ÜLKEMİZİN TEMEL MESELESİ KALKINMA VE ÇAĞDAŞLAŞMADIR

 

Ülkemizin temel meselesi kalkınma ve çağdaşlaşma… Kalkınma ve çağdaşlaşmanın temeli zihniyet dünyamızda… Ortaklaşa zihniyet dünyamızı oluşturan ana etken kültürümüz… “Kültür bir milletin hafızasıdır.” tâbiri cihanşümûl geçerlilikte bir târif…

Teknolojik devrimi gerçekleştirip “Bilgi Toplumu” çağına adım atan ülkeler safına katılmak için, çağdaşlaşmanın gereklerine gecikmeden ulaşmak zorundayız.

1)                  “Tefekkür hürriyeti” olmadan “Bilgi toplumu” hedefine ulaşmak mümkün değildir. Öyleyse düşüncenin önünde hiçbir engel olmamalıdır. Fikir hürriyetine sınırlar getirerek teknolojik devrimi gerçekleştiren bir ülke var mıdır?

2)                  “İlim zihniyeti” gerçek anlamıyla yetişen nesillerimizin zihninde kökleşmelidir.

3)                  “Araştırma ruhu” olmadan daha ileriye ulaşmak mümkün değildir.

4)                  “Gelişme heyecanı” kalkınma ve çağdaşlaşma gayretlerinin hız kazandırıcısıdır.

5)                  “Metodlu çalışma” teknolojik birikimin sağlayıcısı ve bütün tekniklerden daha üstün bir kudret kazandırıcıdır.

6)                  “Tasarruf alışkanlığı” olmadan sanayileşme ve sanayi ötesine ulaşma nasıl gerçekleşecektir?

Bir millet bütün bu zihniyet ve davranış esaslarını kendi kültür dünyasında bulabilirse bahtı açık demektir.[1]

KALKINMANIN TEMELİNDE GENEL KÜLTÜR, KÜLTÜRÜN TEMELİNDE KİTAP VE KÜTÜPHANE VARDIR

İster ekonomik, ister teknik kalkınma olsun, bu kalkınmanın temelinde genel kültürün ve kültürün temelinde de kitabın ve kütüphanenin yer aldığını inkâr edemeyiz.

Kitap bir medeniyet ölçüsüdür. Bir ülkede basılan kitapların muhtevasına, onların baskı adetlerine, satışlarının miktarına göz attığımız zaman bu kitapların cinsleri, adetleri, tekniği ve dağıtma sistemiyle, o ülkenin uygarlık ölçüsünü hatasız takdir edebiliriz.

Bir ülkede kitap çok satılıyor, çok okunuyorsa o ülkedeki insanlar arasında fikir dolaşımının zengin ve renkli olduğuna kesinlikle hükmedebiliriz. Kitap sessiz bir fabrikadır. Fikri ve fikir sahibini gürültü etmeden yüceltir ve tanıtır. Kitap aynı zamanda bir nakliye aracıdır. Lokomotiflerin gürültüsünü, otomobillerin ekzoz seslerini çıkarmadan dünü, yarına bağlar. Fikri yaygınlaştırır. İnsanları sessiz tartışmalarla belirli aşamalara götürür. Kitap iyiyi, güzeli, doğruyu arayan felsefenin alabildiğine genişleyen formudur. Kamuoyunu çevre ve çerçevelerden kurtarır, her evin içine, her odaya, yazıhanelerin üzerine, yatakların başucuna kadar gider ve fikirleri yayar.

Kitap evrensel medeniyetin bir parçasıdır. Öyle bir parça ki, bizi en aşağı 5 bin yıl evveline Mısır’ın Papirüs’ üne, Asuri ve Keldanîlerin alçıdan yapılmış tabletlerine, Çin’ de tahta üzerine hâk edilmiş emirnâmeler ve yine Milâttan 213 yıl evvel kâğıdın Çin’ de keşfediliş zamanlarına kadar götürür. 15. Yüzyılda Gutenberg’ in bastığı kitaplar ve keşfettiği matbaayı kurmak için gırtlağına kadar borca girmesine, sonra da kurduğu o matbaayı alacaklısına terk etmesine kadar her şey tarihin genel yapısı içindedir. Bugün on binlerce basılan kitaplara mukabil Gutenberg ilk def’a tab ettiği İncil’ i 100 adet basmış, ilk nüshasını da Kardinal Mozarin’e vermişti. 1897′ de Londra’ da satılan bir nüshasına alıcısı 4.000 İngiliz Sterlini, 1926′ da bir Amerikalı Yale Üniversitesi’ ne hediye etmek üzere Avusturya’ da bir manastırdan tedarik edilmiş nüshasına 105.000 Dolar vermiştir.

Kitap, uygarlığın dolayısıyla fikrin gelişmesine hizmet ettiği gibi, uygarlık ve san’at da bilgilerin kâğıt üzerinde tespit edilerek gelecek nesillere kalmasına ve hayâl gücünün zorlanarak kültürün gelişmesine hizmet etmiş ve böylece bugüne kadar gelinmiştir. Bugün kitabın halka ucuz ve bol sunulması bir kültür ve medenîyet mecburiyetidir.

Bize gelince; düne bakarak Cumhuriyetin kurulduğu tarihten bu yana kitapçılığımızın büyük mesafeler kat etmiş olmasından dolayı sevinebiliriz, ama yarına; olması lâzım gelene baktığımızda da daha çok gerilerde olduğumuzu görerek üzülürüz. Nüfusun artmasına, okuma-yazma oranının yükselmesine ve ulaşım vasıtalarının çoğalmasına rağmen…

Türkiye’ de yazar, eser yazmak için katlandığı emeğin karşılığını alamadığından, editör geniş ilgiyi çekecek yazar kıtlığından, ayrıca kâğıt bulamadığından, kitap sayısının 5-10 bini geçmeyen hâlinden, tevzi imkânlarının darlığından, satış bedellerinin tahsil edilemediğinden velhasıl kitap gibi bir medenîyet aracının hastalığından ve bu hastalığın toplumu da huzursuz ettiğinden bahsetmektedir. [2]

 

TÜRKLERDE KÜTÜPHANECİLİĞİN TARİHÇESİ

Yurdumuzda devlet eliyle kurulan ilk kütüphanemiz; eskilerle yabancıların “Kütüphane-Millî, Kütüphane-i Umum-î” ve en doğrusu, alnına yazılmış kitabesinden de anlaşılacağı üzere “Kütüphane-i Umum-î Osmanî” yani bugünkü adıyla “Beyazıt Devlet Kütüphanesi“dir. Kâğıda, yazı ve kitaba dolaysıyla okumaya büyük önem veren atalarımızın daha Uygurlar zamanında kütüphaneler kurduğunu biliyoruz. İlhanlılar’ dan Büyük Selçuklu İmparatorluğu’na Anadolu Selçukluları’na ve onlardan da Osmanlılara geçen Vakıf kütüphane kurma geleneği, sadece kendi şartları ve imkânları içinde oluşup, işleyen kuruluşların da memleket kültürüne pek çok hizmetlerde bulunmasına vesile olmuştur. Özellikle Osmanlı Devleti’ nin gerek yükselme ve gerekse bunu takip eden devirlerde imparatorluğun muhtelif yerlerinde başta Fatih Sultan Mehmed, Kanunî Sultan Süleyman, II. Mahmud, III. Ahmed, I. Hamid, III. Mustafa, Valide Sultanlardan Esmihan Sultan, Nurbani Sultan, Pertevniyal Valide Sultan, Sadrazamlardan Köprülü Mehmed Paşa, Koca Ragıp Paşa, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Şehit Ali Paşa, Kılıç Ali Paşa ile Darüssade Ağaları Hacı Beşir Ağa, Mehmed Ağa, Şeyhülislamlar Feyzullah Efendi, Arif Efendi, Esat Efendi ile ricali devletten reisülküttap Mustafa Efendi ve Selim Ağa’nın kurduğu kütüphanelerden başka, Aziz Mahmud Hüdai Efendi ve Halet Efendi’nin kurduğu tekke kütüphaneleri ve Topkapı ve Yıldız Saraylarında kurulan saray kütüphanelerini görüyoruz.

Kütüphaneler, diğer okul vb. müesseselerle birlikte, 1826 yılında vakıf müesseseleriyle ilgili bakanlık olan Evkaf Nezareti’nin kuruluşuna kadar, kendi özel vakfiyelerindeki hükümlere göre idare edildiler. Ancak, Maarif Nezareti kurulunca, bu müesseseler Evkaf’ tan Maarif’ e geçmişlerdir. 1869 yılında yürürlüğe konulan “Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi“nin arkasından 1881′ de “Kütüphanelerin Suret-i Tesisi ve Usul-i İdaresi” ne dair talimatname çıkar. Vakıf kütüphaneler yerine, artık devlet tarafından konuya el atıldığını görürüz. Hattâ bu anlayışı, daha geriye de götürebiliriz. Meselâ, Kosava Vilayeti’ ne bağlı İpek Livası’nın Yakova Kazası’nda 1863’de hükümetçe bir kütüphane kurulduğu biliniyorsa da eldeki bilgilerle, bu teşebbüsün nitelik ve önemi hakkında fazlaca bir fikir edinemiyoruz. Midhat Paşa’nın Valiliği sırasında (1861-64) Niş’de kurduğu ve sonraki Vali Abdurrahman Paşa’nın gayretleriyle 1868’de yeniden hizmete açılan kütüphaneye devlet desteğinin de derecesi pek bilinmemektedir. Bu görüşlere diğer bir örnek de Bağdat’ ta Maarif yönetimince 1879-1880 yıllarında kurulan “Maarif Kütüphanesi“dir. Ayrıca Evkaf idaresinin oluşturduğu Bağdat’ın A’zamiye Nahiyesi’nde kuruluş tarihi belli olmayan bir kütüphane, bunlara eklenebilir.

Devlet eliyle kurulan ve oluşum şartları teferruatı ile bilinen ilk kütüphanemiz, “Beyazıt Devlet Kütüphanesi“dir. Avrupa’daki gelişmelerin Osmanlı İmparatorluğu’na da intikâli ile aradaki sirkülasyonun artması, bir yerde vakıf eserleri besleyen toprak parçalarının birer birer elden çıkarılmasından başka, aydınların isteği ve bunun devlet kademelerince de ilgi ile karşılanması, pek çok Batı ülkelerinin o güne kadar millî kütüphanelerini kurmuş olmalarının idareye böyle bir kararı aldırdığını söyleyebiliriz. Maarif Nazırı Mustafa Paşa gibi müteşebbis bir eğitimci ve daha o yıllarda, “Memlekette nahiyelere kadar kütüphaneler kurulmalıdır.” diyen Sadrazam Said Paşa ve bu kütüphanenin kuruluşuna ayrıca şahsî bütçesinden katkıda bulunacak kadar cömert olan Padişah, Sultan II. Abdülhamid Beyazıt Kütüphanesinin kuruluş kararının tatbikinde etkili olmuşlardır. 1913 yılında kütüphaneler tekrar Evkaf Nezareti’ ne bağlandığı halde Beyazıt Kütüphanesi tek başına Maarif Nezareti’nde kalır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkındaki Kanun, kütüphanelerin koleksiyon yönünden gelişmesine yardım eder. Cumhuriyet’ ten sonra bütün kütüphaneler yeniden, Maarif Vekâleti’ne geçer. Daha sonra Başkent Ankara’ da Millî Kütüphane’nin temelleri atılır. Millî Kütüphanenin kuruluşu Adnan Ötüken gibi bir değerin öncülüğünde gerçekleşir.

Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin, İstanbul’un kültürel açıdan merkezî bir yerinde olması ve Türkiye ‘de basılan tüm dokümanlardan birer adedinin kütüphanede saklanması, yerli ve yabancı çok sayıda okuyucunun akınına sebep olmaktadır. [3]

KÜLTÜR HAYATIMIZDA KÜTÜPHANENİN YERİ

Kültür, maddî ve manevî planda insan hayatına giren her konuyu düşünerek yaşamak ve neticede esaslı eserler ortaya koymaktır.

Kültürün temeli, “düşünmek“tir. Düşünmek de, bilgi ile bütünleşir; aksi hâlde, bir mânâ taşımaz. Bilginin kaynağını ise, yaşanılan hayatta kazanılan tecrübelerle birlikte, kitap ve dolayısıyla kütüphane teşkil eder.

Kütüphaneler, insanlık tarihi boyunca ve her millette birer ilim ve irfan yuvası olmuşlardır. Çünkü bilgisiz, kitapsız kültür olmaz. Kültürün mayası kitap, hamuru kütüphanedir. İnsan zihni kitapla mayalanır, kütüphane ile yoğrulursa; kabuklaşmaktan, yani dünyaya, olaylara dar kalıplar içinde bakarak değerlendirmekten kurtulur ve böylece bilginin, kültürün hür ufuklarında alabildiğine ilerleyip, yükselme imkânına kavuşur. İnsanı, ancak metotlu düşünme ve akıl yürütme başarıya ulaştırabilir. Kazandığımız, kazanacağımız her yeni ve faydalı bilgi, bizim daha iyi, daha akıllı ve başarılı olmamızı sağlayacaktır. Kitap ve kütüphane, düşüncenin laboratuarıdır. Kültürün özünü teşkil eden çeşitli düşünceler, faktörler bu laboratuarda zaman zaman analize ve senteze tâbi tutulur. “Akıl için yol birdir” veciz sözünün, en esaslı tespit noktalarından birisi, kütüphanelerdir. Sağduyuya, akla dayalı isabetli kararlar, insanın en emniyetli kilidi; kitap ve kütüphane de, bu kilidin anahtarıdır. Yalnız, okumayı tenkitçi bir gözle gerçekleştirmek ve her yazılanı mantık süzgecinden geçirmek, okumak gerekir. Kitap ve kütüphaneden en iyi şekilde faydalanabilmek için, onların dünyasına girmek; tam bir sabır ve titizlikle, sükûnetle, sanki ibadet edercesine vecd hâlinde kendini bu işe vermek şarttır.

Konfüçyüs, büyük ve üstün insanı tarif ederken; “yaptığı işlerde ağırbaşlı, konuşmalarında dikkatli, kendisi, kendini tanıyan, okuyan, araştıran, öğrenmeyi seven bir kişi…” ifadesini kullanır. İşte kütüphaneler, insanın kendini bulduğu ve çeşitli yönleriyle tanıdığı sihirli kayaklar, esaslı kültür merkezleridir. Milletlerde, kültür ve medeniyetin göstergesi kütüphanelerdir. Bütün ilerlemiş milletlerde insanların kütüphanelere girebilmek, oralardan faydalanabilmek için uzun kuyruklar meydana getirdikleri, hattâ saatlerce bekledikleri bilinmektedir. Kitap ve kütüphane kültür ve medeniyetle doğru orantılıdır.

Bugün, yeteri kadar okuduğumuzu, kitabı ve kütüphaneyi sevdiğimizi kendimize mâl edebildiğimizi söyleye bilmekten uzak bulunuyoruz. İki şeyi bir birine karıştırmamak lâzımdır. Diploma sahibi olmak, bir makama, mevkie ve hattâ yüksek bir makama oturmakla aydın kimse olmak, aynı şeyler değildir. Münevver insan; devamlı okuyan, araştıran, yenilikleri takîp eden, düşünen insandır. Okumak, düşünmek ve kültürlü olmak; her şeyden önce bir inanç meselesidir. Hangi tahsili yapmış, hangi mevkide bulunmuş olursa olsun; kitap ve kütüphanenin dünyasına girememiş, kendisini şu veya bu dedikodunun, basit haberlerin, kanaatlerin yönlendirdiği kimseler aydın sayılamazlar. Aksi hâlde bu; aklın ve sağduyunun iflâsı demektir.

Bugün; millet, hak, demokrasi, aile, gençlik, din, dil, kültür, san’at, medeniyet, akıl, terbiye, insan, bilgi.. gibi son derece tabiî sayılabilecek kavramlar etrafında dahi şöyle on dakika olsun doyurucu, konuşabilecek kaç yüksek tahsilli insan gösterebilirsiniz? Bu bakımdan artık diploma sahibi bulunmakla aydın kimse olmayı bir sanma gafletinden uyanmalı, sıyrılmalı; kitabın ve kütüphanenin dünyasına girmeliyiz. Bugün kaç kişi kültür, ilim ve san’ at dergilerinden bir-ikisini olsun takip ediyor? Kaç kişi haftada en az bir tane kültürünü arttırıcı kitap okuyor? Bugün kaç kişi yaşadığı şehirde veya kasabada devletin bütçesiyle, personeliyle hizmetine sunduğu kütüphanelerin yerini biliyor, içine girip oralardan faydalanmasını düşünüyor? Bu sorulara cevap aramak ve bulmak mecburiyetindeyiz. Okuyan, kitabı ve kütüphaneyi seven nesiller yetiştirmek, devlet ve milletçe üzerimize düşen en önemli vazifelerden biri sayılmalıdır. Bu hususta, Kültür ve Millî Eğitim Bakanlıkları’ nın birlikte hareketiyle hazırlanacak esaslı plan ve programlarla; başta öğretmenler olmak üzere, bütün kamu görevlilerinin, yetişkinlerin ve özellikle gençlerin kitap ve kütüphane konusunda eğitilmeleri, konunun ciddiyetini kavramaları son derece yerinde olacaktır. Kütüphanecilerimizin de, tam bir anlayış, hoşgörü, sabır ve fedakârlıkla okuyucu hizmetlerine koşmaları, bilhassa çocukların ve gençlerin isteklerine sabırla cevap vermeye çalışmaları, birtakım bürokratik işlemler yüzünden gelenleri kitap ve kütüphaneden soğutmamaları; memur ve hizmetlileri yetiştirmeleri son derece faydalı olacaktır. [4]

Not: Bu makale, İzder Dergisi’nin Mart-Nisan 2003 tarih ve 24. sayısında (20-21.) sayfalar arasında yayımlanmıştır.

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı


1Namık Kemal ZEYBEK, “Kültür Üzerine,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 64(Nisan 1989), s. 1.

[2] Cihat Baban’ın Kitap Sempozyumu Açış Konuşması, 15.06.1981, Millî Kültür Dergisi, C: 3, Sayı: 2(Temmuz 1981), s. 59.

[3] Hasan DUMAN, “Beyazıt Devlet Kütüphanesi 100 Yaşında (27 Eylül 1882-27 Eylül 1982),” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 37(Aralık 1982), s. (58-61).

[4] Doç. Dr. Önder GÖÇGÜN, “23. Kütüphane Haftası Sebebiyle Kültür Hayatımızda Kütüphanenin Yeri,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 57(Mayıs 1987), s. (60-61).