu.-yoksa burada ne işi vardı- hırslıydı; hırslı olmak her zaman kötü bir şey değildir, dayanıklı olmayı sağlar.

Kendi kendine söz vermişti. Eğer Mustafa Kemal İzmir’e muzaffer olarak girerse onu mutlaka evinde misafir edecekti.” [8]

“Latife şık bir kadındı. Evlendikten sonra da aynen genç kızlığında alıştığı gibi Avrupa’nın ünlü butiklerine ısmarladığı kıyafetlerle geziyor, çarşaf giymiyor, peçe takmıyordu.

Özellikle siyah rengi tercih eden Latife zaman zaman kulaklarına pırlanta ya da elmas küpe takıyor, parmağından da babasının hediyesi olan tek taş yüzüğü çıkarmıyordu.

Peçesiz gezen ilk kadın Latife değildi ama o liderin eşi olarak bir simgeydi bu yüzden tavır ve hareketleriyle, giyim kuşamıyla değişimin canlı bir örneği olarak kabul edildi.

Leman Karaosmanoğlu, ‘Latife Hanım, güzel giyinirdi, elbiselerinin çoğu Avrupa’dan gelirdi, bazılarını da İstanbul’da diktirdi. Kabul günlerinde misafirler gözlerini onun üzerindeki kıyafetlerden alamazlardı’ diyor.

Latife başına sardığı eşarbın altına Avrupa’nın özel butiklerinin markasını taşıyan, külot pantolon, tayyör, pelerin giyiyordu.

Balıkesirli Vecihi Efsun, gazeteci Selman Selçuker’e, Edremit’e gelişi sırasında gördüğü Latife’yi şöyle anlatmıştı:

Latife Hanım çok münevver ve zarif bir hanımdı. Bir baş bağlayışı vardı, görseydiniz… Çorabına varıncaya kadar giyim kuşamı ile tam bir Avrupalı, fakat Türk âdetlerine de tam bağlı…” [9]

“Latife Hanım eşinin en büyük yardımcılarından biriydi’ diyor kız kardeşi Vecihi İlmen.

Latife’nin Çankaya’da geçirdiği 1000 günün bir özeti bir bakıma bu satırlar.

Sabah Mustafa Kemal’den önce uyanır, gazeteleri, ajans bültenlerini görmek için aşağı inerdi. Latife, bir iki günlük gecikmeyle gelen gazeteleri heyecanla önüne koyar sayfa sayfa tarardı. Bu gazetelerde yalnız kocasının değil, kendi fotoğrafları da çıkabiliyordu. Örneğin 1923 yılında yayın yaşamına başlayan Time dergisi 24 Mart tarihli kapağını Mustafa Kemal’e ayırmıştı. Birlikte, dünya gazetelerinde yayımlanan haberleri neşeli bir sohbet eşliğinde değerlendiriyorlardı. O, bir bakıma Mustafa Kemal’in dünyaya açılan penceresiydi. Mustafa Kemal’in gazete raporlarının tiryakisi olduğunu bilen Latife, Çankaya’da da uzun süre bu görevi sürdürmüştü.

Latife, Mustafa Kemal’le birlikte gittiği yurt gezilerinde elinde defter kalem Mustafa Kemal’in konuşmalarını not alıyordu. Mustafa Kemal’in kendisine dikte ettiği nutukları kâğıda döküyor, nutukların, mektupların yazımı sırasında onunla birlikte çalışıyordu.

Latife’nin Mustafa Kemal’in hayatını yazmaya başladığını Ankara’ya gelen bir gazetecinin notlarından öğreniyoruz. ‘Ben onun bir çeşit sekreteri görevini görüyorum. Kocamın biyografisini de yazmaya başladım’ demişti.

Biyografinin kaç sayfası yazıldı, daha sonra ne oldu bilmiyoruz. Ancak Latife Hanım’ın evrakları arasında sayılan kalemler içinde yer almıyor. Mustafa Kemal ona sık sık gençlik ve savaş anılarını da anlatıyordu. Demek ki elinin altındaki bu zengin malzemeyi bir yaşamöyküsü olarak yazmaya karar vermiş ve kâğıda dökmeye başlamıştı.

Latife Hanım ile 1953 yılında bir görüşme yaptığını söyleyen Niyazi Ahmet Banoğlu da bu biyografiden söz ediyor ancak Latife Hanım’ın ‘Ben de o eşsiz insan hakkında bir eser yazmak istedim. Önce, dünya büyüklerinin hayatlarını okudum. Fakat her eseri okudukça, Atatürk daha çok büyüdü ve bir gün şuna kanaat getirdim ki Atatürk yazılamaz’ dediğini söylüyor.

Latife ile Mustafa Kemal zaman zaman evde küçük oyunlar oynarlardı. Oyunları icat eden Latife’ydi. Odadaki eşyaların yerini değiştiriyor sonra da Mustafa Kemal’den bunları bulmasını istiyordu. Bir akşam havuzlu salonda paravana asılı duran küçük çini tabağı Kemal Paşa’nın oturduğu koltuğun altına bantla tutturdu; çini tabağı uzun uzun arayan Mustafa Kemal aramasına rağmen bulamayınca da koltuğun altından çıkartıverdi. İkisi de bu oyuna saatlerce gülmüşlerdi.

Mustafa Kemal, ‘Pes diyordu, bizim hanım hokkabaz olmuş! Bir sabah cebimden mendil yerine tavşan çıkarsa hiç şaşırmayacağım.’

Karıkocanın en büyük keyiflerinden biri de at binmekti.

Latife ile Mustafa Kemal’i fotoğraflarda ortaklaşa kullandıkları tek bir bastonla görüyoruz.

Latife günün önemli bir kısmını okuyarak geçiriyordu. Kitaplarını Çankaya’ya taşımıştı. Kâzım Karabekir üst katta, Latife Hanım’ın da birçok zarif ciltli, kıymetli kitapları bulunan kütüphanenin bütün duvarları kapladığını anımsıyor.

Mustafa Kemal Latife’nin kendisine kitap ve şiir okumasından, piyano çalmasından hoşlanıyordu.

Latife ile Mustafa Kemal’in, Zola’nın Bir Hayat adlı kitabını Fransızcasından birlikte okuduklarını anlatıyor Vecihe İlmen.

‘Latife uzun konuşmalar ve görüşmelerle geçen bir günün ardından kocasına Byron’dan Hugo’dan şiirler okurdu. Paşa dilini pek anlamadığı halde Byron’dan okunanları beğenir, insana garip bir musiki gibi tesir ediyor diyerek iltifatını esirgemezdi’ diyor.

Mustafa Kemal Paşa ile Latife, gece sofra kurulmadığı günlerde baş başa otururlardı. Latife onun dinlenmesi için elinden geleni yapıyor, okuduğu kitaplardan özetler çıkarıyor, bildiği güzel hikâyeleri anlatıyordu.” [10]

Latife Hanım’ın “kültürü, görgüsü, iddiası derhal fark ediliyordu.” [11]

“Latife Hanım iyi yetişmiş bir kadındı.

Latife Hanım’ın zarafeti, ev sahipliği fevkaladeydi.

Başkentte sihirli bir hava vardı, kadın erkek herkesin millî duyguları doruktaydı. Mustafa Kemal’in arzu ettiği gibi kadınlar toplumda görev almaya hazırdılar. Yılgınlığa düştükleri durumlarda Latife Hanım kendilerine ders veriyor, ümit aşılıyor, geleceğe güvenle bakmalarını sağlıyordu.

Mustafa Kemal’in eşine olan düşkünlüğü biliniyordu; ona herkesin içinde çok itibar ediyor, fikirlerine değer veriyordu.” [12]

Latife “eşinin nezaketen de olsa bir başkasına kur yapmasına katlanacak yapıda değildi.” [13]

Latife Hanım “Tam bir İzmir kızıydı. Hem de kültürlü, ince ruhlu, biraz şekle bağlı bir İzmir kızı. Gazi’nin hayatına bir nizam unsuru, bir devlet reisi hanımı olarak girmek istedi. Her yerde ona hâkimiyetini göstermek ister gibi ‘Kemal’ diye hitap ettiği Gazi’nin, kendi yanında uysal bir cici koca olmasını bekledi. Fakat ne var ki bu şartlar, kaplanın alıştığı hayatın ve onun mizacının lügatinde yoktu… Bu dil birliği olmayınca da, hayat birliği elbet olmazdı ve olmadı da…” [14]

“Latife’nin kendisine güvenli tavrı, açık fikirli ve samimi olması, Mustafa Kemal’i ilk günden cezp etmişti. Eşit ilişki talep eden bir kadınla evlenmeye karar vermek o dönemin anlayışları çerçevesinde Mustafa Kemal’e de özel bir haz veriyordu. Onun karısı geleceğin kadın modelinin bir temsilcisiydi.

Latife’nin konumunu Patrick Kinross şöyle yorumluyor:

Gölgede kalacak bir kadın olmayan Latife Hanım, kişiliğini herkese duyuruyordu. Evliliklerinin başından beri Mustafa Kemal, onun arkadaşlığında, başka hiçbir kadının henüz kendisine vermediği bir uyarıcılık bulmuştu. Üstelik kendisine hâlâ biraz ‘sekreterlik’ ettiği için çalışmasına da yardımcı oluyor, öğüt veriyordu. Akıllıydı, iyi eğitim görmüştü; kendine güveni, kendine özgü düşünceleri vardı; karşılıklı ciddi şekilde tartışabiliyorlardı. Aralarında Batı’da olduğu gibi, eşit şartlarda bir karıkocalık bağı vardı ki, bunu Gazi de görüyordu.

Latife, Mustafa Kemal’e fazlasıyla âşıktı. Daha onunla tanışmadan başlamıştı aşkı ve artarak sürdü. Hayatının son günlerinde bile Mustafa Kemal’in fotoğrafıyla baş başa yaşadığı, penceresinden onun güzel bulduğu bir heykelini seyrettiğini biliyoruz.

Ancak Latife’nin aşkı kayıtsız şartsız bir aşk değildi. Onurunun çiğnendiğini düşündüğü anlarda kontrolünü yitiriyor ve bütün köprüleri yakarak meydan okuyordu.

(Süreyya Ağaoğlu’na göre) Atatürk evli kalsaydı, Latife Hanım’dan ayrılmasaydı… Hem daha uzun yaşayabilirdi… Hem de daha başka şekilde örnek olacak hareketlerde bulunabilirdi.

Latife rol yapmıyor gerçekten eşit bir beraberlik istiyordu. Eşitlikte bu denli ısrarlı bir kadınla evlilik yürütmek Kemal Paşa’nın pek çok alışkanlığından taviz vermesini de gündeme getiriyordu. Latife’nin kendisine meydan okumasına izin veriyor ama sık sık da bunalıyordu. Gerginliğin had safhaya vardığı durumlarda evden kaçtığı anlatılıyor.

Lord Kinross, Mustafa Kemal’in Latife’ye olan duyguları küllenmeye başlayınca Latife’nin onu kıskanmaya başladığını söylüyor:

… Kıskançlığı öyle bir hal alıyordu ki, Latife Hanım, harem kadınları gibi bunu saklayamıyor, açığa vuruyordu. Gazi’nin iltifat ettiği kadınları, erkek arkadaşlarını, onların Gazi üzerindeki etkilerini, daha ötesi köpeğini ve köpeğiyle ilgilenmesini bile kıskanıyordu. Bir akşam, Gazi, Latife Hanım’ın piyano çalan genç yeğenini tebrik için omzunu okşamıştı. Latife Hanım bunu bile çekemeyip kavga çıkardı.

Kavgalara dair yazılıp çizilenleri üst üste koyduğumuzda iki buçuk yıl içinde sonuncusu boşanmayla sonuçlanan üç büyük kavga yaşandığı anlaşılıyor. Bu kavgalarda da söylendiği kadarıyla hep kıskançlık rol oynamıştı.

Süreyya Ağaoğlu, ‘Her şeyden önce Latife Hanım Atatürk’e âşık bir kadındı. Ve her kadın gibi kıskançtı. Sevdiğini kıskanır kadın. Atatürk’ü kıskanıyordu, buna hiç şüphe yok.

Latife’nin en yakın arkadaşı Ali Fethi Okyar ile Galibe’nin oğlu Osman Okyar’la 30 yıl evli kalan Aydan Eralp kayınvalidesine dayanarak (Latife Hanım hakkında) ‘Son derece entelektüel, Atatürk’e çok fazla hayran olan, seven, son derece aklı başında bir insandı’ diyor. [15] 10.12.2012

“Latife Hanım zengin bir ebeveynin evladı olarak, örnek bir eğitim görme fırsatı bulmuştur. Dünyanın bütün önemli kültür dillerini konuşup yazabilmekte, Avrupa’yı bizzat kendi görgüsüyle tanımaktadır; bunların ötesinde, gerçekten son derece zeki, akıllı ve güzel bir kadındır. Kendisiyle tanışma fırsatı bulan bütün Avrupalılar bilgilerini övmektedirler. Elbette kişiliği, bu niteliklerin büyük bölümüyle paralellik arz eden birtakım eğilimlerle bütünlenmektedir: egemenlik isteği, kendisine antipatik gelen kişilere karşı haksızca tavırlar alması ve alaycılığı, kuşkusuz, kocasıyla ve kocasının yakın çevresiyle olan ilişkileri açısından tehlikeli özelliklerdi. Şu da var ki haklı olarak, Gazi’ye kötü etkide bulunabileceğini sezdiği insanlara karşı çıkışları nedensiz değildi.” [16]

“Atatürk’ün hayatında en büyük kadersizlik, Latife Hanımefendi’yi kaybetmesi olmuştur.” [17]

“Amcası Halit Ziya’nın Latife’yi anlatan satırları onun karakterini sergilemek açısından çok çarpıcı: ‘Latife’yi pek akıllı, pek uyumlu ve uysal, çeşitli bilgi ve kültürle süslü, aile için övünmeye değer, eşsiz benzersiz bir kız olarak tanımakta hepimiz görüş birliği halindeydik. Onda ilkbahara özgü gelip geçici kasırgalar çeşidinden kaynamalar taşmalar olurdu. Üstelik bir seferinde kendisini aydınlatıp uyarma gereği bile duymuştum.’

Latife de yıllar sonra yakınlarından Şehvar Çağlayan’a evliliğini değerlendirirken, ‘Şimdiki aklım olsaydı başka türlü idare ederdim. Çevrede o kadar yiyici vardı ki, ben de çok toydum, mücadele edemedim’ diyecekti.” [18]

“İri, parlak siyah gözleri ve insanın içine işleyen bakışlarıyla güzel, balıketinde, kısa boylu, zarif Latife Hanım bir dönem New York Borsası’nda oynamış olan İzmirli zengin tüccar Muammer Bey’in kızıdır. Başarılı, zeki, canlı ve parlak Latife, dönemin Türk kadınlarından çok farklıydı. Anadili Türkçeye çok iyi hâkim olduğu gibi İngilizce, Fransızca, Almanca da biliyor ve kendi cinsinin aydınlanmasına inanıyordu. Hedefi, Türk kadınının toplumsal ve kültürel düzeyini Batılı kadınların düzeyine çıkartmak ve kadını yüzyıllardır erkeğin kölesi konumuna düşüren gelenekleri yıkmaktı. Üstelik zengin bir ailenin kızıydı. Mustafa Kemal ona kalben meyletti.” [19]

“Latife Hanım, eşinin siyasî konumunu sağlamlaştırmayı bilen ve Türkiye tarihinde bu kadar önemli rol oynayan bir kadından beklenen etkileyici duruşa sahipti.

Bu güzel ve metanetli kadının hükmedici bir havası vardı ve devlet işlerinde epey usta olduğu belli oluyordu.” [20]

Latife Hanım “entelektüel olarak kozmopolit, ama ruh olarak Türk kalmıştı.” [21]

“Türkiye onu (Atatürk’ten ayrıldıktan sonra) bir kalemde silip atarken, dünya Latife’yi, haksızlığa uğramış bir kadın olarak görüyor ve yanında saf tutuyordu.” [22]

“Fransızlar, Latife’ye ‘Bayan Zekâ’ derlerdi.” [23]

“Latife hukuk okumuştu.” [24]

Mustafa Kemal’e göre Latife “Bir hanımefendidir, her zaman da bir hanımefendi olarak kalacaktır.” [25]

“Siyaset, onu terk etmeyen bir alışkanlık haline gelmişti. Siyasî olayları günlük gazetelerden ve dostlarından takip etmekten zevk alıyordu.” [26]

“Latife’nin kendine mahsus edebî bir üslubu vardı. Kullandığı imza bilinmese de belki bu yazılara ulaşmak mümkün olabilir.

Türkiye ile ilgili önemli bir kitap çıktığında Latife’nin tercüme edip ortak dostları aracılığıyla Mustafa Kemal’e gönderdiği de anlatılıyor. Yani bir anlamda Çankaya’daki çevirmenlik görevini sürdürüyordu.” [27]

“Şen Sılan Latife’yi şöyle anlatıyor:

‘Latife Hanım güzel bir kadındı. Yuvarlak bir yüzü, tatlı bir dudak şekli, yumuşak, güzel bir yüz. Vücudunun yuvarlak hatları vardı. Cazibesi de var, kıvrık bir kadın, kıvır kıvır, ince uzun değildi. Saçı hep muntazam, kıyafeti sade, şık ve zarifti. Her hareketiyle zarif! Elegant ve tertemizdi.’” [28]

Latife Hanım “doğuşundan itibaren terbiye ve zarafeti deri gibi giymişti.” [29]

Latife Hanım “daima gururlu, sözünü geçiren bir kişiydi ve kişiliğinden hiç ödün vermedi başı dikti. İnsan onun karşısında kişiliğinin kuvvetini hissederdi. Hem tavırlarıyla hem de beyniyle Avrupalıydı.

Müthiş bir empozansı vardı. Hemen bir toparlanmak ihtiyacı hisseder insan onun yanında.

Takdirine layık olduğunuzda kendinizde bir şeyler bulurdunuz.

Kendi başına devlet gibiydi. Gölgede kalacak birisi hiç değildi.” [30]

“Latife Hanım’ın boşandıktan sonra Rusça öğrendiğini Dilek Bebe’nin anlatımlarından öğreniyoruz. Muammer Erboy da bu anlatımı doğruluyor:

Puşkin’i Rusça aslından okurdu. Shakespeare’i, Corneille’yi severdi. El Cid mesela… Her şeyi orijinalinden okurdu. Benimle sık sık Goethe’yi, Schiller’i konuşurdu. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Baudelaire’i, Rus yazarları çok severdi.

Arapçası, Farsçası harikaydı. Almancası, İngilizcesi ve Fransızcası da! Rumca ve İtalyanca da bilirdi. Onun Almancada hiç yanlışını bulamamıştım.

Anneannem ve Latife teyzem şiiri, özellikle de sembolizmi çok severlerdi.

Hediyeleriyle, mektuplarıyla yol gösterici bir insandı. Karşısındakini etkileyen bir kadındı. Derin görüşüne hayrandım. Diyabolik bir zekâsı vardı. Çok espriliydi.

İki kız kardeş seslerini yükseltmeden gözleriyle idare ederlerdi insanları. Misafir önünde ağız açmazlardı. Aile yakınmayı severdi. Ama hep küçük şikâyetler…

Kişisel sorunlarından hiç bahsetmezdi. Ama gayri ciddi sorunlardan çok sık söz ederdi. Bir trajedi içinde olduğunu hissettirmedi bizlere.” [31]

“Latife Uşaklıgil, aşkı, imanı ve feragati ile abideleşmiş bir varlıktı.” [32]

“Hangi konuya değinseniz, salahiyetle mütalaa beyan edebilecek kadar geniş bilgi sahibiydi. O kadar ki, bu bilgi bazen onun kadınlık hasletlerini ikinci plana itecek kadar ağır basıyordu.” [33]

Atatürk’e yakın isimlerden Şevket Süreyya Aydemir’in son zamanlarda yazdığı gibi inzivada yaşaması ve suskunluğuyla ‘vakur bir görüntü, hassas ve dokunaklı bir karakter’ çizdi.” [34]

“Latife Hanım, meziyet ve kusurlarıyla şayan-ı dikkat çocuklar yetiştirmiş olan Uşşaki ailesine mensup müstesna bir kadın olarak, soyunun meziyetlerinden kendine düşenden fazla pay almıştır.

Ne Gazi Mustafa Kemal bir hünkâr olabilirdi, ne Latife Hanım bir kadınefendi… İki Türkiye vatandaşı gibi birleşmelerine de günün Osmanlı tortusuyla bulanmış suları asla müsaade etmedi.” [35]

Layık olduğumuz alakayı, kıymeti, itibarı, şerefi, saygıyı ve sevgiyi kazanarak yaşayabilmemiz için, başvurabileceğimiz tek çare vardır:

‘Ölmek!’” [36]

 

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 18.12.2012, 24.12.2012, 31.12.2012, 08.01.2013 tarih ve 473, 474, 475, 476 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. 31.12.2012

 

 

 

Ekrem YAMAN

Sinop Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr

 



[1] İpek ÇALIŞLAR, Latife Hanım, 11. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul, Altan Basım Ltd., Kasım 2006, s. 17.

[2] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. 19.

[3] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. 27.

[4] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. 40.

[5] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. 66.

[6] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. (126-127).

[7] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. (144, 145, 146).

[8] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. (148, 149, 150, 151).

[9] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. (182, 183, 184, 185).

[10] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. (206, 207, 208, 209, 210).

[11] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. 239.

[12] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. (254, 255, 256).

[13] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. 301.

[14] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. 305.

[15] ÇALIŞLAR, A.g.e., s. (325, 326, 327, 329, 330).

[16] İpek ÇALIŞLAR, Latife Hanım, 11. Baskı, Doğan Kitap, İstanbul, Altan Basım Ltd., Kasım 2006, s. (343-344).

[17] ÇALIŞLAR, Latife Hanım, s. 346.

[18] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 348.

[19] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 351.

[20] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 360.

[21] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 370.

[22] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 374.

[23] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 376.

[24] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 379.

[25] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 389.

[26] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 398.

[27] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 404.

[28] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 422.

[29] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 424.

[30] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. (427-428).

[31] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 431.

[32] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 456.

[33] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 467.

[34] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 475.

[35] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. (488-489).

[36] ÇALIŞLAR, A.g.e, s. 492.