TÜRK SİYASET DÜNYASINDA SIKÇA KULLANILAN ‘TÜRKİYE GERÇEKLERİ’ KAVRAMI NE MENEM BİR ŞEYDİR?

 

Türkiye gerçekleri” kavramının arkasına saklanan hakikatleri anlamak için satırbaşları ile bazı bilgiler sunmak istiyorum.

Türkiye gerçekleri” kavramı kolayca ardına gizlenilebilecek bir kalkandır. ‘Karanlık hesapları’ kapatan bir kalkan!

“Türkiye’nin popüler kültüründeki defonun, ‘mes’eleleri geçiştirmek’ defosu olduğu tezini savunuyorum. ‘Mes’eleleri geçiştirmek’ şeklindeki kültürel defomuzu, başkalarının kendisini görmesini isteyen çocuğun kendi gözlerini kapatmasına benzetiyorum.

(Turgut Özal’la birlikte) ‘21. yüzyıl Türklerin yüzyılı olacak’ diyerek geldiğimiz bu noktada, birbiri ardına gelen ekonomik (ve siyasî) krizlerle boğuşuyoruz. Genel dengeleri hâlâ kurabilmiş değiliz. Uzun vadeli bir kalkınma vizyonumuz yok. Vizyon olmadığı için strateji de tespit edilmiş değil.” [1]

“Türkiye’de sansür yok, size sonrasında acı çektirirler. Bu, İran’ın bir adım ilerisidir. Ne isterseniz yayınlarsınız, ama sonunda mahkemeye düşebilirsiniz.” [2] Türkiye gerçeklerinden biri de budur.

Zaman içinde yaşadığımız ve birikerek çoğalan hatalarla bu ülkede “Türk Kürde ters bakar hâle geldi.” [3] Bu sözün tersi de doğru okunması gereken bir Türkiye gerçeğidir. Devlet ricâlinin neredeyse hiç görmek istemediği bir gerçeğimiz de budur. Bu tespit çerçevesinde milletimizin sıkıntılarına sosyolojik çözümler bulunmalıdır. Uzun vadeli devlet politikaları çok kısa süre içinde tespit edilecek hedefler değildir. Uzun süre üzerinde emek harcanması gereken çalışmalar ister.

Türklerin eğitiminde iki büyük kusur var: (Türkler) üniversiteyi yüksek lise sanıyorlar… Türkler öğrenmeyi ezberlemek sanıyorlar, araştırma zihniyeti çok zayıf…” [4] Araştırma zihniyetinin ve merakının olmadığı bir ülkede birçok hakikatin üstü rahatlıkla örtülebilir ve hakikatler küllenebilir.

Türkiye’de “Suikast iddiası, baskı rejimi kurmak isteyenlerin gözde bahanesidir.” Suikastların mutlaka açığa çıkartılması ve devletin suikasta adı karışan faillerden hukuk önünde hesap sorması devlet olma iddiasının bir gereğidir.

Laikliğe ‘efradını câmi, ağyarına mâni’ bir tarif getirilerek laikliğin su-i istimal edilmesine daha fazla meydan verilmemelidir. Bu ilkenin sömürüsü milletimize eza veriyor. Hukukî metinlerde tarifi yapılmamış kavramlarla hasımlarına suç isnat ederek baskı kurmak Türk usûlü bir Şark kurnazlığına benziyor.

“Türkiye’de derin devlet vardır; derin devlet askerdir” [5] diyen eski Başbakan ve Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’in bu sözü de herhalde bir başka hakikatimiz olmalıdır diye düşünüyorum.

İçerde kavga edenler dışarıda işbirlikçi ararlar, içerdeki kavgalarda güçlü olmak için dışarıda işbirlikçi arayanlar, Türkiye’yi dışarının menfaatleri doğrultusunda yönetirler.[6]

Türkiye’de politik arenada boy gösterip vakti gelince tarihin tozlu sayfaları arasında yerini alan ve unutulan siyasetçilerin bu müthiş kıstasın hakikat aynasında kendilerine baştan ayağa kadar bakmalarında faydalar vardır. Devlet adına yetki ve güç kullanırken doğruların yüzlerine karşı söylenmesinden hoşlanmayanlar, hakikatleri hayatın her cephesine hâkim kılmaya kendilerini adayan ve kul hakkı yedirmemek için kılı kırk yaranlara tahammül edemeyenler unutulmaya yüz tutunca, etraflarında etten ve kemikten bir hale oluşturan ve sadece şahsî menfaatleri peşinde koşanlar kendilerini terk edince, yani yalnızlaşınca mutlaka vicdanî bir muhasebeyle kendileriyle hesaplaşmalı ve bu fani dünyadan göçüp gitmeden ve mahkeme-i kübrada hesaba çekilmeden önce kendi kendilerini hesaba çekmelidirler. Zira kul için bu dünyada en büyük mahkeme insanın kendi vicdanıdır.

“ ‘İnanç’ eksenli oluşumlar ‘siyaset-ticaret-kuvvet’ üçgenini Türkiye coğrafyasının tamamına yayma sürecindeler.

Bu manzara toplumu germekte!

Kamplaşma yaratmakta.

Ergenekon’un üstüne giderken başka cemaatlerin üstüne gidenlere gözdağı veriliyormuş gibi algılanabilecek izlerden kaçınmak gerek.” [7]

Hoyrat bir memlekette yaşıyoruz. Hüzün ve acı bir türlü yakamızı bırakmıyor.[8] Hoyratlık devlet adına güç kullananların icraatından kaynaklandığı için hatanın giderilmesi ve çözümü zafiyeti kabulden ve işin gereğini yerine getirmekten geçecektir.

“Türkiye’de darbeler döneminin son bulduğu bir gerçek. Latin Amerika ülkeleri gibi ‘erken kalkan’ın yönetime el koyduğu devirler 1980’lerde kaldı. Günümüzde savcılar erken kalkıyor! ‘Generallerin sabahı’ başlıyor” [9] Gerçi son post modern askerî darbe 28 Şubat 1997 tarihinde yapıldı. Bu darbenin üstünden çok uzun bir süre de geçmedi. Batıdan emin olmadıkça Türkiye’de siyaset sahnesindeki gelişmeleri okuyarak yapılacak tahminler çoğu zaman yanıltıcı olabilir.

Adalet sisteminin hakkaniyetten hiç ayrılmaması şarttır. Biz asırlarca başka ırklara ve dinlere mensup insanlara karşı adaletle hükmetmiş bir milletiz. Kendi insanımıza karşı da yabancıya karşı gösterdiğimiz hakkaniyet ve adalet ölçülerinin ibresi hiçbir zaman şaşmamalıdır. Milletleri ayakta tutan temel değer adaletle hükmetmektir.

“Alnı secdeye değen bir Genelkurmay Başkanı olsa, dindar kesimin hiç de askerî vesayet derdi olmaz.” [10] diyen Nuray Mert haklı mı acaba?

Onlar ortak, biz pazar; Türkiye’yi Avrupa’nın bahçıvanı yaptırmayacağız[11] diyen eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in ömrü ne yazık ki, muradını gerçekleştirmeye yetmedi. Keşke arzusunu yerine getirebilseydi.

Herkesin bilmediği bir başka husus da Avrupa Birliği asıl üyesi olmadan Gümrük Birliği Antlaşmasına imza koyan tek ülke ne yazık ki, Türkiye’dir. Bu antlaşma sayesinde Türkiye tarımı kota rejimi ile Avrupa Birliği ülkelerine tarım ürünlerini istediği gibi pazarlayamaz hâle getirildiği gibi maddî kayıplara da uğratılmıştır. Bu antlaşmaya imza atan da bir iktisat profesörü olan zamanın Başbakanı Tansu Çiller’dir.

Türkiye bu görüntüsüyle Avrupa Birliği’ne ortak mı yoksa Avrupa’nın bahçıvanı mıdır?

Henüz AB’nin asıl üyesi değiliz. Türkiye, AB’nin hem bahçıvanı hem de pazarı olmaya ne yazık ki, devam ediyor.

Türk hükûmetlerinin çeşitli konularda imzaladıkları milletler arası gizli antlaşmaların ne sayısı bellidir ne de niteliği bellidir. Bu gizli antlaşmalar da Türkiye’nin diğer bir gerçeği değil midir? [12]

Türkiye gerçeklerine bir de bu açıdan bakın! 02.08.2013

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 05.11.2013 tarih ve 519 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

 

Ekrem YAMAN

Sinop Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr



[1] Alev ALATLI, Toplumlar da Hastalanabilir,” Zaman, 20.09.2002, s. 12.

[2] Orhan PAMUK.

[3] Murat BAŞESKİOĞLU, eski AKP Milletvekili.

[4] Prof. Dr. Ernest HİRSCH’in 1939’da toplanan ilk Maarif Şûrası’ndaki sözlerinden bir bölüm.

[5] Süleyman DEMİREL’in 2007’de Yavuz DONAT’la yaptığı röportajdan bir tarif.

[6] Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif ŞENER’in beyanatı. Hürses, 11.02.2010, s. 3.

[7] Güneri CİVAOĞLU, “İnanç ve Siyaset,” Milliyet, 17.02.2010, s. 17.

[8] Hasan CEMAL, “Perihan MAĞDEN’in Sivri Dilini Özledim,” Milliyet, 21.02.2010, s. 19.

[9] Derya SAZAK, “Generallerin Sabahı,” Milliyet, 23.02.2010, s. 20.

[10] Doç. Dr. Nuray MERT

[11] Bülent ECEVİT

[12] Prof. Dr. Nurullah AYDIN’ın www.ha-ber.com isimli sitesinde bu konuda yazılmış makaleler mevcuttur.