TÜRKİYE’NİN BAŞLICA TURİSTİK MEKÂNLARI, ZİYARET YERLERİ VE İNANÇ TURİZMİ HAKKINDA NELER BİLİYORUZ?

 

BÖLÜM I

 

DOĞU ANADOLU BÖLGESİ

Hz. Nuh’un İnsanlığa Mirası

Büyük tufan efsanesine göre Hz. Nuh Peygamberin gemisi sular çekilince Ağrı Dağına (Ararat) oturmuştur. Nuh Peygamber ve ailesi dağdan aşağıya Iğdır Ovasına indiler. Onların soyundan gelenler Fırat (Euphrates) ve Dicle (Tiğris) nehirleri boyunca batı ve güneybatı yönünde ilerleyerek insanoğlunun ikinci neslini oluşturdular.

Doğu Beyazıt yakınındaki Ağrı Dağı (5165 m.) hâlâ Türkiye’nin en güzel tabiî anıtıdır ve bu dağın kutsallığını yakalamak isteyen dünyanın tabiat fotoğrafçıları için çok popüler bir konudur.

Doğu Beyazıt’ın hemen dışındaki görülmeğe değer İshak Paşa Sarayı, 17. yüzyılda bu bölgenin idarecisi olan Osmanlı Paşası İshak Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Güzel dağlarla çevrelenmiş, 1720 m. yükseklikte bulunan Van Gölü, Türkiye’nin en büyük gölüdür. Göl etrafında dolaşırken; tarihî Urartu kentleri, tarihî Türk sanat ve kültür merkezleri, harika kaleler ve aynı zamanda bu bölgede yaşamış farklı medeniyetlerin miraslarını yansıtan yerler ziyaret edilebilir.

Van Gölünün bazı adalarında Manastırlar ve Kiliseler yer alır. Van’ın güneybatısındaki Akdamar Adası bunların en önemlisidir. Yarım saatlik bir bot yolculuğu sizi, taş duvarları Tevrat’tan alınan zengin rölyeflerle bezenmiş 10. yy kilisesi olan Akdamar Müzesine götürecektir.

 

BÖLÜM II

REBEKA VE RAŞELİN ÜLKESİNE DOĞRU “UNUTULMAYACAK YOLCULUK”

Eski Urfa, Anadolu’nun Kudüs’ü olarak bilinir.

Tevrat’a göre, Hz.İbrahim Aleyhisselam (Büyük Dinlerin Atası), Kalde Bölgesinin Ur şehrinde doğmuştur. Türkiye’nin Güneydoğusundaki Fırat Nehrinden çok uzak olmayan Şanlıurfa’nın, tarihteki ilk ismi Ur idi. Hz. İbrahim (AS.) ve ailesi Ur’da yıllarca yaşadılar. Sonra Allah’ın isteği üzerine güneye Harran’a (Patriarkların Evi) göç ettiler. Hz. İbrahim’in babası Tera, Harran’da öldü. Hz. İbrahim’in Sara Hanımdan İshak, Hacar Hanımdan İsmail olmak üzere iki oğlu oldu. Daha sonraları Hz. İbrahim Hacar Hanım ve oğlu İsmail’i Mekke’ye götürdü. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Hz. İsmail’in soyundandır. Tevrat’a göre İshak, Harranlı bir hanım olan Rebeka ile Harran’da evlendi. Rebeka aynı zamanda Hz. İbrahim’in ağabeyi Nahor’un torunudur.

Sonraki nesilde, aile güçlü kalabilmek için daha da birbirine bağlandı. Rebeka; İshak’a, isimleri Eşay ve Yakup olacak ikiz oğul doğurdu. İshak oğlu Yakup’a annesinin babası Bethuel’in evinin olduğu yere Harran’a geri dönmesini ve burada evlenmek üzere, annesinin ağabeyi Laban’ın kızları arasından bir eş bulmasını söyledi.

Evlenecek eş bulma yolculuğunda Yakup, Harran’da bir kuyu yakınlarında koyunlarını otlatan çobanlarla karşılaştı. Aralarında Yakup’la evlenmesi kaderinde yazılmış olan Raşel de vardı. İlk karşılaştıkları bu kuyu şimdi “Yakup’un Kuyusu” olarak bilinir. Raşel ve Yakup’un bir oğulları oldu. Adını Yusuf koydular. Hz. Musa, Kral David ve Hz. İsa, Hz. Yusuf’un soyundan gelir.

Hz. İbrahim bu bölgede bütün hayatı boyunca yaşamasa da, burada birçok hatıra bırakmıştır. Şanlıurfa’da Hz. İbrahim’in doğduğuna inanılan bir mağara vardır. Burası bir hac yeri olmuştur. Halil-ül Rahman Camii, bahçeler, kemerli avlular ve kutsî balıklarla dolu bir göl ile çevrelenmiştir. Bu muhteşem manzara büyük dinlerin kurucuları olan ataları tarafından da giyilmiş olan giysileri kullanan nineler, dedeler ve çocuklar ile tamamlanır.

CENNET BAHÇESİ

Türkiye’nin en büyük ve en kapsamlı kalkınma projesi olan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) , aynı zamanda dünyadaki en büyük kalkınma projelerinden birisidir. Proje, geniş sulama sistemleri ile aktif ziraat ve elektrik üretimini kapsar. GAP Projesinin ayrıca turizm, madencilik, petrol, eğitim, sağlık, haberleşme ve ulaşım sektörüne de katkıları olacaktır. GAP Projesi, Fırat ve Dicle nehirlerinin aşağı bölümlerini ve Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Batman ve Şırnak illeri ile nehirler arasındaki ovaları kapsar. Cennet bahçesine benzeyen bu iki nehir arasında kalan geniş ovalara dinî kitaplarda “Cennet Bahçesi” denir. Cennet Bahçesine, bölgenin sanayi ve ticaret merkezi olan Gaziantep’ten girilir. Daha sonra Birecik’ten akan Fırat Nehrinin batı kıyısında yürürken kutsal tarihe dalarsınız…

Adıyaman ve Kâhta, Nemrut Dağı Milli Parkı’nı ziyaret etmek için merkezî yerlerdir. Her iki merkezden de araç kiralanabilir. Kuzey Mezopotamya’nın en yüksek dağı olan Nemrut Dağı’nın (2150 m.) tepesinde, MÖ. 1. yy.da Kommagene Kralı 1. Antiokhus tarafından yaptırılan devasa kutsal anıt mezar yer alır. Anıt-mezarın doğu ve batı teraslarında tanrı Apollo, Zeus, Herkül, Tüke ve Kral Antiokhus’un dev heykelleri yer alır. Güzel bir anı yaşamak istiyorsanız, Nemrut Dağından güneşin doğuşunu izlemenizi öneririm.

Eski zamanlarda Amida olarak bilinen Diyarbakır 5000 yıllık tarihi esnasında 26 medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Şehir Dicle’nin kıyılarına uzanan bazalt platoları üzerine yayılmıştır. Eski şehri çevreleyen siyah bazalt üçlü duvarlar, şehre farklı bir görünüm verir. Yazılar ve rölyeflerle bezenen bu 5,5 km. uzunluğundaki 16 kuleli ve 5 kapılı surlar Ortaçağ mimarisinin mükemmel bir örneğini oluşturur. Uzaktan bakıldığında Mardin’in altın taşlardan yapılmış evleri şehrin kurulduğu tepelerin kayaları ile bütünleşir. Yakından inceleyince taş oymalı evlerin ve kamu binalarının dekorasyonları, bu şehrin mimari bir hazine olduğunu ortaya çıkarır. Mardin’in en eski camii olan Ulu Cami, 1186 yılında Artuk hükümdarı Kütbeddin Ilgaz zamanında inşa edilmiştir. 15.yy.dan Kasım Paşa Medresesi, taş işçiliği ile dikkat çekicidir. 14.yy.dan kalma İsa Bey Medresesinde, muhteşem oymalarla bezeli ana portallar sizi hayrete düşürecektir. Mezopotamya Ovasının fantastik manzarasının tadını çıkarmak için, İsa Bey Medresesinin çatısına çıkın. Mardin’in doğusunda Süryanilere ait Deyr-ul Zaferan Manastırı bulunur.

Verimli topraklarla çevrili Siirt’in Kuzey doğusundaki Aydınlar (Tillo)’da bulunan, 18.yy.da yaşayan İbrahim Hakkı Hazretleri’nin anıt mezarı ve hemen yanında özel İbrahim Hakkı Astronomi Müzesi görülmeye değerdir. Ünlü Türk yazarı, bilim adamı ve mutasavvıf İbrahim Hakkı Hazretleri’nin en ünlü eseri Marifetnâme’dir. İbrahim Hakkı aynı zamanda bir astronomdur. Bütün hayatını astronomi ve bilime adamıştır. Saygıdeğer hocası Hz. Fakirullah da burada gömülüdür.

Veysel Karani Türbesi, Siirt-Diyarbakır-Bitlis kavşağındaki Baykan’da bulunur. Bu kompleks, Arapların Azerbaycan seferinde ölen ve buraya gömülen Hz.Muhammed (S.A.V.)’in sevgili arkadaşı Veysel Karani için inşa edilmiştir.

 

BÖLÜM III

AZİZLERİN BEŞİĞİ

Bir zamanlar Roma İmparatorluğu’nun üçüncü büyük şehri olan, İncil’de adı geçen Antakya şehri, tarihte misyonerlerin yaşadığı ve bazı misyonerlerin yolculuklarının planlanıp gerçekleştirildiği ve masraflarının üstlenildiği merkez idi. İlk defa Hz. İsa’ya inananlara, bu kente “Hıristiyan” ismi verildi. Aziz Peter’in ilk vaazını verdiği mağara-kiliseyi ziyaret edin. Kilisenin güneyinde, kutsal İncil şehri Antakya’ya girişi olan Demir Kapı bulunur. Eski şehirde dolaşırken, neredeyse Aziz Paul, Peter Barnabas ve diğer azizlerin ayak seslerini duyar gibi olursunuz. Antakya ayrıca, dünyaca ünlü Roma mozaikleri müzesine sahiptir. Antakya yakınlarındaki Çevlik (Selevcia Peria)’ten; İncil’de Aziz Paul ve Barnabas’ın Antalya ve Perge’ye yaptıkları ilk misyoner yolculuğuna yelkenle çıktıkları liman olarak bahsedilir. (MS.45-46)

Mersin’in doğusunda ve verimli topraklara sahip olan Çukurova’nın kıyısında Aziz Paul’ün doğum yeri (MS. 10) Tarsus bulunur. Aziz Paul’un evi, bahçesindeki kuyuda bulunan kutsal su ile tanınır. Cennet ve Cehennem olarak bilinen derin çökeltili mağaraları Tarsus’un batısında bulunur. Cennet Mağarası’nın tabanında erken Hıristiyanlara ait bir şapelin kalıntıları vardır. Silifke yakınlarında, ilk Hıristiyan Azize olarak bilinen Azize Ayatekla’nın Kilisesi ve Mezarı bulunmaktadır.

HIRİSTİYANLIĞIN DOĞUŞU VE ANTAKYA

Antakya Hıristiyanlığın başlangıcında büyük rol oynamıştır. Antakya’da bu dine girenlere yani bu cemaatin üyelerine “Khrishanoi” denmiştir. Bundan da anlıyoruz ki, bugün kullanılan Hıristiyan kelimesi bundan kaynaklanmaktadır ve ilk olarak burada kullanılmıştır. Zaman içinde Antakya Hıristiyanlar için büyük önem kazanmaya başlamıştır. Patrikler ilk olarak burada göreve başlamışlardır. Bu uygulama gelenek haline geldiğinden Hz. İsa (AS)’nın havarilerinden Petrus da Antakya’da yedi yıl patriklik yapmıştır. Bundan dolayı Antakya Patriği doğunun metropolü olduğunu, Roma ve İstanbul Patriği ile aynı derecede bulunduğunu daima iddia etmiştir.

Petrus’un, (İslâm müfessir ve tarihçilerinin bahsettiği Şem’un olma ihtimâli çok kuvvetlidir. İslâm müfessirleri, Kur’an’daki ifadelere göre Antakya halkının Petrus’u öldürdüğünü rivayet etmektedir. Çünkü o, Hıristiyanlığı tebliğ için Antakya’ya gelmiş ve iyi karşılanmamıştır. Antakyalı Habîb Neccâr ona yardıma gelmiş, Antakya halkı Hz. İsa’nın gönderdiği diğer iki elçi ile beraber dördünü de öldürmüştür. Bunun sonucunda da Antakya halkı helâk edilmiştir.) burada Hıristiyanlığı yaymak için çalıştığı rivayet edilmektedir.

M.S. 252-380 yılları arasında Antakya’da on defa kilise toplantısı olmuştur. Hıristiyan İmparatorlar, özellikle de Konstantin, şehri birçok yapılarla süslemiştir. Ancak Hıristiyanlar, Antakya’da çok kötü muamelelere maruz kalmışlardır. Hıristiyanlık Roma tarafından resmî din olarak kabul edilince Hıristiyanlar da eza, cefa ve sıkıntılardan kurtulmuşlardır.

Antakya Bizans’ın eline geçtikten sonra 458 yılında müthiş bir yer sarsıntısı olmuştur. Bu felakette çöken yerler yeniden onarılmıştır. Bundan dolayı, afetlerden korunmak için tapınaklarda dualara başlanmıştır. Büyük Leon (457-474) Siman Kilisesini yaptırmıştır.

Hz. İsa peygamberlik yaptığı süre içinde kendine tâbi olanlardan bazılarını tebliğ için belli yerlere göndermiştir. Bu gönderilen kişilerden sadece Antakya’ya gelenleri biliyoruz. Çünkü Kur’an bunları bize bildirmiştir.

Hz. İsa’nın havarilerinin çevre memleketlere gönderilmesi hakkında Hıristiyan kaynaklarda bilgi yoktur. Ancak Hz. İsa’nın bu elçileri Antakya’ya göndermesi imâlı olarak anlatılmaktadır. (Kitâb-ı Mukaddes, Resullerin işleri 11/19-26)

Hıristiyanlığın Antakya’da yayılmasıyla birçok kilisenin inşa edildiği tarih kitaplarında geçmektedir. Hıristiyanlar tarafından yapılan bu ilk Antakya kilisesi şehrin Müslümanların eline geçmesinden sonra camiye tahvil edilmiştir. Bu cami, (Habîb Neccâr Camii) zengin bir tarihe sahip olduğundan turizm bakımından çok büyük bir yer tutmaktadır. Müslümanlar ve Türkiye’ye gelen çok sayıda yabancı turistler tarafından ziyaret edilmektedir. Bunda Antakya’nın eskiden beri Hıristiyanlar tarafından önemli bir şehir olmasının rolü de vardır. Çünkü Hıristiyanların, Kudüs Müslümanların elinde olduğu sıralarda Hac yapmak için buraya geldikleri bilinmektedir. Bundan dolayı Hıristiyanlar Antakya’yı da Kudüs gibi kutsal bir şehir olarak kabul etmişlerdir. İlk Hıristiyanların ve ilk kilisenin de burada olması Hıristiyanlar için Antakya’nın önemini bir kat daha arttırmaktadır.

Bugün Habîb Neccâr Camii ibadete açıktır. Camiin ilk inşasında yapılan medrese, bazı değişikliklere uğramasına rağmen bugün de ayakta durmaktadır. Fakat cami ve medresenin ilk şeklinin bugünkü projeye uygun olup olmadığı bilinmemektedir. Zira camiin ne zaman ve ne şekilde yapıldığı da kesin olarak bilinmemektedir. Camiin minaresinin de çok eski olduğunu görüyoruz. O zamanki mimarî anlayışını karakterize etmektedir. Fakat şunu da itiraf etmek gerekir ki, Anadolu’nun camilerinin hemen hemen çocuğunun araştırması yapıldığı halde, Habîb Neccâr Camii ve etrafındaki binalar hakkında araştırma yapılmamıştır. [1]

“Kur’an, Romalılar devrine ait bir kıssadan bahsetmektedir. Çünkü Eshab-ı Kehf İsa dinine inanmış bir grup gençti. Bu duruma göre mağaranın, Romalıların hüküm sürdüğü topraklarda bulunması icap eder. Gerek Tarsus, gerek Ürdün’ün başkenti Amman toprakları, eski Romalıların hâkimiyet alanı içine giren yerlerdir.” [2]

KİLİKYA

Antik coğrafya yazarı Strabon (İ.Ö. 63 – İ.S. 21), Tarsus’un başkent konumunda bulunduğu Kilikya bölgesini Cilicia Trachea (dağlık Kilikya) ve Cilicia Pedias (ovalık Kilikya) olarak ikiye ayırmaktadır. Silifke, Mersin, Tarsus, Adana ve çevresi ovalık Kilikya’da yer almaktadır. Bölge, dört nehir tarafından verimli bir yer olarak anılmaktadır. Bu nehirler: Calicadno (Göksu nehri), Cidno (Tarsus çayı), Saros (Seyhan nehri) ve Piramos (Ceyhan nehri) bölgeyi bir taraftan deniz diğer taraftan ise sadece birkaç noktadan geçit veren Toros dağları çevirmektedir. En önemli geçitlerden biri de “Kilikya Kapısı” diye adlandırılan ve Pozantı yolu üzerinde bulunan dar bir geçittir.

Büyük İskender, Kleopatra ve Çiçero gibi ünlü isimleri barındıran Kilikya bölgesinin Hıristiyanlık tarihi ve inancı için de önemi büyüktür: Tarsus, Aziz Pavlus’un doğduğu şehirdir. Havarilerin İşleri kitabında, Mesih İsa’nın imanlılarına yapılan zulümden dolayı Filistin’den kaçan Hıristiyanların bu bölgelere gelip yerleştikleri anlatılmaktadır.

Pavlus, Romalılar tarafından tutuklandığı zaman kendini şöyle tanıtmıştır: “Ben Kilikya’dan Tarsuslu bir Yahudi, hiç de önemsiz olmayan bir kentin vatandaşıyım”. Pavlus Hıristiyanlığı Filistin’de kabul ettikten sonra, o zamanki Yahudiler tarafından tehdit edilince tekrar doğduğu kent olan Tarsus’a gelmiştir. Orada uzun bir süre kaldıktan sonra Hıristiyanlığı yaymak için Tarsus’tan yola çıkıp Antakya’ya gelir. Antakya’dan Kıbrıs’a, oradan da Antalya, Perge, Yalvaç (Antiochia di Pisidia), Konya, Hatunsaray (Listra) ve Kertihöyük’e (Derbe) gider. Sonra tekrar aynı yoldan, bu defa Kıbrıs’a uğramadan Antakya’ya döner. Aziz Pavlus, ikinci seyahatinde ise Antakya’dan Kilikya’ya gelir. Buradan ise direkt Kertihöyük’e gider. Pavlus’un buraya varması için iki yol vardı: Ya Kilikya Kapısını geçerek Pozantı üzerinden, yani “Via Tauri” diye adlandırılan yoldan ya da Mersin (İçel), Silifke (Seleucia di Isauria), Mut (Claudiopolis), Karaman (Laranda) üzerinden buraya varır. Derbe, Kilikya ile sınırlı olan Likaonia bölgesinin bir şehriydi. Pavlus, bundan başka Anadolu’nun birkaç şehrine uğradığı iki seyahat daha yapmıştır. Günümüzde buralara “Viaggi di S. Paolo” (Aziz Pavlus’un Seyahatleri) adı altında İnanç Turizmi kapsamında turlar düzenlenmektedir.

Tarsus şehri Pavlus’tan başka, IV. yüzyılda yaşamış olan Diodoro adlı bir kilise büyüğünün şehridir. Diodoro 378 yılında Tarsus episkoposluğuna getirilir. O zamanki dini sapkınlıklarla mücadele etmiş olup yazdığı eserlerinden birçoğu günümüze kadar varmıştır.

Bir başka kilise büyüğü olan Teodoro ise eski adı Mopsuestia olan bugünkü Misis-Yakapınar’da V. yüzyılda yaşamış olup buranın episkoposluk görevini üstlenmiştir. Teodoro Kutsal Kitab’ın yorumcularının en büyüklerinden biri idi. Diodoro ve Teodoro, o zamanlarda çok ünlü ve merkezi Antakya’da olan “Kutsal Kitab’ın” yorumunun yapıldığı okulun en tanınmış yorumcuları arasında bulunmaktaydılar. Bu ve bunun gibi bölgelere ise günümüzde “I Padri della Chiesa” (Kilise büyükleri) adı altında turlar düzenlenmektedir.

Tarsus’ta Hıristiyanlığın ilgisini çekebilecek yerler Saint Paul kuyusu ve kuyunun bulunduğu eski evlerin yer aldığı mahalleden başka, kuyunun hemen arkasındaki caddede ortaya çıkartılan antik yoldur. Buna bağlı olarak Sağlıklı Köyündeki Roma yolunun da değerlendirilmesi bu bölgeye olan ilginin artmasını sağlar. Çünkü Aziz Pavlus’un geçtiği yol bu idi. En önemlisi ise inanç turizmi kapsamında gelen hacıların ibadetlerini yapabilecekleri bir ortamın bulunmasıdır. Bunun için de haçlılardan kalma eski kilise en ideal yerdir. Misis’te ise Nuh’un gemisinin yer aldığı eski bir kilisenin taban mozaiği halen görülebilmektedir, hemen yanında bulunan antik köprüde oraya olan ilginin artmasını sağlar.

Mersin-Karaman yolu üzerinde ise ilk Hıristiyanlık mimarisinin en güzel örneklerinin yer aldığı V-VII yüzyıllardan kalma antik kiliseler bulunmaktadır. Ne yazık ki tümü harap olmaya terkedilmiş durumdadır, şayet herhangi bir önlem alınmazsa kısa bir süre içerisinde yok olmaya yüz tutmuşlardır. Bu kiliseler, antik bir şehre veya manastırlara ait idi. Tüm bu şehirler hâlâ görülebilen antik yollarla birbirlerine bağlıydılar. Kanlıdivane’de (Kanytelis) doğal bir çöküntünün çevresinde V-VI. yüzyıllarda en az beş tane kilise inşa edilmiştir. Birçok kilisenin bir arada bulunmasının nedeni o yörenin kutsal sayılmasına bağlanabilir. Bu yörede bulunan kiliseler, o dönemin en güzel örneklerindendir. Kızkalesi (Korikos) ve çevresinde birkaçı görülmeye değer 10-15 kilise kalıntısı bulunmaktadır.

Canbazlı’da üç nefli muhteşem bir kilise hâlâ ayakta durmaktadır. Işıkkale’de bir şehir kilisesi ve haç işaretleriyle donatılmış antik Hıristiyan lahitleri bulunmaktadır. Karabaklı’da ise antik şehrin merkezinde çifte bir kilise bulunmaktadır.

Öküzlü’de ise büyük bir kilise ve hemen yanındaki tepelikte ise kutsal sayılan ve bu nedenle antik bir haç yeri olduğu tahmin edilen daha ufak bir kilise bulunmaktadır, Tisan’da (Afrodisia di Cilicia) büyük bir kilisenin taban mozaiği halen sağlam bir durumdadır.

Bazı durumlarda çevredeki antik bir şehrin birden fazla kilisesi vardı. Boğsak adasında V. yüzyıldan kalma en azından dört kilisenin kalıntısı bulunmaktadır. Yanıkhan’da iki, Ermizeli ve Karadeveli de ise üçer kilise bulunmaktadır. Köşkerli’deki, kilisenin önünde ise 6,5 metre yüksekliğinde tek bloktan oluşan (monolitik) bir sütun bulunmaktadır. Tahminlere göre bu kilise, VI. yüzyılda yaşamış olan stilit rahiplerine ait idi. Stilit rahiplerinin özellikleri ise hayatlarının bir bölümünü insanlardan uzak ve Allah’a daha yakın olmak için bu sütunların üzerinde geçirmeleridir. En önemli Stilit Manastırı ise, Antakya-Samandağı yolu üzerinde bulunan Saint Simon Stilit Manastırıdır.

Bu çevrede bulunan şehir veya manastır kiliselerin mimari şekli genelde bazilika tipi yapılardır. Çoğunda üç kemerle açılan bir dış nartex, sütun ve kemerlerle birbirinden ayrılan üç nefli kiliselerdir. Ana nef, içten at nalı şeklinde, dıştan ise düz bir duvar görünümünde olan bir absidle son bulmaktadır. Kiliselerde genelde kadınlara mahsus “matroneo” denilen ikinci bir kat da bulunmaktadır. Genelde absidlerin sağında ve solunda “diakonikon” ve “protesis” adı verilen ve kiliselerin gerçektende antik olduklarını kanıtlayan birer oda bulunmaktadır. Silifke-Taşucu yolunda, İmparator Zenon tarafından V. yüzyılda yapılan ve Tekla’ya adanan kilisesi hariç tüm bu kiliseler, bir kubbe ile değil de normal bir çatı ile örtülüydüler.

Kiliselerden bazıları ise eski bir tapınağın üzerinde kurulmuş veya o tapınakta yapılan değişikliklerle elde edilmiştir. Bunlardan bazıları Silifke’de (Seleucia), Uzuncaburç’ta (Diocesarea), Ayaş’ta (Elaiussa-Sebaste) ve Cennet mağarasında (Korykon Antron) bulunmaktadır.

Karaman-Mut yolu üzerinde bulunan Alahan Manastırı ise görülmeye değer en güzel eserlerden biridir. Manastır harabeleriyle haç şeklinde bir vaftizhane ve iki kilisenin bulunduğu yapı V. yüzyılda inşa edilmiştir. Halen çok güzel bir şekilde korunmuş olan doğu kilisesi, vaftizhane ve “Havarilerin Kilisesi“nin kabartmalarının tüm yörede hiçbir benzeri yoktur.

Hıristiyanlık tarihi açısından çevredeki en önemli kilise ise Silifke-Taşucu yolu üzerindeki Aya Tekla veya diğer adıyla Meryemlik olan kilisedir.

II. Yüzyılda “Aziz Pavlus’un Yaşamından Alıntılar” adı altında bir kitap yazılır; bu kitapta Pavlus’un Antakya’dan hareket ederek Konya’ya gelişi ve orada Santa Tekla’yı tanıması anlatılmaktadır.

Pavlus’u Konya’da karşılayacak olan kişi onu tanımadığı için, Pavlus’u tanıyan Tito adlı başka biri Konya’daki kişiye Pavlus’un fizikî yapısını anlatır. Pavlus’un bu fizikî tanıtımı o andan itibaren günümüze kadar dünyanın tüm kiliselerinde ressamlar tarafından hep o şekilde resmedilmiştir.

Pavlus’un Konya’da iken vaaz verdiği ev Tekla’nın evinin yanındaydı, Tekla, sürekli olarak evinin penceresinden Pavlus’un konuşmalarını dinliyordu. Bunun sonucunda Tekla putperestiliği bırakıp, Hıristiyan olmak ister. Ailesi ve nişanlısı buna karşı gelir, her şeye rağmen Tekla’nın ikna olmadığını gördüklerinde onu hapsederler, gene bir sonuç alamayınca onu ölüme mahkûm ederler ve yakılmak üzere tiyatroya götürülür. Fakat Allah yağmur yağdırır ve ateş ona hiçbir zarar vermez. Tekla mucizevî bir şekilde kurtulur ve Pavlus’u aramaya koyulur. Bu arada Tekla yeniden yakalanarak tiyatroda vahşi hayvanlara yem olarak atılır, fakat Allah onu tekrar mucizevî bir şekilde kurtarır. Tekla Pavlus’u Demre’de bulur. Tekla da Pavlus gibi İncil’i yaymağa başlar. Konya’ya oradan da Silifke’ye gider. Silifke’de de İncil’i duyurduktan sonra orada ölür. Öldüğü yer o kadar çok ziyaretçi akınına uğrar ki, bunun sonucu olarak IV. yüzyılda Tekla’nın sığındığı mağara bir şapele dönüştürülür (şehitlik) ve üzerinde, ona adanmış üç nefli büyük bir bazilika yaptırılır. Bunun, yaklaşık olarak 150 m. kuzeyinde ise V. yüzyılda Bizans İmparatoru Zenon tarafından bir kilise daha yaptırılır. Bu kilise bir imparatorluk yapısı olup bölgede bulunan haç şeklinde yapılmış ve kubbe ile örtülü olan tek kilisedir. Ne yazık ki günümüze çok küçük bir bölümü varmıştır.

Buradan Tekla’nın ünü dünyanın her tarafına yayılır. Milano’da IV-V. yüzyıllarda inşa edilen şehrin en önemli episkoposluk katedrali Aya Tekla’ya adanır ve onun adı verilir. [3]

 

BÖLÜM IV

MUHTEŞEM TABİAT MANZARALARI

Karadeniz sahilinde yer alan Trabzon, Miletli kolonistler tarafından M.Ö. 7. yüzyılda kurulmuştur. Trabzon, Bizans’la beraberliği olan Comnene Devleti’nin başkenti idi. 1461’de Osmanlılar kenti ele geçirene kadar burada Bizanslılar hüküm sürdüler. Asırlarca cami olarak kullanılan ve şimdi Ayasofya Müzesi olan 13. yüzyıl kilisesi Hıristiyan eserlerinin Trabzon’daki incisidir. Bizans resminin en ince örnekleri olan görkemli freskler, iç duvarları kaplamaktadır.

Altındere Milli Parkı’nda bulunan ve 14. yüzyılda yapılan Sumela Manastırı (Bulutların üzerindeki Manastır), derin bir boğaz üzerindeki 270 metre yükseklikte bir yamaca kurulmuştur. Keşişlerin hayat mekânlarıyla çevrili manastırın ana kilisesi, içeriden ve dışarıdan muhteşem freskler ile kaplanmıştır.

Trabzon’un güneydoğusundaki dağlarla çevrili Uzungöl, mükemmel bir kamp, yürüyüş, dinlenme, dağcılık ve balık avlanma yeridir.

Rize, şişkin yeşil yastıklara benzeyen çay bitkisiyle kaplanmış, dağ eteklerinin aşağısında kurulmuştur. Bu tipik Karadeniz sahil şehrinin, 16. yüzyılda inşa edilmiş İslâm Paşa Camii ve Cenevizli Kalesi’nin kalıntıları mutlaka görülmelidir. Ziraat Parkı’ndan, bütün bölgenin muhteşem panoraması görülebilir. Karaya yönelirseniz, bir dağın tepesinde kurulu güzel, şirin Çamlıhemşin İlçesi ile karşılaşırsınız. Hemen yanında Bizans zamanından kalma taş köprüleri ve Zil Kalesi ile Fırtına Vadisi bulunmaktadır. Bölgedeki Ayder Kaplıcaları’nın şifalı sularında dinlenmek için mutlaka kendinize zaman ayırın. Dağa tırmanmayı seviyorsanız burası, Kaçkar Dağları Milli Parkı içinde bulunan Kaçkar Dağları’na tırmanmak için iyi bir başlangıç yeridir. Farklı florası ve faunasıyla harika bir dağ gölü olan Karagöl’e Artvin yolundan sapılarak ulaşılabilir. Artvin yolu, yeşil manzaranın kıraç kayalara dönüşüverdiği Cankurtaran Dağ Geçidi’nden geçer. Hatilla Vadisi Milli Parkı, bu bölgede görülmeye değer diğer güzel bir yerdir. Sarp yamaçları ve dik düşeltileriyle park içindeki kanyonlar bayağı dramatiktir. Kendine has mikro iklimi sayesinde, hem Akdeniz hem de Karadeniz florası park içinde yeşermektedir.

Dolambaçlı bir dağ yolu sizi Artvin’e götürür. Kentin 16. yüzyıl kalesi, kayalık çıkıntıları taçlandırır. Dağ tarafında daha yukarılara yayılan Artvin, bu bölge için tipik eski Türk evleriyle hoş bir şehirdir. Ortaçağda bu bölge Gürcü egemenliği altındaydı. Bu yüzden Artvin çevresinde, Gürcü geçmişine ait kalıntılar bulunmaktadır. Harika manzaralara sahip yollar sizi, bu dönemden bir miras gibi kalan kilise ve yerleşim harabelerine götürür. Bunlardan en iyi korunmuş olanlar Yusufeli İlçesi’ndeki; Barhal, İşhan, Hamamlı, Dört Kilise, Köprügören ve Tekkale’dir. Eskiden bir Gürcü başkenti olan Ardanuç, bölgedeki en uzun kanyona bakan ünlü bir kaleye sahiptir.

Artvin’in doğusunda Şavşat bulunur. Burası, baharda yabanî çiçekleriyle ve kelebekleriyle kaplı çayırlarıyla harika manzaralar arz eden bir dağ ilçesidir. Burada bir kadın örme eğitim merkezi kurmuştur. Karagöl-Sahara Milli Parkı en güzel dağ göllerinden biri olan Karagöl ve ünlü Sahara Yaylası’na sahiptir.

 

BÖLÜM V

KELTLERİN GİZEMİ

Avrupa’nın yerli halklarından olan Keltler (Galler), M.Ö. 4. yüzyılda Romalıların baskısıyla karşılaştılar. Bunun sonucunda bazı Kelt kabileler, Balkanlar üzerinden Boğazları geçerek İç Anadolu’ya göç ettiler. Tarihî kayıtlara göre Ankara, ilk olarak Keltler tarafından kuruldu. Ankara, ilk Kelt başkentlerinden birisidir. Denizleri seven Keltler yeni şehirlerine, Kelt dilinde “çapa” anlamına gelen Ancyra ismini verdiler. Ankara, Yozgat, Sivas, Konya ve Kapadokya’yı içine alan Kelt bölgesi, Roma İmparatorluğu himayesine girdikten sonra da canlılığını devam ettirdi. Ankara’daki tarihî mimari eserlerin en önemlisi olan Augustos Tapınağı, M.S. 1. yüzyılda Kelt Kralı Pylamenes tarafından yaptırılmıştır. Duvarlarında Roma İmparatoru Augustos’un kendi başarılarını anlattığı “Politik Vasiyeti” yazılıdır. 5. yüzyılda tapınak, Bizanslılar tarafından kiliseye dönüştürülmüştür. Tapınaktan görünümü muhteşem olan Ankara Kalesi izlenebilir. Kalelerin hemen yanındaki Anadolu Medeniyetleri Müzesi Hatti, Frig, Urartu, Hitit eserlerini ve diğer hazineleri barındırır. Hacıbayram Camii, 15. yüzyılda yapılmıştır. Tavanı ahşap olan camiin, ahşap üzerine boyalı minberi ve mihrabı görülmeye değerdir. Camiin yanında Hacı Bayram Veli’nin türbesi bulunur. Ankara’nın en büyük camii olan Kocatepe Camii 16. yüzyıl estetiği ve 20. yüzyıl teknolojisinin bütünleşmesiyle gerçekleştirilmiştir. Ankara’nın Anıttepe semtinde bulunan Anıtkabir, tarihî ve modern Anadolu mimari stillerinin uyumlu bir sentezi olarak görülebilir.

Önemli erken dönem Hatti ve Hitit yerleşim bölgeleri Ankara’nın kuzeydoğusundaki Çorum’da bulunan Boğazkale-Alacahöyük Milli Parkı içindedir. Kral Kapısı, Aslan Kapısı ve Yer Kapısı ile etkileyici çift duvarlar, bugün Boğazkale olarak bilinen Hitit başkenti Hattuşaş’ı çevreler. Şehirdeki 70’ten fazla tapınak, burayı Hititlerin dinî merkezi haline getirmiştir. Hattuşaş’ın doğu yakasındaki, M.Ö. 13. yüzyıldan kalma Yazılıkaya Açık Hava Mabedi’nde bütün Hitit tanrılarının ve tanrıçalarının rölyefleri yer alır. Yeşilırmak (İris) Nehri’nin bir dar boğazına kurulmuş olan Amasya’nın tarihi M.Ö. 3. yüzyıla dayanır. Kale kalıntıları, sarp kayaların üzerinde yer alır. Şehrin üzerindeki kayalıklar üzerine oyularak yapılmış olan Roma Kaya Mezarları, geceleri aydınlatılır ve ortaya muhteşem bir görüntü çıkar. Tabiî çevrenin güzelliği ile harika mimarî miras birleşerek bu şehre, Türkiye’nin en güzel şehirlerinden biri unvanını verir. Bunların yanında; 13. yüzyılda Selçukluların yaptığı Burmalı Minare Camii, Toruntaş Türbesi, Gökmedrese Camii ana girişi etrafındaki harikulâde güzel kabartmalarıyla 14. yüzyıl İlhani Hastanesi, 15. yüzyıl Beyazıt Camii-Külliyesi ve alışılmadık mimarî konuma sahip sekizgen Kapı Ağa Medresesi de ziyaretçilerin ilgisini çekecektir.

Yine Yeşilırmak kıyısında bulunan Tokat, tabloya benzeyen ve estetik bir görünüm veren birçok Selçuklu ve Osmanlı mimarî eserini barındırır.

Ortaçağ’da önemli bir ticarî merkez olan Sivas, İran’dan Bağdat’a giden kervan yollarının ortasında yer almaktaydı. 1142 ve 1171 yılları arasında Danişment Beyliği’nin başkenti olan Sivas, Selçuklular zamanında da çok önemli bir merkezî şehir oldu. Ulu Cami Danişment Beyliği’nden kalmadır. 13. yüzyılda Selçuklular tarafından yapılan, içerisinde bir hastane ve tıp okulu olan İzzettin Keykavus Şifahânesi, portalı çok güzel bezenmiş Gök Medrese, çift minareye sahip Çifte Minareli Medrese ve Buriciye Medresesi Selçuklu dönemi estetiğini yansıtırlar. Sivas’ın güneyinde bulunan Kangal, Türkiye’nin en ünlü köpek türünün vatanıdır. Kangal (Canis Galliensis), M.Ö. 3. yüzyılda Galatlar ile Anadolu’ya getirilmiş ve safkan olarak günümüze kadar İç Anadolu Bölgesi’nde yaşayagelmiştir. Çoban köpeği olarak kullanılan sadık altın tüylü bu hayvanlar, polis ve güvenlik işlerinde de kendilerini ispatlamışlardır.

Divriği, 12. ve 13. yüzyıllarda Türk Mengücek Beyliği’nin başkenti olmuştur. Biraz yoldan uzak kalmasına rağmen ziyaretçiler, 1229’da yapılmış olan Ulu Cami ve Medresesi’ni görmek için gelirler. Selçuklu taş işleme sanatının hayvan ve çiçek oymalarının en coşkulu örneklerine bu yapıların ana partellerinde rastlanır. UNESCO burasının Dünyanın önde gelen kültürel miras bölgelerinden biri olduğunu deklare etmiştir.

“SEVELİM, SEVİLELİM!”

Yunus Emre, 13. yüzyıl.

Hıristiyan haçında O’nu aradım, ama O orada değildi. Hinduların tapınağına ve eski keşişlerine gittim, ancak, hiçbir izine rastlamadım. Dağlarda ve vadilerde aradım. Ne yükseklerde, ne de derinlerde bulabildim O’nu. Mekke’ye gittim, ama O orada da yoktu.

Bilim adamlarına ve filozoflara sordum, ama O, onların kavrayışının ötesindeydi.

Sonra kalbime baktım ve O’nun orada yaşadığını gördüm.

O’nu başka yerde aramaya gerek yok.

Mevlânâ, 13. yüzyıl

Türkiye’nin kesintisiz oturulan en eski yerleşim birimlerinden biri olan Konya, Romalılar zamanında İkonium olarak bilinirdi. 12. yüzyıl ile 13. yüzyılda Selçuklu Türkmenlerinin başkenti olan şehir, Türkiye’deki en uzun süreçli kültürel merkezlerin başında gelir. Kültürel, politik ve dinî gelişme dönemi esnasında, Mevlânâ Celaleddin Rumi Dünya’da “Dönen Dervişler” olarak tanınan bir sûfi tarikatı kurdu. Mevlânâ’nın dikkat çeken yeşil türbesi, Konya’nın en ünlü eseridir. Türbeye bağlı olan derviş bölümü, şimdi bir müze olarak kullanılmakta ve Mevlânâ’nın eserlerinin el yazmalarına, bu mistik tarikatla ilgili çeşitli eşyalara ev sahipliği yapmaktadır. Her yıl Aralık ayının ilk yarısında bu dinî tören “Vuslat” töreni adıyla sembolik olarak Mevlânâ’nın anısına tekrarlanır. Beyaz uzun elbiseli erkeklerin kontrollü, transa geçmeye benzeyen dönüşleri yani seması, izleyici için muhteşem bir gösteri arz eder. Şimdi müze olan Karatay Medresesi, güzel ve çekici Selçuklu çinilerine sahiptir. Hemen yanında 1258’de yapılan İnce Minareli Medrese vardır. Muhteşem barok kabartmalarla süslü portalı dikkate değerdir.

Konya’nın kuzeybatısında Eskişehir yakınlarında Seyitgazi İlçesi bulunur. Dağ yamacında, şehrin yukarısında; Arap ordularının komutanı olan, Bizanslılarla yapılan bir savaşta ölen ve buraya gömülen Seyit Battal Gazi’nin anısına, 13. yüzyılda yapılan külliye bulunmaktadır. Bu muhteşem külliye görülmeye değer güzelliktedir.

Seyitgazi’nin kuzeydoğusunda Yunus Emre Köyü (Sarıköy) yer alır. 14. yüzyılın büyük Türk şairi, mutasavvıfı Yunus Emre burada gömülüdür. Aşk ve insan sevgisi mesajlarıyla yüklü şiirleri, bugün değerinden hiçbir şey kaybetmeden yaşamaktadır. UNESCO 1991 yılını Hoşgörü Yılı olarak ilân etmiş ve Yunus Emre’ye adamıştır.

MİSTİK, SİHİRLİ PERİLER ÜLKESİ KAPADOKYA

Eline, diline, beline hâkim ol,

Ne ararsan kendinde ara,

İlmin aydınlatmadığı yol karanlıktır.”

Hacı Bektaş-ı Veli, 13. yüzyıl

Asırlar önce, Erciyes ve Hasan Yanardağlarının patlamalarının sonucunda, Nevşehir’i çevreleyen vadiler, lav, kül ve çamurdan meydana gelen tüf ile kaplandı. Rüzgâr ve yağmur bu yumuşak kayaları aşındırarak kırmızıdan altın rengine yeşil ve griye uzanan renk yelpazesinde kaya konileri, şapkalı kuleler ve aşınmış vadiciklerden oluşan muhteşem sürrealist manzaralar yarattı. Yörenin yerli halkı bu şapkalı kulelere “Peribacaları” ismini vermiştir. Kapadokya bölgesindeki “Göreme Milli Parkı” tabiî çevre ile insanoğlunun eserlerinin böylesine mütevazı bir şekilde iç içe geçtiği ender yerlerden biridir. Bizans döneminde kiliseler, şapeller ve manastırlar kayaların içine oyulmuştu. Bugün bile içinde yerleşim süren k a y a l a r a   o y u l m u ş mağaralar ve volkanik tüften yapılmış köy evleri manzara ile uyum içinde kaynaşmıştır.

Göreme Milli Parkı’nın kuzeyindeki Hacıbektaş’ta, bugün müze olarak kullanılan Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi vardır. Bektaşi Tarikatı’nın ünlü sûfi derviş önderi burada gömülüdür. 14. yüzyılda yapılan külliye içinde bir türbe, bir cami, bir misafirhane, bir mutfak ve bir dilek ağacı bulunur. Hacı Bektaş-ı Veli kadınlara değer veren, toplum içindeki statülerini onurlandıran, eğitimlerini destekleyen ünlü bir Türk filozofudur.

Düşünce sistemi; mantık, bilgi, aşk, saygı ve eşitliğe dayanır.

Hacıbektaş’ın güneydoğusunda Romalılar zamanında Caesarea olarak bilinen Kayseri yer alır. Şehir, sönmüş bir yanardağ olan Erciyes Dağı’nın eteklerine yayılmıştır. 13. yüzyıl Huand Hatun Camii ve Medresesi ile Mahperi Hatun türbesi, Anadolu’daki ilk Selçuklu Külliyesi olan Huand Hatun Külliyesini meydana getirir. Külliye’nin güneyinde, klasik sadeliğe sahip Selçuklu türbesi olan harika bezemelerle kaplı Döner Kümbet vardır. Önemli bir Selçuklu şehri olan Kayseri, bugüne kadar kalan tarihî binaların da yer aldığı birçok medresesi ile önemli bir eğitim merkeziydi. İlk Selçuklu anatomi okulu olan Tıbbi Tarih Müzesi’dir. Kayseri’nin kuzeyindeki eskiden Karum olarak bilinen Kültepe, Hititlilerin en eski ticarî kentlerinden biriydi. M.Ö. 2000 yılında Kültepe, Dünya’da ilk serbest ticareti başlatan kent olmuştur.

 

BÖLÜM VI

AZİZ PAUL’UN İZİNDE

Antalya, Bergama Kralı II. Attalos tarafından M.Ö. 159 yılında kurulmuştur. Daha sonraları Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar bu şehirde yaşadılar. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından 13. yüzyılda inşa edilen şehrin merkezindeki Yivli Minareli Cami’in minaresi, Antalya şehrinin sembolü haline gelmiştir.

Keskin kontraslardan oluşan harika manzaralar ile çevrili Antalya Körfezi, Türkiye’nin en önemli tatil bölgesidir. Körfezin merkezinde yer alan Antalya; tarihî anıtları, palmiye gölgeli bulvarları ve ödül kazanmış Kaleiçi; dar, kıvrımlı yollar ve eski ahşap evleri ile eski şehir surlarına yaslanır.

Antalya’nın hemen doğusunda Perge yer alır. İlk olarak M.Ö. 1500’lerde Hititliler tarafından yerleşime açılan Perge, eski Pamfilya bölgesinde önemli bir şehir idi. Aziz Paul, bu şehri ilk misyoner yolculuğunda ziyaret etmiştir. Tarihî kentte, görülmeye değer birçok mimarî eser ve anıtlar bulunur. Perge’nin doğusunda, antik çağdan kalan en iyi örnek olan ve tiyatrosuyla bilinen Aspendos yer alır. Bugün hâlâ kullanılan tiyatronun; koridorları, sahne dekorasyonu ve akustiği mimarînin başarısını onaylar. Hemen yanında bazilika, agora ve Anadolu’nun en büyük su kemerinin kalıntıları vardır.

Antalya’nın kuzeyinde Yalvaç (Pisidian Antioch) yer alır. Yalvaç, tarihin en önemli kentlerinden biri idi. Kentin, Hıristiyanlığın Dünya’nın en büyük dinlerinden biri konumuna gelmesinde büyük katkıları olmuştur. Aziz Paul, buraya gelerek vaazlar vermiştir. Yalvaç’ın kalıntıları arasında; Aziz Paul Bazilikası, Augustos Mabedi, bir tiyatro, caddeler, büyük meydanlar, su kemerleri ve iyi korunmuş hamamlar vardır.

NOEL BABA’NIN MİRASI

Antalya’nın batısındaki Likya Bölgesi Anadolu’nun soylu ruhlarının yaşamış olduğu bölgelerinden birisidir. Bir ruhun soylu olması için; bilim adamı olması, insan sevgisi ile dolu olması, sanatı sevmesi ve hoşgörülü olması gerekir. Anadolu’nun soylu ruhları, hümanist prensipleri koruyup M.S. 4. yüzyıla kadar geliştirdiler. Devam eden yüzyıllarda düşünceleri, bütün batı dünyasına yayıldı ve saygı kazandı.

Sonraları Noel Baba ve Aziz Claus olarak da bilinen Aziz Nicholas, İncil’de adı geçen liman şehri Patara’da doğmuştur (6 Aralık M.S. 240). Genç Nicholas, cömert bir insan olarak büyüdü ve rahip okuluna girdi. Ebeveynleri ölünce, ona büyük miktarda para bıraktılar. Kendine harcamak yerine bu parayı ihtiyacı olanlara ve fakirlere dağıttı. İyilik yapmanın doğru yolunun, karşılık beklemeden cömertçe paylaşma olduğuna inanıyordu. Uzun yıllar Patara’nın doğusundaki Demre (Myra)’de yaşadı. Bu hikâye onun nasıl piskoposluğa yükseldiğini anlatır:

“Bir sabah erkenden her gün yaptığı gibi kiliseye gitti, bütün kilise yetkililerinin toplanmış olduğunu görünce şaşırdı. Kilise yetkilileri ona doğru koştu ve bağırmaya başladı: -Yeni piskoposumuzu selâmlayalım! Nikolas, kulaklarına inanamıyordu. Bir tanesi açıkladı:

_ Eski piskopos birkaç gün önce öldü. O günden beri kimin piskopos olacağı konusunda tartışıp duruyoruz ama bir türlü anlaşamadık. Dün gece dua ederken bir ses duyduk, şöyle diyordu:

_ Yarın bu kiliseye gelecek ilk kişiyi piskopos olarak seçin! Bütün geceyi burada geçirdik ve şimdi dualarımız kabul oldu. Bu kiliseye ilk giren sensin. Nikolas’ı selâmlayın, Myra’nın yeni piskoposu (M.S. 285)…”

Böylece Nikolas, Myra’nın piskoposu oldu ve her zamanki gibi cömert bir insan olarak kaldı. Hayatı boyunca birçok mucize gerçekleştirdi; Myra’yı kıtlıktan, denizcileri gemi kazalarından ve masum insanları kötülüklerden korudu. Özellikle fakir çocuklar ve genç kızlarla ilgilendi, onlara çeyiz bağlayarak evlenmelerine yardım etti.

Bu hümanist piskopos Myra’da ölmüştür (M.S. 342). Halk tarafından sevilen ve sayılan biriydi. Onun hakkında sadece iyi şeyler söylediler. Nikolas o kadar seviliyordu ki, anısına bir kilise yaptırıldı. Ona duyulan büyük saygı nedeniyle Ortaçağda kemiklerinin bir kısmı İtalyan denizciler tarafından İtalya’ya taşındı. Aziz Nikolas’ın imajı; İtalya’dan Fransa’ya, Fransa’dan Almanya’ya ve Hollanda’ya, Hollandalılar tarafından Amerika ve İskandinav ülkelerine taşındı. İskandinav ülkelerinden Finlandiya’da Anadolulu Noel Baba’ya kırmızı kürkler giydirildi. Onun doğum günü olan 6 Aralık, her yıl kutlanmaya başlandı ve aziz Nikolas Noel tılsımının vazgeçilmez bir unsuru haline geldi.

İncil’de adı geçen Myra şehrinde, muhteşem Roma Tiyatrosuna bakan, harika oymalara sahip birçok kaya mezarı vardır. Dalyanağzı (Andriake)’ndan, Noel Baba’nın en sevdiği yer olan Kekova’ya yelken açabilirsiniz. Kekova; tablovari adalar, sayısız koy ve eski Likya şehirlerine sahip bölgenin adıdır. Van Gogh’un resimlerindeki renkler (mavi gökyüzü, turuncu gün batımları), yıldızlı geceler, barış ve huzur, turkuaz tonların vals yaptığı bir Akdeniz, oynaşan yunuslar, mitolojik efsaneler, kentler ve Noel Baba’nın ruhu!.. Kekova bütün bunları size sunar. Ayrıca, burası yelkencilik ve yatçılık için bir cennettir.

Kekova’nın batısında, sevimli bir tatil beldesi olan Kaş yer alır. Burada daha fazlasını keşfetmek isterseniz de; koyların, kumsalların ve körfezlerin sonu gelmez. Yerli balıkçılar arkadaş canlısıdır ve sizi popüler sahil koylarına, su taksileriyle götürmekten mutluluk duyarlar. Kaş etrafındaki koylar kirletilmemiştir, bu yüzden yüzme sevenler için idealdir. Kaş, sualtı dünyasını keşfetmek isteyen dalgıçlar için de mükemmeldir.

Kaş Tiyatrosu’nu ve şehir merkezindeki Likya lahitleri’ni mutlaka görün. Bu sizi Kaş’ın Antiphellos olarak anıldığı zamana götürecektir. Kaş’ın daha batısında, pitoresk tatil beldesi Kalkan ve daha batıda da Noel Baba’nın doğduğu kent olan tarihî Patara kenti bulunur. Likya bölgesinin tarihteki en önemli liman kenti olan Patara, aynı zamanda güzel sanatlar tanrısı Apollo’nun da doğduğu kent idi. 22 Kilometre uzunluğundaki Patara Plajı, Avrupa’nın en uzun ve geniş kuma sahip plajıdır. Ayrıca yine Patara Plajı Dünya’nın en iyi dokuzuncu plajı seçilmiştir.

 

BÖLÜM VII

ANADOLUNUN YEDİ KİLESESİ

Evangelist Aziz John tarafından İncil’in Vahiy bölümünde, Anadolu’nun Yedi Kiliselerinden bahsedilmiştir. Bu yedi şehir, ilk Hıristiyanlığın kutsal topraklarından batıya doğru yayılışında önemli rol oynamıştır.

1)      İZMİR (SMYRNA) :Ege’nin İncisi”, el yapımı dantele benzeyen kıyı şeridinde kurulmuştur. Bu bölge, batı medeniyetlerini kuranların “sonsuz bahar ve uyum” topraklarıdır. Homer, burada doğdu. Yedi kilisenin “çapa”sı olan İzmir’deki Aziz Polycarp Kilisesi en eskileridir.

2)      BERGAMA (PERGAMON) : Büyük kültür, sanat, medeniyet ve tıp merkezi idi. Türkiye’nin hayatta kalan en iyi arkeolojik merkezlerinden birisidir. Kızıl Avlu olarak tanınan bazalika bu şehirde kalan en eski kilisedir.

3)      AKHİSAR (THYATİRA) : Bu modern şehir üzüm bağlarıyla çevrelenmiştir. Thyatira Bazalikası’nın kalıntıları kent merkezinde bulunur.

4)      SART (SARDES) : Lidya Krallığının zengin başkentiydi. Artemis Tapınağı, darphane, altın arıtımevi, dükkânlar, jimnazyum ve büyük sinagog (M.Ö. 4. yüzyıldan kalma) şehrin en eski bölgelerini oluşturur. Artemis tapınağı, Hıristiyanlığın yükselmesiyle beraber kiliseye dönüştürüldü.

5)      ALAŞEHİR (PHİLADELPHİA) : Kardeşçe sevginin şehri olarak da bilinen Alaşehir, eski Anadolu halklarının insan sevgisini ve hoşgörüsünü sembolize eder. Aziz John, bu şehirde oturanlar için iyi şeyler söyler. Beş Eylül semtinde bir Bizans bazilikasının kalıntıları vardır.

6)      ESKİHİSAR: Bugünkü Pamukkale beldesinin yakınındaki Laodikya’dır. Birçok kalıntı çevreyi kaplar. Aziz John, “Dikkat! Kapıda duran ve kapıyı çalan benim.” diye Laodikyalılara yazmıştır.

7)      EFES: Antik Efes, Türkiye’deki en önemli ve en çok turistin gittiği yerlerden biridir. Antik dünyanın yedi harikasından biri olan muhteşem mabet, Artemis’e adanmıştır. İnanışlara göre Aziz John, Meryem Ana’yı çarmıha gerilme olayından sonra Efes’e getirmiştir. Meryem Ana Efes’in yanında yer alan Bülbül Dağı’nda, küçük bir taş evde yaşamıştır. Hıristiyanlar için bir hac yeri olan ve Müslümanların da ziyaret ettiği buradaki ev, Vatikan tarafından resmen kutsanmıştır. Her yıl 15 Ağustosta burada dinî bir tören düzenlenir. Üçüncü Evrensel Konsül toplantısı, M.S. 431’de Efes’teki Meryem Ana Bazilikası’nda yapılmıştır. Efes’e komşu modern Selçuk İlçesinde, içerisinde mezarı olduğu söylenen görsel Aziz John Bazilikası ve bitişiğinde Selçuklular döneminden kalma İsabey Camii bulunur.

MENDERES NEHRİ BOYUNCA KIVRILIRKEN

Menderes Nehri, Denizli ve Aydın bölgesindeki en büyük nehirdir. Nehir, yılan gibi sola ve sağa kıvrılarak Ege Denizi’ne doğru akar. Menderes Nehri tarihteki ismiyle Meander Nehri ismini bu kıvrıla kıvrıla akmasından almaktadır. Menderes Nehri’nin geçtiği vadi boyunca, batı medeniyetlerine ışık tutacak kentler kurulmuştur. Bu vadi özellikle Priene, Milet, Didim, Heraklia, Nisa, Afrodisias, Hierapolis ve Kolossai gibi büyük tarihî şehirlerin yükselişine ve çöküşüne tanıklık etmiştir. Priene, dünyanın ilk planlı şehirlerinden biridir. Milet, büyük bir ticarî limandı. Birçok filozofun ve bilgenin doğum yeriydi. Güneşin yörüngesini tahmin eden, ince hesaplar yapan ünlü matematikçi Thales bunlardan biridir. Apollon’un Didim’deki muazzam mabedi, antik dönemdeki en kutsal yerlerden biriydi. Çamiçi-Bafa Gölü kuş meraklıları, yürüyüş sevenler, doğa sevdalıları ve fotoğrafçılar için ideal tabiî bir mekândır. Konstantinapole’den buraya gelen aykırı (ikonoklast) rahipler, Latmos Dağı’nın eteklerine ve göldeki adalara manastırlar, kiliseler ve şapeller kurdular. Heraklia şehri ile onun tarihî ve dinî binalarının hepsi Bafa Gölü kıyısındadır. Nisa, kıvrılarak giden Menderes Vadisi’ndeki önemli bir eğitim merkeziydi. Aşk tanrıçası Afrodit’e adanan Afrodisias, görülmeye değer krem renkli mermer binalara ve eşsiz mermer heykelleri olan bir müzeye sahiptir.

Muhteşem doğa harikası olan Pamukkale, göz kamaştıran beyaz travertenleriyle bir periler ülkesidir. Kalsiyum tuzları bakımından zengin termal kaynak suları bu fantastik terasları travertenleri, kıvrımları ve kümeleri oluşturmuştur. Sıcak su kaynakları, Romalılar zamanından beri tedavi edici özellikleri yüzünden kullanılmaktadır. Kalsiyum oluşumlarının hemen üzerindeki yaylada kaplıcalar ve sıcak havuzlar ile tarihî Hierapolis kentinin kalıntıları bulunmaktadır. Aziz Philip, bir zamanlar burada yaşamıştı ve anısına 5. yüzyılda yapılan sekizgen bazilika hâlâ görülebilir. Honaz Dağı Milli Parkı’nın doğusundaki Honaz Dağı harika dağ ormanlarıyla kaplıdır ve Ege Bölgesindeki en güzel ve yüksek zirvelerden biridir. İncil’de adı geçen Kolassai Kenti’nin kalıntıları dağın kuzey yamacından da görülebilir.

İSTANBUL

TÜM ZAMANLARIN HAZİNE ŞEHRİ

Burada Tanrı, insan, doğa ve sanat, insan gözünün bu dünyada görebileceği en muhteşem manzarayı yaratmıştır.

Lamartin

İstanbul, Dünya’da iki kıta üzerine kurulu tek şehirdir. Karadeniz’in, Marmara Denizi’nin ve Haliç sularının kaynaştığı İstanbul Boğazı’nın iki yakası üzerindedir. Bu muhteşem şehir bir zamanlar başkent olduğu üç büyük imparatorluğun (Doğu Roma, Bizans, Osmanlı) önemli emanetlerini korur. Doğu ve batı, geçmiş ve gelecek arasındaki eşsiz bağlantı, tabiî güzellikleri de beraberine alarak İstanbul ile bütünleşir.

Tarihî özelliklerinin yanında İstanbul, canlılığı ile de çekici bir şehirdir. Değişmeyen gökyüzünün, kubbelerin ve minarelerin altında hiç bitmeyen bir hareketlilik, bir kalabalık ve araçların trafiği vardır. Yatçılık, İstanbul‘da sevilen bir deniz sporudur. İstanbul’da tarihin en muhteşem kubbelerine, camilere, saraylara ve kalelere doğru yelken açılabilir. Dünyanın hiçbir yerinde rastlanamayacak boyutlarda, görsel tarihî eserlere yelken açarak yatla gitmenin keyfinin yaşanmasının yanında İstanbul, Boğaziçi ve adalarıyla birbirinden eşsiz tabiî güzellikleri yat severler için gözler önüne serer.

OSMANLI SANATININ HARİKALARI

Harika sarayları, olağanüstü kubbeleri ve 444 caminin görkemli minareleri ile İstanbul, dünyadaki en nefes kesen siluetlerden birine sahip olmasıyla ünlüdür. 1453’de Osmanlı Türkleri tarafından Bizanslılardan alındı ve Fatih olarak bilinen II. Mehmed tarafından yeni İmparatorluğun başkenti yapıldı.

1470’de Sultan II. Beyazıt hükümdarlığa geldi. Yönetimi sırasında imparatorluğunda yaşayan insanlara hoşgörü göstermiştir. 1492 yazında Sefardik Musevileri İspanya’dan atıldıklarında II. Beyazıt onların imdadına yetişti. Resmî bir ilân ile seferatları imparatorluğuna davet etti ve gemileriyle İspanya’dan taşıdı. Birçoğu İstanbul’a yerleşerek huzur içinde yaşadılar.

Kanunî Sultan Süleyman, Osmanlı Sultanları içinde en başarılısıdır. Onun yönetiminde Osmanlı İmparatorluğu altın çağını yaşadı.

Sultan Süleyman Yakındoğu, Kuzey Afrika ve Avrupa’da birçok ülkeyi alarak imparatorluğu genişletti. Ayrıca İstanbul’da birçok görkemli cami ve saray yaptırdı, orduyu, hazineyi ve yasaları yeniden yapılandırdı. Bu yüzden Kanunî olarak da bilinir.

Sinan, Osmanlı İmparatorluğu’nun altın çağındaki en değerli mimarıdır. İstanbul’daki Süleymaniye Camii, Mimar Sinan tarafından 1550 ve 1557 yılları arasında yapıldı. Bir tepe üzerine kurulan cami, köşelerindeki 4 minaresinin büyüklüğü ile dikkat çekicidir.

Mihrabın iç tarafı ve minber beyaz mermerlerle kaplanmıştır. Enfes vitraylar, caminin içine doğru camlardan gelen harika ışık huzmeleri oluşturur. Süleyman ve karısı Hürrem Sultan (Roxelena), caminin avlusuna gömülmüştür. Mimar Sinan da onların yanında yatmaktadır. Cami külliyesi; 4 medrese, dinî okul, bir tıp okulu, bir kervansaray, bir Türk hamamı, bir mutfak ve fakirler için bir aşevinden oluşmaktadır. Diğer muhteşem imparatorluk camii Sultan Ahmed’in yaptırdığı 6 minareli Sultan Ahmed Camii’dir. Mimar Mehmed tarafından 1609 ve 1616 yılları arasında inşa edilmiştir. Bu cami daha çok içinde kullanılan mavi İznik çinileri sebebiyle Mavi Cami olarak da bilinir. Topkapı Sarayı, 15 ve 19. yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun odak noktası olmuştur. Bugün müze olan sarayda kutsal emanetler, el yapımı minyatürler, imparatorluk kostümleri, mücevherler, kristal ve gümüş koleksiyonlarından oluşan birçok zengin Osmanlı sanat eseri sunulmuştur. Topkapı Sarayı’nda çeşitli köşkler ve büyük harem dairesi bulunmaktadır.

Yüzyıllar boyunca farklı kökenlere ve dinlere sahip insanlar, bu ülkede uyum içinde yaşamıştır. Boğaziçi’nin kıyısındaki Ortaköy semti, uyumlu hayata çok güzel bir örnektir. Burada, 100 metrelik bir alan içerisinde bir cami, bir kilise ve bir sinagog görebilirsiniz. Bu, milletimizin sergilediği hoşgörü ve uyumun açık delilidir.

TURKUAZ DÜNYASI

Ticaret, endüstri ve turizm merkezi olan Bursa, Türkiye’nin en önemli şehirlerinden biridir. 1324’de Orhan Gazi tarafından Osmanlı egemenliğine geçen Bursa, ilk Osmanlı başkentidir. Osmanlı sultanları şehri; estetik camiler, doğu ve batıdan gelen kervanlara hizmet veren kervansaraylar ve kapalı çarşılar ile dekore ettiler. Şehir, Avrupa Konseyi’nden, hoşgörüye, tarihî değerlere ve tabiata verdiği önemden dolayı onur madalyası kazanmıştır.

Bursa’nın Çekirge semti, sıcak su kaynaklarıyla beslenen kaplıcalarıyla ünlüdür.

Bursa’dan çok uzakta olmayan Türkiye’nin en büyük kayak merkezi Uludağ, karlarla kaplı zirvesinde farklı eğlence imkânları sunmaktadır. İznik (Nicaea) kenti, İznik Gölü’nün doğusundadır. Şehir, M.Ö. 316’da Büyük İskender’in komutanlarından biri olan Antigonas tarafından kurulmuş, sonrasında başka bir komutan Lysimachus tarafından ele geçirilmiş ve karısının adına “Nicaea” adını almıştır. Sonra Bitinya Krallığına geçmiş ve M.Ö. 128’de Roma’ya bağlanmıştır. M.S. 325’te düzenlenen ve büyük tarihî önemi olan birinci Nicaea Evrensel Konsül toplantısı, İznik Gölü kenarında bulunan Roma Senatosu Binası’nda yapılmıştır. Şehir merkezinde diğer konseyler tarafından kullanılan Ayasofya Kilisesi vardır. M.S. 743’te 1. Evrensel Konsül toplantısı yine İznik’te kent merkezinde yer alan Ayasofya kilisesinde yapılmıştır. Osmanlılar bu kiliseyi Orhan Camii’ne çevirmişlerdir. 16. ve 17. yüzyıllarda İznik, çini üretim merkezi olmuş ve bütün Türkiye’deki cami ve sarayların dekorasyonuna önemli katkılarda bulunmuştur.

Yakınlarında yapılan kazılardan çıkanlar müzede sergilenmektedir. Yeşil Cami ve Nilüfer Hatun İmarethanesi şehrin önemli binalarındandır. Bilecik, İznik’in güneydoğusundaki yeşil ve verimli Sakarya Nehri Vadisi’ndedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulmasında büyük katkıları bulunan Şeyh Edibali’nin türbesi, şehrin eski kesimindedir. Her yıl Eylül ayında, onun anısına bir anma töreni ve kültürel festival organize edilir. Orhan Gazi Camii bu mezarın yanındadır. Söğütlüklerin arasında kurulu olduğu için bu adı alan Söğüt İlçesi, görülmeye değerdir. Göçmen Kayı Türkleri, ilk önce buraya yerleşmişlerdir. Liderleri Ertuğrul Gazi’nin mezarı da buradadır. Eylül ayında onun anısına bir tören düzenlenir. Turistleri çekebilecek diğer özellikleri arasında, tarih boyunca Türk büyüklerinin gerçek boyutlardaki büstleri ve Türk sanatını sergileyen Etnografya Müzesi sayılabilir.

BÖLÜM VIII

İNANÇ TURİZMİ

İnanç turizmi kutsal sayılan belde ve anıtları ziyaret etme, dinî toplantı ve törenlere katılma ve izleme, hac gibi dinî törenleri yerine getirme, ünlü mabetleri görme amacıyla yapılan ziyaretleri ve faaliyetleri kapsamaktadır. Bu anlamda değerlendirildiğinde, Mersin İli hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar için önemli yerleri barındırmaktadır. Özellikle Hıristiyanlığın yayılma döneminde havarilerden Aziz Paul’ün izlediği rotanın bugünkü Mersin İli sınırlarından geçmiş olması ve konakladığı yerlerde adına mabetler yapılmış bulunması Hıristiyanlık dini açısından bir zenginlik getirmektedir. Kuşkusuz Tarsus, diğer merkezlerin yanında eski çağlardan itibaren, salt kültürel ve sanat değerlerinin üretildiği bir kent olmamış, aynı zamanda dinî bir merkez olma özelliğini de göstermiştir. Nitekim Aziz Paul evi ve kuyusu Vatikan tarafından Hac yeri olarak ilân edilmiştir. Bunun yanında Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası, Makam-ı Şerif Camii, Ulu Cami Tarsus’taki önemli dinî ziyaret merkezleridir. Tarsus’un yanı sıra Silifke’de bulunan Aya Tekla Kilisesi (Meryemlik) ile Gülnar’da bulunan Zeyne Türbesi ve Mut’taki Alahan Manastırı diğer önemli dinî merkezlerdir. [4]

Tarsus İlçesinde bulunan Saint Paul Kilisesi ve Kuyusunda Kültür Bakanlığı, mülga Turizm Bakanlığı ve İl Özel İdaresince yapılan restorasyon ve 42. Sokak düzenlemesi büyük ölçüde tamamlanmıştır. [5]

Mersin İli, Tarsus İlçesi, Cumhuriyet Mahallesi, 958 ada, 7 numaralı parselde yer alan Saint Paul Kilisesi Anıt Müze olarak kullanılmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisli iken anılan taşınmazın mülkiyeti Tarsus 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04/06/2002 tarihinde kesinleşen 12/11/2001 gün, 2001/94 E. ve 2001/763 K. sayılı kararı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tescil edilmiştir.

Daha sonra söz konusu taşınmaz Vakıflar Genel Müdürlüğü Tahsis Komisyonu Başkanlığının 03/12/2003 gün ve 2003/5 sayılı kararı ile 5 yıl süre ile Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilmiştir.

 

TURİSTİN GÖZÜNDEKİ İMAJIMIZ

Ülkemize gelen turistlerin insanımız hakkındaki kanaati şöyledir:

  • Turist; elle, bakışla, davranışla taciz ediliyor.
  • Genel olarak şoförler bakımsız.
  • Hizmet karşılığında turistten hak edilenden fazla para alınıyor.
    • Duraklardaki çığırtkanlar turisti yanlış yönlendiriyorlar.
    • Araç sürücüleri, diğer sürücülerle muhatap oluyor ve bazen araçtan inerek diğer sürücülerle dövüşüyorlar.
    • Sürücülerin çoğu kanunî yasak olduğu halde araçta sigara içiyorlar.
    • Dükkân önlerindeki çığırtkanlar turisti ürkütüyor, tedirgin ediyor, dükkânlarda satılan etiketsiz mallar kimseye kalite konusunda güven vermiyor.
    • Dükkânlardan alışveriş yapılmadığında turiste hakaret ediliyor.
    • Bazı mallar fahiş fiyatla satılıyor. Ünlü markaların taklitleri asılları gibi aynı bedelle satılmak isteniyor. Alışveriş sonrası para üstü verilmiyor.
    • Güvenliği sağlamakla görevli kişiler müşterilerle kavga etmek için bahane arıyorlar.
    • İnanç turizmine yönelik bir tanıtım politikası oluşturulmalıdır.
    • Türkiye’deki dinî mekânların bir envanteri çıkarılmalıdır.
    • Belli başlı dinî yerlerin restorasyonu yapılmalıdır.
    • Rehberlere yönelik olarak “inanç turizmi ihtisaslık kursları ve sertifikası” hayata geçirilmelidir.
    • İnanç turizmi internete taşınmalıdır. Açılacak web sayfası ile bütün dünyaya Türkiye’nin inanç ve kültürel değerleri tanıtılmalıdır.

 

 

İNANÇ TURİZMİ İÇİN NELER YAPILABİLİR?

 

BAŞLICA İNANÇ TURİZMİ MERKEZLERİ

Özet olarak yazacak olursak başlıca inanç turizmi merkezlerini şöylece özetleyebiliriz:

Efes’teki Meryem Ana Evi.

Tarsus’ta; Saint Paul Kilisesi, Saint Paul Kuyusu, Eshab-ı Kehf, Daniyal (a.s.) makamı, Eski Cami, Ulu Cami, Bilâl-i Habeşi Mescidi.

Antakya Saint Pierre Katolik Kilisesi.

İstanbul’da; Süleymaniye, Sultanahmet, Eyyüp Sultan, Ayasofya, Aya İrini, Kariye, Çemberlitaş, Dikilitaş.

Ürgüp; Göreme’de Göreme Vadisi, Zelve ve Çavuşin, Ortahisar başta olmak üzere 220’nin üzerinde kaya kilise.

Ege Bölgesi; Saint Polikarp Kilisesi, Bergama Kilisesi, Akhisar Kilisesi, Sart’taki Artemis Tapınağı’nın yanında tuğla ve küçük taşlarla örülmüş olan kilise, Alaşehir Kilisesi, Denizli ile Pamukkale arasında Goncalı yakınlarındaki Leodicea kalıntıları; Efes’te Panayır Dağındaki 7 Uyuyanlar Mağarası.

Antakya; Hıristiyanlığın ilk kilisesi St.Pierre Kilisesi burada bulunuyor. Papa 6.Paul tarafından “Hac Yeri” ilân edilen kilisede, her yıl 20 Haziranda geleneksel olarak St.Pierre Bayramı kutlanıyor.

İznik; Hıristiyan âlemince Kudüs ve Vatikan’dan sonra “Mukaddes Şehir” ilân edildi. 325 yılında toplanan İznik Konsili ve 787 yılında 500 piskoposun katıldığı 7. Konsil toplantısı burada yapıldı.

Antalya; Noel Baba olarak bilinen St.Nicholas, Demre’de yaşamış ve burada ölmüştür.

Isparta; Yalvaç’ta antik kent, ilk Hıristiyan Kiliselerinden St. Paul Kilisesi vardır.

Mersin-Tarsus; Hz. İsa’nın 12 havarisinden birisi olan St. Paul’un doğum yeridir. Mersin’de ayrıca Meryem Ana Kilisesi bulunmaktadır.

Konya; Mevlânâ ve önemli Selçuklu eserlerin merkezidir.

Edirne; Selimiye Camii, Üç Şerefeli, 2.Beyazıt Camii ve Eski Cami.

Şanlıurfa; Balıklı Göl, Hz.İbrahim’in doğduğu kabul edilen mağara, Hz. Eyyüp Peygamber’in makamı ve Suayip Şehri bu ildedir.

Trabzon; Sümela Manastırı, Ayasofya Camii vardır.

Efes, İzmir, Bergama, Akhisar, Sardes, Alaşehir ve Denizli(Laodikeia) kiliseleri de Hıristiyanlar açısından önemli olan 7 kilisedir.

Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen ve hacı olmaları için mutlaka uğranması gereken bir yer olan Montanizmin yeri Uşak Karahallı İlçesine bağlı Karayakuplu Köyündeki Banaz Çayı yakınlarındadır.

 

BÖLÜM IX

MERSİN’DE İNANÇ TURİZMİ

AZİZ PAULUS HAKKINDA BİLGİ

Aziz Paulus, Hıristiyanlık dininde İsa’nın bilinen 12 havarisinden biridir. Yahudi kökenli bir aileden gelen Paulus ya da Yahudi adı olan adıyla Saul M.S. 3 yılında Tarsus’ta doğmuştur. Baba mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır. 13 yaşına doğru hahamlıkla ilgili öğrenim görmesi için Kudüs’e gönderildi. Doğduğu kent olan Tarsus’a döndüğünde çift vatandaşlık hakkını elde etti. Yani hem Tarsus hem de Roma vatandaşı oldu. M.S. 34’e doğru yeniden Kudüs’e gitti. Hıristiyanlık dinini yaymaya ve öğrenim görmeye devam etti. Bu arada Antakya’da Hıristiyan öncülerinden Barnabas ile Hıristiyanlık konusunda çalışmalar yapan Saul adını Roma adı olan Paulus ile değiştirdi. M.S. 36 yılında Şam yolunda hiç ummadığı bir anda İsa ile karşılaştı. Bu karşılaşma sonrasında İsa’nın yolunda ilerleyeceğini açıkladı. Hıristiyan inancının temel öğelerini öğrendi. Tarsus’a döndüğünde Hıristiyanlık çalışmalarına devam etti ve bir Hıristiyan topluluğu kurdu. 43 yılında Barnabas’la yeniden karşılaşan Paulus Hıristiyanlığa inananları ziyaret için tekrar Kudüs’e gitti. Barnabas ile ayrılan Paulus ikinci dinî görevine Silas ve Timetheos adlı din adamlarıyla devam etti. Suriye, Kilikya, Anadolu, Efes, Kayseri, Filibe, Selanik, Pire’ye gitti. Bazı söylentilere göre, M.S. 62 yılında serbest bırakıldı, bazı söylentilere göre ise M.S. 66’da idam edildi.

St. PAUL KİLİSESİ

Tarsus İlçe merkezinde Çarşıbaşı mevkiindeki St. Paul Kilisesinin 1102 yılında St. Paul Katedrali olarak yapıldığı söylenmektedir. Bazı kaynaklarda Ortaçağın başlarına ait bir Ayasofya Kilisesinden söz edilir ve Papa’nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach’ın 6 Ocak 1198’de burada, Ruppenlerden l. Leon’u Ermeni Kralı olarak tanıdığı ve taç giydirmiş olduğu anlatılır. 1704’de Tarsus’a gelen P.Lucas’da burada bir Grek ve bir Ermeni Kilisesinden söz ederek Ermeni kilisesinin Paulus’un kendisi tarafından inşa edildiğini belirtir. 1851 yılında Tarsus’a gelen V. Langlois de bu kiliseyi ziyaret etmiştir. Roma stilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları dikkat çekicidir.

Kilisenin bahçesine, batı yönünde bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan girilir. Yapı bu bahçe içerisinde yaklaşık 460 m2’lik bir alanı kapsamaktadır. Kesme taşlarla inşa edilen yapının dış uzun cephelerinde kör kemerler bulunmaktadır. Batıdaki ana kapıdan girilen salonun genişliği 19.30 m. uzunluğu 17.50 m.dir. Girişin sağında ve solunda birer yarım plaster sütun ve bu sütunların hizasında salonu üç sahına (nef) ayıran, ikişerli iki sıra halinde dört serbest sütun yer alır. Kuzey ve güney duvarlarda da yine yarım sütunlar bulunmaktadır. Aslında bu sütunlar gri renkli granit olup, antik çağ yapılarına ait olmaları muhtemeldir. Orta salonun genişliği 12.60 m. olup, üzeri tonozludur. Tavanın merkezine rastlayan bölümde, ortada Hz. İsa olmak üzere doğuda Yohannes ve Mattaios, batıda Marcos ve Lucas’ın freskleri bulunmaktadır. Yapının kuzey-batı köşesinde ise bir çan kulesi yer almaktadır. Yapı ve çevresi yıl içerisinde oldukça büyük bir restorasyon görmüş, çevre düzenlemesi ve istimlak yapılmıştır.

St. PAUL KUYUSU

Tarsus İlçe merkezinde, Kızılmurat Mahallesinde, Cumhuriyet Alanının yaklaşık 300 m. kadar kuzeyinde, eski Tarsus evlerinin yoğun olduğu bölgede, öteden beri St. Paulus’un evinin yeri olarak kabul edilen bir avluda bulunan kuyu, St. Paulus Kuyusu olarak bilinir. Bu evin bahçesinde yakın zamana kadar yapılan küçük bir kazı çalışmasında bazı duvarlar ortaya çıkarılmıştır. St. Paulus’un Hıristiyanlık için önemine bağlı olarak, bu kalıntıların ve kuyunun çok eskiden beri kutsal sayılması, kentte yakın zamana kadar yaşayan Hıristiyan cemaatinin inancının izleri olarak yorumlanmaktadır.

Çevre düzenlemesi ve çevre istimlâkları yapılmış olan kuyunun çapı 1.15 m.dir. Ağız taşının silindir biçiminde olmasına rağmen, asıl kuyu gövdesi kare biçimlidir ve dörtgen kesme taşlarla yapılmıştır. Derinliği 38 m. olan kuyunun suyu yaz-kış hiç eksilmez. Kudüs’e hacı olmak için yöreden geçen Hıristiyanlarca kutsal sayılan bu kuyu suyundan içilir. Bunun yanı sıra yapılan kazı çalışmalarında St. Paulus’un doğduğu ev olarak tahmin edilen evin taş duvarları St. Paul Kuyusu’nun hemen yanında gün ışığına çıkarılmıştır.

ESHAB-I KEHF MAĞARASI

Tarsus İlçesinin kuzey-batısında,14 km. uzaklıkta yer alan Dedeler Köyündedir. Kuran-ı Kerim’de Kehf Suresinde sözü edilen mağara Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal sayılmaktadır.

Tarsus, Romalılar döneminde önemli bir hadiseye sahne olmuştur. Kuran-ı Kerim’de Eshab-ı Kehf olarak bilinen, yani yaşadıkları dönemde Rum hükümdarlarından Dakyanus’un zulmüne maruz kalan ve Allah’a olan inançlarının gereğini yapabilmek için Tarsus şehrinden kaçıp Bencülüs Dağındaki mağarada 309 yıl uyuyan ancak bir takip sonucu yine o mağarada sır olan 7 arkadaşın ve köpeklerinin hikâyesidir.

Kuran-ı Kerim’de geçen, fakat kesin tarihi bilinmemekle birlikte rivayetlerden ve tarihî olaylardan elde edilen bilgilere göre M.S. 250 yıllarında olduğu kabul edilen hadisenin olay yeri olan o zamanki Tarsus şehrinin Rum Hükümdarlarından Dakyanus, halkına zulüm yapmakla birlikte putlara tapınmaları için baskı yapıyordu. Tek tanrıya tapmayı kabul eden bir gurup gence süre veren hükümdar putlara tapmazsanız kafalarınızı keserim diye tehditte bulunmuştu. Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tebernuş ve Kefeştetayuş adındaki yedi genç hükümdarın öldürme korkusundan Bencülüs Dağındaki bu mağaraya kaçıp saklanmışlardır. Ancak âyetlerde de belirtildiği gibi gençler bu mağarada 309 yıl boyunca uyuyakalmışlardır. Daha sonra uyanan gençlerden biri şehre yiyecek almaya gitmiş, ancak elindeki zamanı geçmiş para yüzünden şehirden kaçarak tekrar mağaraya sığınmıştır. Peşinden yakalamak için gelenler mağaraya girdiklerinde içeride kimseyi görememişlerdir. Bugün Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılan mağara duvarlarında yedi genci ve köpekleri Kıtmir’i temsil eden şekiller bulunmaktadır. Mağara ve çevresinde çevre düzenlemesi yapılmış ve ibadete açık olarak bir cami inşa edilmiş olup yoğun ziyaretçi akınına uğramaktadır.

MAKAM-I ŞERİF CAMİİ VE DANİYAL PEYGAMBER KABRİ

Makam-ı Şerif Camii şehir merkezinde 1857 yılında yapılmıştır. Camiye yeni bir bölüm eklenmiştir. Yeni yapıdan eski kısma üç kapı açılmakta ve üç basamakla ana makama inilmektedir. Burası basık bir kubbe ile örtülüdür. Mihrabı düz ve sadedir. Doğusunda Daniyal Peygamberin kabri yer almaktadır. Bu nedenle camiye Makam Camii adı verilmiştir. Daniyal Peygamber 2. Babil Kralı Nebukadnesar (İ.Ö 605-562) zamanında yaşamış, Yahudileri Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmıştır. Rivayete göre Babil Kralı rüyasında İsrailoğullarından gelecek bir erkek çocuğun kendi tahtını sarsacağını bildirilmesi üzerine İsrailoğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmesini emretmiştir. Bu nedenle Daniyal Peygamber doğunca ailesi onu dağ başında bir mağaraya bırakmıştır. Mağarada bir erkek ve bir dişi aslan himayesinde büyüyen Daniyal, delikanlı olunca kavmi arasına karışmıştır.

Bir kıtlık senesinde Tarsus’a davet edilen Daniyal Peygamber’in Tarsus’a gelmesiyle birlikte bolluk olmuştur. Bu nedenle Daniyal Peygamber Babil’e geri gönderilmemiş, ölünce Tarsus’ta şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere gömülmüştür. Hicri l7. yılda Hz. Ömer devrinde Tarsus fethedilince, Daniyal Peygamberin mezarı açtırılmış, burada büyük bir lahit içerisinde altın iplikle dokunmuş kumaşa sarılı gayet uzun boylu bir ceset bulunmuştur. Başından geçen maceraların sembolü olarak parmağındaki yüzüğün taşına biri erkek olan iki aslanın arasında genç bir çocuk, dişi aslan onu yalıyor şeklinde işlenmiştir. Cesedin Yahudiler tarafından çalınmaması için, Hz. Ömer’in emri üzerine önceki yerine gayet derince defnettirilip üzerinden de Berdan Nehrinden gelen ufak bir çayın suyunu kabrin üzerinden geçecek şekilde akıtıp hiç kimsenin kabre el süremeyeceği şekilde emniyete aldırılmıştır. Nitekim caminin son tamiratı sırasında çok derinlerde caminin arka ve alt kısmında suyun giriş yerinde gayet kalın ve muntazam mazgal demirleri çıkmıştır. Daniyal Peygamberin cesedi bu mazgallardan geçen suyun çok aşağısında yer almaktadır.

ULU CAMİİ

Tarsus İlçesinde bulunan cami 1579 yılında Ramazanoğullarından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır. Selçuk-Osmanlı üslubunda tek şerefeli minaresi olan cami St. Pierre Kilisesi kalıntılarının üzerine yapılmıştır. Yapıda tamamen kesme taş kullanılmıştır. 47×13 m. boyutlarında dikdörtgen camiye kuzey yönünden abidevi postalla girilmektedir. Bu postal Memlûk mimarî özelliklerini taşıyan siyah-beyaz mermerlerle süslüdür. Son cemaat yeri, doğu-batı doğrultusunda 14 adet baklava dilimli sütunların taşıdığı orijinal kiremitlerle örtülü 16 kubbeden revaklı ve 5 kapılı avlu yer alır. Caminin içi doğu-batı doğrultusunda üç nefe ayrılır. Mihrabı klasik üslûpla yapılmıştır. Caminin iç mekân sütunları “İran Kemeri” adı verilen yan sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Caminin doğu kısmına bitişik türbede Şit Aleyhisselam, Lokman Hekim ve Halife Memun gömülüdür. Caminin kuzey doğusunda 1895 yılında Tarsus Kaymakamı Ziya Bey tarafından yaptırılmış sekizgen kaideli kesme taşlı Saat Kulesi yer almaktadır.

BİLAL-İ HABEŞ MAKAMI VE MESCİDİ (TARSUS)

Bilal-i Habeşi Makamı ve Mescidi, Ulu Caminin güneybatı tarafında bulunmaktadır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’ in müezzini olan Bilal-ı Habeşi’nin Hz. Ömer zamanında fethedilen yerleri ziyareti esnasında Tarsus’a, geldiği, kırkkaşık denilen yerde, yani şimdiki makamı ve mescidi bulunan yerde ezan okuyup, namaz kıldırdığı için 7. yüzyılda makamı, 16. yüzyılda da mescidi inşa edilmiştir.  Mescit kara planlı olup, üstü büyük bir kubbeyle örtülüdür. Üç bölümlü, üç kubbeli son cemaat mahalli mevcuttur. İçeride Bilal-i Habeşi’ye ait makam kısmı vardır. Ayrıca mescidin yanına bir de kuyu inşa ettirilmiştir. Osmanlı arşiv belgelerinde, 1519 tarihinde Bilal-i Habeşi makamı adına bir vakfın kurulduğu anlaşılmaktadır.

AYA TEKLA (MERYEMLİK-HAGIA THEKLA)

Silifke İlçesinin Taşucu Beldesi yolu üzerinde 4. km’den sağa dönülen bir km.lik bir yolla ulaşılan bölgeden Hıristiyanlığın en eski ve en önemli merkezlerinden olan Meryemlik’e ulaşılır. Meryemlik’in tarihi Azize Thekla’nın buraya gelişi ile başlar. Yaklaşık M.S. 50 yılında kurulmuştur.

İsa Peygamberin havarilerinden olan St. Paul’un vaazlarını dinleyerek etkilenen 17 yaşındaki Thekla kendini Hıristiyanlık dinine adar. St. Paul’un öğrencisi olan Azize Thekla yörede (Konya, Yalvaç, Kapadokya) Hıristiyanlığı yaymak için çalışma yaparken paganların (Romalılar) baskılarına maruz kalıp öldürüleceğini anlayınca kaçarak Silifke’ye gelir. Babası tarafından ateşe atılarak yakılmak istenen Thekla yağmurun yağması sonucu bu ölümden de kurtulur. Yeraltında bulunan bu mağarada saklanır ve dinini yaymaya devam eder. Bunun yanı sıra hastalara da şifa dağıtmaktadır. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada kaybolduğuna inanılır.

Aya Thekla’nın içinde yaşadığı mağara onun kayboluşundan sonra Hıristiyanlarca kutsal yerlerden sayılmış, M.S. 312 yılında din serbest bırakılıncaya kadar gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Bu mağara bölümü daha sonra IV. yüzyılda kiliseye (yeraltı kilisesi) dönüştürülmüştür. Üzerinde bugün sadece apsisinin bir bölümü bulunan Azize Thekla Kilisesi, Üç Nefli Thekla Bazilikası, Büyük Sarnıç, Nekropol Alanı ve Kutsal Yol görülecek yerlerdendir.

 

Ayatekla Hakkındaki Öykü

Hıristiyanlık âleminin Anadolu’daki en önemli hac merkezlerinden biri olan Aya Tekla’nın öyküsü çok ilginçtir.

Konyalı Ohepsiphoros’un evinde vaaz veren İsa’nın en önemli havarilerinden St. Paul’u dinleyen komşu kızı Thekla ondan çok etkilenmiştir. Hıristiyanlığı yaydığı için Seleukeia (Silifke)’nin Romalı Valisine ihbar edilen St. Paul değneklerle dövülmüş, Thekla’nın babası ise kızının yakılmasını istemiş. Theckla alevlerin üzerine atıldığı zaman birden yağmur başlamış ve Theckla yanmaktan kurtulmuş. St. Paul’u takip edip, Antiokheia’ya giden Theckla burada da vahşi hayvanlara atılmış ama yine bir mucize eseri kurtulmuş. Seleuikeia’ya dönen Theckla sığındığı mağarada Hıristiyanlığı yaydıktan sonra ölmüştür.

Hıristiyanlığın ilk kadın dindarlarından olan Azize Theckla’nın yaşadığı mağara yörenin ilk Hıristiyan bazilikasına çevrildikten sonra burası Hac Merkezi olmuştur. Daha sonra mağaranın üzerine Theckla anısına bir bazilika daha yapılmıştır.

 

ALAHAN MANASTIRI

Mut İlçesinin 20 km. kuzeyinde Orman Ürünleri deposunun yanında sağa sapılan 4-5 km.lik bir yolla ulaşılan Geçimli (Malya) Köyü civarındadır. 1000-1200 m. yükseklikte Göksu Vadisine bakan dik bir yamaç üzerindedir.

Hıristiyanlığın Kapadokya ve Konya’da yayılması sırasında bu yeni dini kabul edenlerin takibe uğraması, inanmayanlar tarafından öldürülme korkusu, Hz. İsa’ya inananları dağlık bölgelerde, mağaralarda, kaya oyuklarında ibadete zorlamıştır. İsa’nın havarilerinden olan St. Paul ve yine Tarsus’ta yaşamış Hıristiyan öncülerinden Barnabas Alahan Manastırının Barnabas’ın ziyareti anısına yapıldığını söylemektedir.

M.S. 440-442 yıllarında yapılmış olduğu tahmin edilen Alahan Manastır Külliyesi, Batı Kilisesi, Manastır, Doğu Kilisesi, kayalara oyulmuş Keşiş Odacıkları ve çevredeki mezarlardan oluşmaktadır. Kilise binaları Ayasofya Müzesi ile ortak özellikler göstermektedir. Süslemelerinde usta bir taş oymacılığı göze çarpmaktadır. İlk Kilise Korint başlıklı iki dizi sütunla üç nef’e ayrılmıştır. Narteksten ana mekâna geçilen kapının atkı ve yan dikmeleri üzerinde St. Paul, St. Pierre figürlerinden başka bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail, Mikail’in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil yazarlarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motiflerini gösteren kabartmalar yer almaktadır.

Kiliselerin doğusundaki geniş avlunun güneyinde dinî törenlerin yapıldığı dehliz, 11 m. uzunluğunda kemerli ve sütunlu bir galeri şeklindedir. Galerinin ortasında kalabalık kabartma süslemeler ile her yanı işli bir niş bulunmaktadır. Galeride apsisli Vaftizhane ve karşısında Alahan Manastırının en görkemli yapısı olan mezarlar sergilenmektedir. Burası paye ve sütunlara oturan dört kemerle örtülü kare planlı bir kule biçimindedir. Kule yukarı çıktıkça sekizgene dönüşmüştür. Kapı çevresi süslüdür.

Alahan Manastarındaki mezarlardan birinin kitabesinde “Burada çok mümtaz, Flavius Severinus ve Flavius Cadalaippus’un Konsüllüğünden sonra İndictio’nun 15 senesinin 13 Şubatında Mukaddes oruçlarının ilk haftasının Salı günü ölmüş olan hatırası Mukaddes kurucu T……… yatıyor” diye yazmaktadır.

KANLIDİVANE KANYTELLEİS

Mersin Silifke Karayolunun 45. km.sinden sonra sağa sapan 3 km.lik bir asfalt yolla ulaşılan Örenyeri Erdemli İlçesi sınırlarında kalmaktadır. Örenyeri büyük bir obruğun etrafında kurulmuştur. Obruğun güney-batı kenarında bulunan Hellenistik Kuleden kentin tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır.

Kulenin batı tarafındaki kitabede Rahip Krallardan Olba’lı Tarkyoris oğlu Tenkros’un bu kuleyi Tanrı Zeus Olbios için yaptırmış olduğu belirtilmektedir. Kitabenin başında Triskelis (Üç Bacak) Olba’nın simgesidir. Örenyeri’nde üç ayrı bazilika göze çarpmaktadır. bir nolu bazilika obruğun güneybatısındadır. Doğu cephesi henüz ayaktadır. Giriş iki sütuna ayrılmış üç kemerle sağlanmaktadır. Sütun taşları korint stilinde kompozit başlıklardır. Narteks dikdörtgen planlıdır. 2 nolu bazilika obruğun kuzeydoğu köşesindedir. Güney duvarları yıkılmıştır. Üç kemerli narteksin önündeki mahzenin kemeri ve ağzı görülmektedir. Batısı, avluya iki sütunlu üç kemerle açılmaktadır. Dikdörtgen planlı narteksin kuzeyden girişi vardır. Üç kapıyla, iki sütun dizisiyle 3 nef’e ayrılmış olan mekâna açılır. Taban ve duvarlarda mozaik olması muhtemeldir. Etrafında Atrium vardır. Narteksin üzerinde ahşap bir kat olduğu, kilisenin batı duvarında sıralanan bir sıra taş konsoldan anlaşılmaktadır. Kapının yan söveleri yerinde durmaktadır. Lentonun tam ortasında madalyon şeklinde sekiz uçlu bir yıldız içinde haç bulunmaktadır. Papylas adındaki bir şahsın bu bazilikayı bir adak borcunu ödemek üzere yaptırdığı lentonun üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır. Halen gezilebilecek durumda olan Örenyeri restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılması halinde Efes açık hava müzesi gibi görülmeye değer bir yer olabilir. Çevresindeki kilise binaları ile İnanç Turizmine potansiyel teşkil eder.

Erciyes Üniversitesi’nden Yasin İpek’in Mersin’deki kiliseler üzerine yaptığı çalışma kayda değer bir araştırmadır.

SONUÇ

TURİZMDE GÖZE ÇARPAN BAŞLICA HATALARIMIZ

ü                   Dünyaca ünlü dinî mekânlar harap halde restorasyonu bekliyor.

ü                   Camel ve TURSEM gibi büyük turizm devlerinin batması turizme büyük darbe vurdu.

ü                   Devlet, arazi tahsisleri ile haksız rekabeti körüklüyor. Kimileri milyonlarca dolar ödeyip otel yaparken, bazıları bedava tahsislerin üzerine konuyor.

ü                   Müzelerin her sene % 100 zam yapması acenteleri zor durumda bıraktı.

ü                   1618 sayılı Turizm Yasası, turizmcilerin sorunlarına cevap vermiyor.

ü                   Ören yerlerinde sağlık personeli yok.

ü                   Trafik ve altyapı sorunları öncelikle halledilmeli.

ü                   Otelcilerin halen bir birlik yasaları yok. Denetim yetersiz kaldığı için Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan belge alamayanlar, belediyeden aldıkları yetkilerle uygunsuz şartlarda turizme soyunuyorlar.

ü                   Turistik bölgelerde esnaf, turisti kaçırmak uğruna birbirini kötülüyor. Olan Türkiye’nin imajına oluyor. [6]

Not: Bu makale, Çağdaş Toplum Dergisi’nin Eylül 2004 tarih ve 12, 13, 14 sayılarında sayfa (10-11), (14-15)’de ve Mersin Deniz Ticareti Dergisi’nin Ekim, Kasım 2004 tarih ve 149, 150. sayılarında sayfa (24-27), ((22-26)’da, Standard Dergisi’nin Nisan, Mayıs, Temmuz, Ağustos 2006 tarihli sayılarında yayımlanmıştır.

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.8k.com

e-posta: ekrem.yaman@.icisleri.gov.tr


[1] Yasin YILMAZ, Hz. İsa-Antakya Halkı ve Habîb Neccâr, Ankara, Asya Ofset, 1998.

[2] Doç. Dr. M. Kâzım YILMAZ, “Eshab-ı Kehf Kıssasının Tevhid Açısından Değeri,” Din Öğretimi Dergisi, Sayı: 28 (Mayıs-Haziran 1991), s. 42; Doç. Dr. İsmet ERSÖZ, “İsrailiyyat ve Eshab-ı Kehf,” Din Öğretimi Dergisi, Sayı: (41-42) (Ağustos-Ekim 1993), s. (71-75).

[3] Bu bilgiler Sn Hanri Leylek’in arşiv bilgilerindendir.

[4] Mersin İl Gelişme Planı, Komisyon, Mersin Valiliği ve Mersin Üniversitesi ortak çalışması, Haziran 2002, s. 224.

[5] Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün 17.03.2004 tarih ve 5949 sayılı yazısı.

[6] Turizmde Harakiri başlıklı haber, 26 Ekim 1999 tarih ve 12540 sayılı Zaman Gazetesi.