TÜRKİYE’NİN EĞİTİM SİSTEMİ HAKKINDA GENEL BİR DEĞERLENDİRME

 

Eğitim sisteminin ıslâhı adına şunlara dikkat edilmelidir:

Müzmin dertlerimizden biri, kimsenin başkası tarafından ifâde edilenleri dikkate almamasıdır.

Profesör Nilüfer Göle’nin “Melez Desenler” isimli kitabında yaptığı tespit kayda değer: “Türkiye, Müslümanlık ve modernliği harmanlayacak, Türk’ü, Kürt’ü birleştirecek, çevre ve merkezi yakınlaştıracak, çözümü yasakta ve otoriterizmde değil, siyasî liberalizmde arayacak; küresel yerli, liberal ahlâklı, bireyci; toplumcu, seçkinci; dayanışmacı bir hareket arıyor.”

Göle’ye göre, ezberci eğitime karşı olmak, ilericilik için yeterli sanılır. Ezberlemenin bir öğrenme disiplini olduğu, kültürel dağarcığımızı zenginleştirdiği unutulur, bilgi, ansiklopediye, bilgisayara hapsedilir.

Türkiye’nin gelenekle, geçmişle, eskiyle bağlarını hatırlamaya ve yeniden kurmaya ihtiyacı vardır.

Nurettin Topçu “Türkiye’nin Maarif Dâvâsı” isimli eserinde, millî eğitim sisteminin eksikliklerini şöyle sıralar: “İlim sevgisi aşılanmadı; âlimin üstünlüğü ve cemaat içindeki önderliği telkin edilmedi. Çünkü ilme gerçekten inanılmadı. İlim, bizim hayatî menfaatlerimiz için vasıta olarak, şekil hâlinde istismar edilmek istendi; teknik putlaştırıldı.

Mektep, çıraklık yeridir, bir tezgâhtır. O tezgâhta usta yapar, çırak tekrarlar. Usta verir, çırak alır. Alınmamış, benimsenmemiş, benliğe mal edilmemiş bir ders, iyi bir ders sayılmaz. Mektepte alınan ders, ya bir tasavvurdur, hayâle mal edilir; ya bir hünerdir, ele alınır; ya bir iradedir, iktidarımıza ilâve edilir; ya bir aşktır, kalbe doldurulur.

Aksi takdirde okul ne mâbet, ne yuva, ne ocaktır. Sadece ders odalarının bütününden ibaret bir devlet dairesidir. Biraz da kulüp, sahne, yardım müessesesi, kahve ocağı ve alışveriş yeridir. Bundan kurtulması için okul, neslin ruhundaki kuvvetli tarafları yaşatmasını bilmelidir.”

Son tespitlere göre, Türkiye’de uyuşturucu kullanma alışkanlığının 11 yaşa kadar inmesine paralel bir fecaat daha vardır. Suçların % 30’u 11-18 yaşlar arasındaki çocuklar tarafından işleniyor. 1974’de yazılmış bir eserde toplumun uyuşturucu açısından ne kadar iyi ve iftihar edilecek bir sağlamlık gösterdiği belirtilmişti. Nereden nereye geldik.

Türk bilim çevreleri “evrensel bilgi dağarcığı”na hemen, hemen hiçbir şey katmıyorlar. “Yatay seyir” ile ilmî bilgiyi çoğaltmak alışkanlığı Türk bilim çevrelerinin en büyük mahpesi. Son üç yüz yılda Osmanlı medreseleri bundan farklı bir “bilgi üretimi” arayışı içinde değillerdi. “Zeyl, haşiye ve şerh” geleneğinin en emin yol olarak tercih edilmesi Osmanlı medresesinin canına okudu. Değil fennî sahada, dinî ilimlerde bile büyük üstad ve imâmların en mükemmel terkibi yaptıkları gerekçesiyle mevcut bilgi birikimini dondurup sadece “teksir” ile yetinmenin bedelini, sırf fennî sahâlarda değil, beşerî ilimlerin bütün şubelerinde Batılı paradigmaları muallim kabul ederek ödedik. Bugün bilim ve bilgi üretmekle görevli olan kuruluşlarımızın metod ve muhteva itibariyle medreseden hiçbir farkı yoktur. Artık bu hakikatin farkına varmalıyız.  [1]

Türkçe öğreniminin yetersizliğinden şikâyet ederken, 2-3 yüz kelimeyle konuşulması içimizi yakarken, “hiç bilmeyenler var” deyip bunu tabiî bir hâl gibi görmek ve bir “sabit veri” telâkki edip etnik çözümler aramaya kalkmak, anlaşılır bir tercih değildir. “Zorunlu eğitim”in 8 yıldan 12 yıla çıkarılmak istendiği bir ülkede, “millî dilimizi bilmeyenler vardır, onlara etnik iletişim imkânı tanıyalım” denilmesi, objektif mantıkla izah edilemez. Etnik tekabüllerde, Türkçenin bilinmemesine neredeyse alternatifler arıyoruz yahut aranmasını hoş görüyoruz. İnancın ve sevginin ışığında bu meseleye baktığımız zaman “Kürtçe eğitim” talebinin pek de mâsumâne bir istek olmadığı, “Kalp ile teakkul edebilme” kapasitesine sahip insanlar tarafından rahatlıkla fark ediliyor. Türkiye’yi Kürtler eliyle böldürme plânlarının adım, adım ilerlediğini görebiliyoruz. Kürt vatandaşlarımız için azınlık statüsünü çağrıştıran yaklaşımlar sergileniyor. AB’nin tutumu nihaî mânâda böyle anlaşılabilir. AB ve Parlamentosu Kıbrıs, Ermeni Tasarısı gibi meseleleri birilerinin tahrikiyle gündeme getiriyor. “Aman fırsat bu fırsattır!” deyip parlamenterleri etkiliyorlar. Birbirinden farklı özellikleri kullanılarak parçalanmaya ve bölünmeye çalışılan Türk toplumunun, bütünleşme arayan “kolektif vicdanı”nın temsilcisi olan insanlara ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırlatmakla yetiniyorum.

“Türkiye’nin mevcut eğitim sistemi, kural dışı (bir uygulamayı) içermiyor, kitle sanayisine göre tasarlanmış. Kötü eğitiyoruz çocukları. Okullarda yeni düşünce tarzları geliştirmek gerekiyor. Geleceğin görselliği lâzım.” diyen ‘3. Dalga’nın yazarı Alvin Toffler eğitim sistemimizin hatasını doğru tespit etmiştir. [2] Biz yeteneklerin mağduru bir ülkeyiz. Türkiye’de dikkat çeken diğer bir husus da ekonomik ve fikrî baskının paralel gelmesi ve paralel yürümesidir. Eğitim sistemimiz artık tedavi kabul etmez derecede mefluç hâlde; bu sistem daha ilkokul sıralarından itibaren ülkenin çocuklarını fiiliyatta ikiye bölerek büyük bir çoğunluğun ikbâl, kariyer ve ekmek yollarını kapatıyor. Oysa ki, Cumhuriyetin en büyük projesi, kanun nazarında birbirine eşit, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir millet inşa etmekti. Sıradan insanların sıradan sermâyelerle dükkân açmalarının bile imkânsızlaştırıldığı, insanların mesleksizleştirildiği, işsizliğe sevk edildiği, yoksullaştırıldığı bu ülke, daha ne kadar jakobenlerin alâmet-i farikası durumundaki “vatan tehlikede!” cayırtısının hamasi lâf kalabalığı ile idâre-i maslahat edilecektir?

Eğitimimizin kalitesi tek başına ayakta kalabilen fert yetiştirecek bir seviyeyi tutturabilmiş değildir.

Avrupa; ilimle, san’atla ve teknikle kalkındı. Avrupa’nın eğitim sistemi ve laboratuar çalışmaları bu millete anlatılmalıydı. Anlatılmadı. Umutsuz insanlarımızı şuurlu insanlar hâline getirmek istiyorsak onları işsizlikten, ümitsizlikten ve gayesizlikten kurtarmalıyız. Fabrikalar, atölyeler, tezgâhlar ve laboratuarlar insanımızın yaşayışını kolaylaştırmak üzere tekrar sür’atle çalışmaya başlatılmalıdır.

Bugüne kadar hiçbir hükûmetimiz milletimizin her tabakasında sanayi şuuru uyandıracak bir eğitim programı hazırlamadı. Sadece her fırsatta kalkınmadan söz ettiler, bunu da birtakım teşvik tedbirleriyle yapmak istediler. Milletimizin bütün enerjisini kanalize etmeden, ciddî bir iktisâdî kalkınma sağlayamayacağımızı anlamadılar veya anlamak istemediler. Böylece bugünlere kadar geldik.

Ancak kaliteli insanlar bu ülkeyi kalkındırabilirler, tahsilin yolu kesilirse ülkede kaliteli insan yetişmez; ülke pazar olmakta devam eder, süper güçler de muradına erer. Ülkemiz üzerinde oynanan oyun da budur. İrtica senaryolarına kurban edilen başarılı memurların koltuklarını işgâl eden “nâ-ehiller” Türkiye’nin kalkınma hızını düşürmüşlerdir.

Yorumlar ne olursa olsun, Türkiye’de belli bir kesimin eğitim hakkı engellenmektedir.

Bizim memleketimizde genç nesillere şefkat, merhamet, ilim ve anlayışla yaklaşmak yerleşik bir âdet olsaydı, meselâ, “İHL’lerin kökünü kurutacağız” bahanesiyle meslek liselerinin canına kastedilmezdi.

Taşımalı eğitim sistemini başlatanlar ve şimdi ısrarla sürdürenler, harabe hâline gelmiş olan köy ve kasaba okullarını; ışıksız, umutsuz ve hayâlsiz köyleri dolaşsalar ve ne büyük bir cinayet işlediklerini bir görseler… Biz millet olarak kendi hususiyetlerimiz içinde mânâlıyız ve bir kıymet ifâde ederiz. Türk töresinde, örf ve âdetinde köy, okuluyla bir bütündür. Köye okulunu geri vermeliyiz. Kendini yenileyemeyen tükenmeye doğru gider. Ömrümüzün sonuna kadar kendimizi de eğitmek durumundayız. Bu, siyaset adamları için de köylü için de geçerli olan bir kaidedir.

“İyi insan”ın eğitimini ancak 15 yaşına kadar verebiliriz. Daha sonraki eğitim meslekî eğitim olup, olabileceği kadar mükemmele yönelmeye mahkûmuz. Ülkemizin eğitim sisteminin aksaklıklarının giderilmesi için öncelikle eğitim metodunu ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğimiz iki ülke vardır: Japonya ve İngiltere. Bu ülkelerin verdikleri eğitimin üstün tarafları tek, tek tespit edilmelidir. Japonya’yı bugünkü iktisâdî kalkınmışlık seviyesine taşıyan üç önemli özellik vardır.

1)      Teknik eğitim,

2)      Teknolojik kopya,

3)      Ortak idealler için çalışmak.

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 24.12.2007 tarih ve 233 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.halkapinar.gov.tr/ekremyaman

e.posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Ahmet Turan Alkan, “Üniversitelerimiz Aslında Medrese mi?,” Zaman, 20.11.2000, s. 3.

[2] “Avrupa Birliği Aptallık Yapıyor,” başlıklı haber, Zaman, 22.11.2000, s. 7.