TÜRKİYE İÇİN MECBURÎ İSTİKAMET OSMANLI VİZYONU OLMALIDIR

 

Türkiye, Soğuk Savaş döneminin statik yapısından, Soğuk Savaş sonrası dönemin dinamik yapısına uygun stratejiler geliştirmeye çalışırken, tarihî tecrübe birikiminin Türkiye’yi “kendisi olmaya” zorladığı görülüyor. Türkiye bir yandan AB üyesi olabilmek için Kopenhag Kriterleri’ne uygun reformları gerçekleştirmeye çalışırken, bir yandan da Batı ve İslâm medeniyetleri arasında muhtemel gerginliği en aza indirebilecek hamlelerde bulunuyor. Türkiye artık Batı ile İslâm arasında bundan sonra oynayacağı köprü vazifesinin çerçevesini ortaya koymalıdır.

Türkiye’nin Soğuk Savaş ve özellikle de A.B.D.’ne karşı 11 Eylül 2001 tarihinde yapılan terörist gayeli saldırılar sonrası uluslar arası sistemde kendisine yer bulmaya yönelik siyasî hamlelerini, “Mecburî istikamet Osmanlı vizyonu” başlığı altında toplaması gerekiyor. Türkiye Soğuk Savaş sonrası tâkip ettiği politikaları, önceki dönemlerden belirgin biçimde ayrılan önemli adımları ve yaşadığı hayâl kırıklıklarını tekrar ele almalıdır.

Türkiye, sınırları dışındaki nüfuz alanlarına yönelik olarak geliştirdiği politikaları yeniden ele almalı ve bu siyasetin temelinde Osmanlı Devleti’nden kalan mirasın önemli bir etkisinin olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır.

Günümüzde Türk Silâhlı Kuvvetleri, Türkiye’nin güvenlik duvarlarını Kafkaslardan Balkanlara kadar uzanan geniş bir coğrafyada kurmaya çalışıyor. Bu mecrada başarılı olması için Türkiye’nin Doğu’da Batılı, Batı’da Doğulu görüntüsünden kurtulması ve aslına dönerek kendisi olması gerekir. Türkiye aslına döndüğü zaman hem Doğu’dan hem de Batı’dan rağbet görecek, aksi hâlde iki âlem arasında şahsiyetini tescil ettiremeyecektir.

Avrupalıların bize düşmanlıkları iki sebepten kaynaklanmaktadır. Biri tarih, diğeri din. Yahudi asıllı Alman Profesörü Neumark’a İstanbul Üniversitesi’ndeki görevi sırasında Türk öğrenciler sormuşlar: “Avrupalılar bizi niçin sevmiyorlar? Müslüman’sak, İslâmiyet’i Arap ve Farslardan aldık. Bize duydukları kin kadar onlara kin duymuyorlar.” Neumark gülümseyerek soruya şöyle cevap verir: “Siz olmasaydınız, İslâmiyet Avrupalıların gitmek zahmetine katlanmadıkları Hicaz çöllerinin bazı bölümlerinde kalırdı. Siz olmasaydınız Anadolu ve Kuzey Afrika kesinlikle Avrupalıların olurdu. Tekrar ayağa kalktığınız gün Batı’nın tarihi yeniden yazılır. Ruhunuza kavuştuğunuz zaman Avrupa’nın durumu çok şüpheli hâle gelir.”

Kişinin veya toplumun düşünce kalıplarını değiştirmek, ona yeni davranışlar öğretmek ve âdetâ yeni bir insan veya toplum inşa etmek için gereken bütün zihnî altyapıyı hazırlamak, bir medeniyet dairesinden çıkıp bir başka medeniyetin kültür kalıplarına girmek diye ifade edilebilir. Bizim gibi ülkelerin ve toplumların artık kendi rüyalarını görme hakları kalmadı. Kimin rüyasını görürseniz onların örfüne tâbi olursunuz. Ülkemizde ara sıra su üstüne çıkan Satanizm saçmalıklarının kimler arasında nasıl revaç bulduğunu hatırlayınız; bazı şeylerin nasıl anlam kazandığını hayretle fark edeceksiniz.

Bugüne kadar asker, siyasetteki genel muğlâklıktan yararlanarak, AB konusunda yuvarlak bir söylem tutturdu. Bir yandan ordunun siyaset dışı olduğu ve AB üyeliğinin Türkiye’ye faydasından söz edildi; diğer yandan da aynı AB’nin terörü zımnen desteklediği, AB kriterlerinin laikliği tehlikeye atma potansiyeline sahip olduğu söylendi. Diğer bir deyişle asker zaten bu konuda siyaset yaptı; ancak bu bir oyalama siyaseti oldu.

Osmanlı’nın orijinal bir buluş geliştirmektense, yönetim ilminin gereğini yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Çünkü uzun vadeli her devlet yapılanmasının asgarî şartı, devletin topluma yabancılaşmaması, onun bakış açısı ve duyarlılıklarından uzaklaşmamasıdır.

Türkiye’nin Ortadoğu’da bölgesel bir güç olmaktan çıkıp uluslar arası bir güç haline gelmesi, ABD ve AB’nin telkin, tavsiye ve dayatmalarıyla değil, kendi iradesine ve alacağı tarihî kararlara bağlıdır.

2000’li yıllar Türkiye’nin geleceği için üç koordinat veriyor: Millîlik, demokratlık ve Müslümanlık.

Türk Milleti, dinini doğru olarak öğrenmek ve yaşamak istiyor. Türk Milleti, millî değerlerini, millî duygu ve hasletlerini koruyarak hem Batı dünyasına, hem de İslâm âlemine açılmak istiyor. O halde Türk dünyası ile münasebetlerimizdeki bu gevşeklik nedendir? Demokratikleşme yolunda niçin ayak sürüyoruz? Dindarları rencide eden uygulamalardaki ısrar nedendir?

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) yaptırdığı, “Hane Halkı Gözünde Türkiye’de Yolsuzluğun Nedenleri ve Önlenmesine İlişkin Öneriler” başlıklı kapsamlı araştırma bir yanda Türk halkının yolsuzluk ve rüşveti içselleştirdiğini, diğer yanda ise yolsuzluk ve rüşvete karşı bir reform programına öncelikli olarak destek verdiğini ortaya çıkardı. 2001 Şubat ayında Türk ekonomisini ve toplumsal yapıyı altüst eden devalüasyon ile bu paradoksal durum şiddetli bir sarsıntıya uğradı. Yolsuzlukla mücadele kampanyası, bir anda “krizin kaynağı” olarak nitelendirilmeye başlandı ve aradan yolsuzlukla mücadelenin âdetâ askıya alındığı uzun bir zaman geçti. Yolsuzlukla mücadelenin belli başlı aktörleri tek, tek savruldu, tecziye edildi.

TESEV’ in ikinci araştırması “İş Dünyası Gözünde Türkiye’de Yozlaşma” adıyla yapıldı. TESEV’in üçüncü hamlesi denklemin eksik ayağı olan bürokrasiyi hedefliyordu.

Türkiye’de demokrasinin önünde engel teşkil eden merkeziyetçi otoriter sistem, yozlaşmayı besleyen bataklığın tâ kendisi gibi gözüküyor.

Ne gariptir ki, içinde yaşadıkları ve yönettikleri ülkenin yığın, yığın mes’eleleri varken onları çözüme kavuşturma veya çözmek için proje üretmek ve geliştirmek yerine bin yıldan beri Türk halkının sahip olduğu dinî, millî ve manevî değerleriyle savaşmaktan, onları belirleyerek nasıl durduracağını, nasıl yok edeceğini plânlamaktan, raporlar hazırlamaktan; ülkesini, milletini seven ve çalışan insanları tespit edip fişlemekten başka işlere vakit bulamayanların yönlendirdiği Türkiye’nin dışarıya nasıl yansıması bekleniyor?

Toplumu dinden ve manevî değerlerden soyutlayarak huzurlu ortam temin etmenin hiçbir devirde ve hiçbir ülkede mümkün olmadığı görülmüştür. 2000’li yılların Amerika ve Batı toplumu bunun acı, acı ıstırabını çekiyor ve bundan kurtulmanın çârelerini arıyor.

Türkiye’de mevcut idarî mekanizmalar öylesine yetersiz bir teknik altyapı üzerine oturmakta ve idare zihniyeti öylesine engelleyici bir anlayışa dayanmaktadır ki; durumu düzeltmek üzere alınan tedbirler bile yozlaşmanın artması sonucunu yaratmaktadır.

Resmî ideoloji artık toplumu kuşatan bir çerçeve olarak değil, kamusal alanın boşaltılmasına yönelik bir iş makinesi gibi çalışmaktadır.

Türkiye niçin şeffaflık, denetlenebilirlik ve demokratikleşme istemiyor? Acaba kimler Türkiye adına bunları istemiyorlar? Söz konusu “kimler”in kim olduğunu bulduğunuzda, Türkiye’deki sistemin savunucularını da bulursunuz. O zaman bir soru daha sorabilirsiniz: Acaba bu kişiler sistemi niye bu kadar çok savunuyorlar?

Ülkenin iyi yönetilmemesinde etkili olan derin sebepler var. Ancak üç sebebin hayatî önemi bulunmaktadır: Bilgi fukaralığı, düşünce sathîliği ve irade zafiyeti.

Bu ülke, yığılmış dağ gibi içtimaî problemlerine rağmen, neredeyse iki asırdır sosyal problemlerinin hiç değilse önemli bir kısmını çözebilecek ölçüde “ilmî bilgi” üretemedi. Daha da kötüsü, çok kere mevcut olan bilgiyi kullanma alışkanlığını da edinemedi.

En önemli sorunumuzun irtica olduğunu yıllardır dillendirip duruyoruz. Varsayalım ki, öyle. Bu konuda kaç tane ilmî kitap, hattâ makale var? Keşke cevabımız hiç değilse “üç tane, beş tane” şeklinde olabilseydi. Yeteri kadar mütefekkiri olmadığı hâlde terakki ve tekâmül etmiş yeryüzünde kaç ülke vardır?

Bu derin endişelerin, bu gizlemeye ihtiyaç hissedilmeden telâffuz edilen korku ve tedirginliklerin ardında hangi büyük vizyon gizlenmiş olabilir ki? Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık kendisini dünya kamuoyu önünde zora sokacak ve uluslar arası anlaşmaların ruhuna aykırı düşecek ayak sürümelerini bir an önce terk etmelidir.

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 18.02.2008 tarih ve 242 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

 

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.halkapinar.gov.tr/ekremyaman

e.posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr