AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TÜRKİYE’YE DAYATTIĞI BAZI EMRİVAKİLER

 

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye dayattığı emrivakileri şöylece sıralamak mümkündür:

a) AB’nin Kıbrıs sorununun çözümü konusundaki ısrarcı tutumu, Rum Yönetimi’ni Kıbrıs’ta adanın tek hâkimi olarak tanımamız anlamına geliyor. Bunun sonunda Türkiye Kıbrıs’ta mevcut olan KKTC’nin varlığını kendi elleriyle ortadan kaldırmış olacak, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı adanın meşrû idaresine haksız bir müdahale sayılacak, adadaki Türk Ordusu fiilî bir işgâlci ilân edilecek, Kuzey Kıbrıs’tan güneye göçen Rumlara savaş tazminatı verilmesinin kapısı aralanmış olacaktır. Bu konuda yapılan ilk başarılı çalışma Rauf Denktaş’ın tasfiyesi ve susturulmasıdır. Kuzey Kıbrıs’tan güneye göçen bir Rum kadına ödenen bir milyon dolar küsûrluk tazminata hükmeden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı ileride Rumlar için hemen örnek alınacak bir emsâl karar olarak uygulamaya ışık tutacaktır.

b) AB’nin Ege sorununun çözümü konusundaki ısrarı, Ege Denizi’nde Yunanistan’ı rahatlatmak adına yapılacak her türlü çalışmada Türkiye’nin vereceği tâvizleri öngörmektedir. AB, tam üyesi olan Yunanistan’ın menfaatlerini her zaman Türkiye’nin menfaatlerinden üstün tutmuştur.

c) Ermenistan ile ilişkilerin düzeltilmesi ve soykırım iddialarının kabullenilmesi konusunda AB’nin politik talepleri, Türkiye’nin başına Ermenistan’a verilecek Türk toprakları tespiti konusunu ve 1915 tehcirinde zarar görenlerin yakınlarına verilecek maddî ve manevî tazminatlarla ülkemizin iflâsına müncer olacak bir felâketi açacaktır.

ç) AB’nin Dicle ve Fırat nehirlerinin sınır aşan sular olduğu gerekçesiyle, bu suların, bölgedeki barajların ve GAP’ın idaresinin İsrail’in de dâhil olduğu uluslar arası bir komisyona devri konusundaki istekleri, açıkça, Türkiye’nin egemenlik hakkının tek başına kullanımına müdahaledir. Tam üyelik gündeme gelmeden koparılacak bu tâviz, tıpkı Gümrük Birliği Anlaşması gibi, Türkiye’yi maddî ve manevî zarara sokacak bir saldırıdır. Gümrük Birliği’nin Türkiye’ye kaç kuruşluk faydasının olduğu, anlaşmanın yürürlüğe girdiği günden beri Türk ekonomisine verdiği zararlar hakkında kaçımız ayrıntılı malûmât sahibiyiz?

d) İnsanların ve malların AB üyesi ülkelerde serbestçe dolaşımı konusunda Türkiye’ye kısıtlamalar getiren AB uygulamaları ve yerleşme ve gayrimenkul edinme hürriyetine getirilen kısıtlamalar AB’nin kendi kendini koruma ve savunma refleksinin ne kadar kuvvetli olduğunu açıkça göstermektedir.

e) AB, Türkiye’nin en büyük yatırımı olan GAP’a dâhil toprakları da gereğinde işletmek istiyor. AB’nin üye ülkelerinin gıda ihtiyacı olduğunda GAP topraklarının işletilmesi de gündeme gelecek konulardan biri olarak egemenlik hakkının kullanımına açıkça bir müdahale suretiyle yeni bir talep getiriliyor.

f) Doğu ve Güneydoğu kökenli vatandaşlarımızı azınlık saydırmak üzere AB’nin her türlü platformdaki zorlaması ülkemizin bölünmesi için açıkça ortaya konulan bir tezgâhtır. Bunun devamında sıra Karadeniz Bölgesi’nde Pontus Rum Devleti kurmaya gelecektir.

g) Fener Rum Patriği Bartalemeos’a ekümenlik yetkisinin verilmesi bağımsız küçük bir devletin İstanbul’da kurulması anlamına gelmektedir.

ğ) Fener Rum Patrikhanesi’nin Ruhban Okulu’nun açılması talebinin gerçekleşmesi de bir sonraki adımdır.

h) Misyonerlik faaliyetlerinin aşırı derecede hızlandırılması, yoldan geçen Müslümanların eline İncil ve benzeri neşriyatın zorla tutuşturulmak istenmesi ve bu konuda âdetâ insanlara ısrarcı olunması kendi ülkemizde Hıristiyanlara teslim bayrağı çektiğimiz anlamına gelmektedir. Türkiye genelinde yaygınlaşan kilise evlerin sayısındaki korkunç patlama, çevirme harekâtının bir başarısı olarak herhalde alkışlanmayı hak ediyor!

ı) “İslâm tarihinde, bir Müslüman ülkede zina Hıristiyanların dayatması, Brüksel’in direktifleri ve bir İslâmcı siyaset kadrosunun eliyle ilk kez suç olmaktan çıkarılmıştır.” [1]

“Politik kariyerini AB, ABD ve İsrail’e karşı olma noktasında yapmış olan bir başbakanla bu sınavdan alnımızın akıyla çıkmayı umut ediyoruz. Ancak yapmamız gereken çok ev ödevi var. Görünen o ki, çöplerin nasıl toplanıp nerede ve nasıl imha edileceğine kadar detaylandırılmış olan 100 bin sayfalık Avrupa müktesebâtını önce hazmetmemiz sonra da siyasî taleplerini yerine getirmemiz gerekecek.

Siyasî talepler içinde neler var derseniz? Onların da şimdilik su üstüne çıkanlardan birkaç tanesini hemen belirtelim:

Rumların NATO üyesi olması gündeme gelince Türkiye olarak bu öneriyi veto etmeyeceğiz. Ermeni soykırımını kabul edeceğiz! Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıyacağız. Havaalanları ve limanlarımızı Rum uçakları ile gemilerine açacağız.

Tabiî şu anda patırtı büyümesin diye Güneydoğu olayını gündeme getirmiyorlar. Onun sırası var. Bir süre sonra “Kürt bölgesine de özerklik!” diye tutturacaklar.” [2]

Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi’nin “Türkiye” başlıklı bölümünden; “Presidency Conclusions”

Madde: 23

“Müzakerelerin yalnız Türkiye’yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini… Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya Güneydoğu Bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına…” dair hükümler ihtiva etmektedir.

“3 Ekim 2005’te AB ile müzakerelere başlayan Türkiye’nin önünde uyum sağlaması beklenen 120 bin sayfalık ‘AB müktesebatı’ vardı. Bunlar 35 başlıkta toplandı. Türkiye kendi iç hukukunu bu başlıklara uygun hale getirdikçe fasıllar kapanacak, yeni fasıllar açılacaktı.

Türkiye, 5 yılda bu 35 fasıldan sadece 1’ini kapatabildi.

11 fasıl açık… Diğerleri açılamadı bile…

Çoğu Kıbrıs yüzünden, bir kısmı Fransa engelinden açılamıyor; açılsa da yürüyemiyor.

Ama açılan başlıklar da Türkiye’nin ilgisizliği ve bürokrasinin ataleti nedeniyle gecikiyor.

Yola çıkarken yüzde 70’lerin üstünde olan kamuoyu desteği yüzde 40’lara düştü.

Tam üyelik hedefi gün be gün uzaklaşıyor.” [3]

AB’nin tek medeniyet projesi olarak sunulmasına itiraz eden bir siyaset adamımıza göre de “Avrupa Birliği: Sonu belli, kötü bir platonik aşk hikâyesi!” [4]

“Biz de Avrupa da biliyor ki, Türkiye hiçbir şart altında serbest dolaşımın verildiği tam üyeliği kazanamayacaktır. 17 Aralık’ın tek cümlelik bir özeti vardır; “Siz verdiğimiz bu ev ödevlerini tamamlamayı başarırsanız sizi içimize almayı konuşmaya başlamayı düşünebiliriz.” [5]

Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu bu yakınlarda Başbakan Erdoğan’la Erzurum’da yaptığı ortak basın toplantısında lâfı hiç uzatmadan özetle dedi ki:

Türkiye Kıbrıs’ta işgalci durumundadır. Bu durum sona ermeden Türkiye Avrupa Birliği’ne giremez.”

Yine bu yakınlarda Almanya Başbakanı Angela Merkel Güney Kıbrıs’tan Ankara’ya seslendi, o da özetle dedi ki:

Türkiye limanlarını Kıbrıs’a açmadan AB ile üyelik müzakerelerinde herhangi bir hareketlenme beklemeyin.”

(Bu gelişmeler ve sözler üzerine) Başbakan Erdoğan sinirlendi.

Tepki gösterdi.

Türkiye 1974 yılında kendi soydaşlarını muhtemel bir ‘etnik temizlik’ten kurtarmak için Kıbrıs’a askerî müdahale yapmak zorunda kalmıştır.

Ancak bu durum, yani Türkiye’nin haklılığı bir noktayı değiştirmiyor:

Türkiye bugün Birleşmiş Milletler kararlarına, uluslararası hukuka göre Kıbrıs’ta ‘işgalci’ konumundadır.

Bu nedenle, Türkiye’nin bu ‘işgalciliği’ son bulmadan Kıbrıs sorunu çözülmüş olmaz.

Kıbrıs’ta çözüm olmadan Türkiye AB’ye giremez. Çünkü Kıbrıs Rum yönetimiyle Yunanistan vetoları buna geçit vermez.

Bunun gibi, Almanya Başbakanı Merkel de Kıbrıs konusunda hayatın bu gerçeğini bir başka bakımdan bize anımsatmıştır.

(Başbakan) Tayyip Erdoğan’ın Merkel’e tepkisinde haklı yanlar var.

Annan Plânı’na 2004 yılında evet diyen KKTC’ye birçok açıdan haksızlık edilmiştir. Plânı reddeden Rumlar AB’ye tek başına alınarak mükâfatlandırılırken, Kıbrıs Türkleri cezalandırılmıştır.

Bu haksız durum bugün de sürmekte…

Ama iş bununla bitmiyor.

Türkiye de ‘AB hukuku’nun gereği olan bazı adımları atmak zorunda, fazla geciktirmeden…

Bu bakımdan, Türkiye limanlarının Güney Kıbrıs’a açılması pek öyle yabana atılabilecek bir konu değil.

AB hukuku’ böyle buyuruyor çünkü.

Kıbrıs’la ilgili olarak bu da hayatımızın bir gerçeği. Bu adım atılmadığı sürece, Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerinin çıkmazdan kurtulması bugün için mümkün gözükmüyor.

Başbakan Erdoğan bir bakıma haklı olarak soruyor:

Söyleyin o zaman, bizi hakikaten AB’de görmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz?

Ama kimileri de Erdoğan’a soruyor, “Sizin AB’ye dönük niyetiniz ciddi mi?”diye…

Bu soru da sorulabilir.” [6] 23.03.2011

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 28.03.2011 tarih ve 388 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

 

 

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Yaşar Nuri ÖZTÜRK, “İslâm Hıristiyanlaştırılıyor,” Hür Fikir Gazetesi, 1 Şubat 2006, s. 6.

[2] Yrd. Doç. Dr. Hüseyin SARI, “Yandan Çarklı Olsa Da!..,” Bolu’da Yeni Hayat Gazetesi.

[3] Can DÜNDAR, “Doğu’nun Başladığı Yer,” Milliyet, 12.06.2010, s. 12.

[4] Mehveş EVİN, “Adam Gibi Bir Muhalefet,” Milliyet, 09.02.2011, s. 6. Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ’un görüşlerinden bir iktibas.

[5] Abbas GÜÇLÜ, “Türkiye’deki Sistemin Adı Bürokratik Oligarşidir,” Milliyet, 06.01.2011, Prof. Dr. Numan KURTULMUŞ’un görüşlerinden bir bölüm.

[6] Hasan CEMAL, “Tayip Erdoğan’la Sorular, Sorunlar,” Milliyet, 15.01.2011.