BAŞÖRTÜSÜ MES’ELESİ

 

Başörtüsü mes’elesinde devletin sosyal bilimden ne kadar istifade ettiği konusunda kim tatminkâr bir izâhta bulunabilir? On üç-on dört yaşındaki sabi-sıbyanın sokak ortasında başörtüsü olduğu için itilip kakılması, hakarete uğraması ve modernleşme projesinin en büyük ayağını teşkil eden “devlet denetimindeki resmî eğitim süreçlerinden” alıkonulması hangi ilmî tutumun eseri olabilir? Bu gibi kışkırtmaların daha sonraları nasıl büyük fitne ve felâketlere yol açtığını bizim neslimiz def’alarca seyretmiş ve sıkıntısını yaşamıştır.

Başörtülü öğrencilere reva görülen muamelenin akılla, mantıkla, bilimle, laiklik ve hukukla hiçbir alâkası yoktur, buna rağmen ajitasyon adım, adım tırmandırılmıştır.

Temkin ve sağduyu yine bize düşecektir. Bu ülkenin aslî unsurunu teşkil etmenin Türk ve Müslüman olarak bedeli de budur işte!

Başörtüsü mes’elesi konusunda Türkiye’nin önde gelen yazarlarından bazılarının görüşlerini aktarmak istiyorum.

● Türk demokrasisinin yıllardır siyasetçilerinin dilinden düşmeyen problemlerinden biri olan başörtüsü konusunda yazar Gülay Göktürk’ün yaptığı tespitler kayda değer:

“Bir türlü çözülemeyen türban krizinin altında, devletin başı açık olmayı normal, örtülü olmayı anormal sayması ve bu normu bütün topluma dayatmaya çalışması yatıyor.

Devlet önce kadınların başının açık olmasına ‘normal’ diyor. Sonra bunu veri kabul ederek mantık yürütüyor. Bu normalden sapma gösteren başı örtülünün, vatandaş önünde tarafsız bir imaj veremeyeceği için memuriyet yapmasını yasaklıyor.

İşin garibi bunu, kadınların başını örtmesinin son derece normal sayıldığı bir toplumda yapıyor.” [1]

● “Türban ya da başörtüsünün İslâm’ın siyasîleşmesi ile ne bir bağlantısı vardır, ne de bu konuda bir konvansiyon veya uzlaşma! Eski bir Mecelle kuralıdır: Beyyine külfeti müddeiye düşer! Dolayısıyla, türban veya başörtüsünün siyasî İslâm’ın simgesi olduğunu ispatlamak, onun ‘siyasî simge’ olduğunu iddia edenlere düşmektedir ve bugüne kadar hiç kimse bu bağlamda bir delil öne sürmemiştir. Türban veya başörtüsünün siyasî İslâm’ın simgesi olduğunu iddia edenler tesettürlüler değil, tam tersine tesettüre karşı olanlardır!

Türban veya başörtüsü Müslüman kimliğin kamusal alanda ‘görünür’ olması ve ‘tanınma’sı konusundaki isteğini dile getirir.

Yasa koyucular bu alanda oyunu kuralına göre oynamıyorlar: türban ya da başörtüsü bir ‘siyasî simge’ ise, bırakınız taksınlar; böylece onları daha kolay gözetlemiş ve denetlemiş olursunuz! Yok, eğer ‘siyasî simge’ değilse, o zaman da yasaklamanın hiçbir dayanağı olamaz.

Görünen o ki, türban ya da başörtüsü konusundaki yasaklamanın ne tarihî ve ideolojik ne de semiyotik bir meşrûiyet gerekçesi var.” [2] diyen yazar Hilmi Yavuz, Gülay Göktürk ile benzer fikirler ortaya koyuyor.

Hekimoğlu İsmail ise bu konuyu yorumladığı bir yazısında konunun muhataplarına şöyle sesleniyor:

● “İmam-Hatip Liselerinin, Kur’an kurslarının kapatılmasını, başörtülü kızların üniversiteye sokulmamasını, İmam-Hatip ve İlahiyat Fakültelerindeki başörtülü kızların başının açılmasını, aksi takdirde okulu terk etmelerinin istenmesini hangi cumhuriyetle, hangi demokrasi ile ve hangi laiklikle izâh edebilirsiniz?” [3]

Engin KARDAŞ’ın haberi de hayli ilgi çekici idi.

● (Başörtüsü mes’elesi hakkında) “Anayasa Mahkemesi, hüküm maddelerine baktığımızda, böyle bir ‘lazım-ül icra’ kararı zaten vermedi, veremez! İptal gerekçeleri ise kavram kargaşalığından başka bir şey değildir. Laikliğin bu şekilde anlaşılması, Türkiye’nin en büyük talihsizliğidir!

YÖK Kanunu’nun 17. maddesini değiştirmek, güvenilmez sonuçlar doğurabilir. Buna dikkat etmek gerekir! 367 fetvasını veren eski silâhşörlerin şapkalarında hep bir tilki vardır! Gerginlik meseleyi kuma gömer, çenealtı zırvalıkları büsbütün anlamsızdır!

Eğer, Batı giyim tarzı bir moda olarak gelse idi, yani devrimcilikle dayatılmasa idi, bunlar yaşanır mı idi? Bunun için çıkartılan Şapka İktisası Kanunu niye uygulanamıyor? Kanadoğlu, Sezer, Altaylı, Özkan’a, ‘Sen nasıl olur da şapka giymezsin’ diyecek bir babayiğit yok mu, bu ülkede? Yoksa hepiniz yeteri kadar devrimci değil misiniz?” [4]

Etyen MAHÇUPYAN, başörtüsü yasağının başlangıcından günümüze kadar geçirdiği safahatı özetleyen yazısında aynen şöyle diyor:

● “Türkiye analizi yaparken kutuplaşma metaforunu kullananlar, başörtüsü konusuna hak ettiği önemi vermek durumundalar.

Çünkü başörtüsü bu ülkedeki en büyük kutuplaşma malzemesiydi. Yıllarca engellendi, birkaç neslin geleceği, hayatı onların elinden resmen çalındı. Laik kesimin büyük kısmı, ardına devleti ve medyayı alarak, tesettürü İslami duyarlılığa dayalı siyasi hareketlerin ‘siyasi sembolü’ ilan etti. Böylece dindarlar blok olarak siyasetin dışında tutulmaya çalışıldı. O kadar ki 2008 yılında bile AKP’nin hayata geçmemiş bir reform paketinde başörtüsüne kısmi özgürlük getiren bir maddenin varlığı, bu partinin kapatılma gerekçesi olarak iddianameye girdi. Kısacası bütün bu süre laik kesim aktörlerinin ve bürokratik mekanizmanın kutuplaştırma çabalarına tanık oldu. Oysa aynı süre içinde toplum hızla kutuplaşmadan uzaklaşıyordu. Saha çalışmaları başörtüsünün çoktan normalleştiğini ortaya koymaktaydı, ama sosyal medyayı ‘toplum’ sananlar herhalde bu değişimin farkına varmakta zorluk çektiler.

Ancak başörtüsü sadece bir siyasi kavga malzemesi değildi. Laik kesimin malum aktörleri, destek aldıkları birçok akademisyenin de katkılarıyla tesettürün erkek egemen bir dünyanın tezahürü olduğunu öne sürerek, kadınların baskı altında başlarını örttüklerini söylediler. Böylece İslami kesimin ‘geri’ ve ‘arkaik’ olduğuna dair Kemalist şablonu tekrarlayarak, bu toplumsal alandan neşet eden siyasi hareketlerin ülkeyi yönetme meşruiyetlerinin olmadığını savundular. Bu söylemin Türkiye toplumuna hakaret anlamına geldiğini ise anlamadılar.

Asıl anlama zaafı ise toplumsal değişime ilişkin olarak ortaya çıktı. Başörtüsü 1980’lerde kadının erkeğin yanında kamusal alana çıkması, onun yardımcısı olarak işlev görmesini caiz kılan bir kıyafet olmanın hızla ötesine geçti. 1990’larda artık kadının kamusal alanda var olmasını normalleştiren bir giysiydi ve kadınların erkek hâkimiyetinden uzaklaşmalarının da aracıydı. Eskiden kadının, ama aslında dolaylı olarak erkeğin ‘namusu’ olarak algılanan başörtüsü, bu süreç içerisinde kadınların ‘bireysel tercihi’ haline geldi ve doğrudan dindarlığı ifade etmeye başladı. Din erkek egemenliğinden çok daha güçlü bir referanstı ve böylece İslam’ın klasik ‘erkek okuması’ dışında da farklı okumalara tabi olabileceği fikri yeşerdi. Söz konusu farklılaşma ve bireyselleşme başörtülü kadınları özgürlükçü ve yer yer zımnen feminist bir tutuma yöneltti. Bugün dindarlıkla ahlak arasında olduğu varsayılan bire bir bağ kopmuş durumda. Başörtülü kadınlar kendi içinde çoğul, kişilikli ve hayata eklemlenme açısından çok çeşitlilik arz eden bir geniş kitle oluşturuyor. Bu insanların giderek önemli bir oranı eğitimli, modern kültüre adapte olmuş ve dolayısıyla rasyonel düşünmeye yatkın kişiler. Kısacası başörtüsü hareketi bu ataerkil, cemaatçi ve parçalanmış toplumu iki açıdan birden rehabilite etmeyi sürdürüyor. Bir yandan ailenin yeniden inşa edilmesine, demokratikleşmesine yol açıyor, diğer yandan da İslami ve laik kesimler arasındaki boşluğu yeni bir modernlik tasavvuruna hizmet ederek dolduruyor. Başörtüsünün bir dindar kadın kimliği olarak ihyası son yirmi yılda Türkiye’nin başına gelen en güzel şey

Bütün kutuplaştırma çabalarına rağmen bugün başörtüsü toplumsal algıyı demokratik bir noktaya taşıyabilmiş durumda.[5]

Devlet birilerinin batırdığı bankalardan çalınan trilyonların hesabını bile doğru dürüst tutamazken başörtüsü ile siyasî irade veya bürokratik cenap daha fazla kavgalı olmamalıdır. Bu konuda da devlete yakışan nizam kurmaktır.

Enerjimizi elbirliği ile bu ülkenin kalkınması ve müreffeh bir toplum hâline gelmesi için harcayalım. 19.11.2013

 

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 19.11.2013 tarih ve 521 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 
 
Ekrem YAMAN
Sinop Vali Yardımcısı
Web: http://www.ekremyaman.com.tr
E-posta: ekremyaman@icisleri.gov.tr
 
 

[1] Gülay GÖKTÜRK, “Normal Nedir; Sebepleri Nelerdir?,” Sabah, 24.10.2000.

[2] Hilmi YAVUZ, “Türbanın Semiyolojisi,” Zaman, 27.10.2000, s. 15.

[3] Hekimoğlu İSMAİL, “Türkiye’de Politika,” Zaman, 11.1.2001, s. 21.

[4] Engin KARDAŞ’ın haberi, “Manşetlerde Petrol Kokusu,” habervaktim, Faik TARIMCIOĞLU’nun görüşleri.

[5] Etyen MAHÇUPYAN, “Başörtüsü,” Zaman, 03.11.2013.