TÜRK İNSANININ BAŞARISININ SIRRI NEDİR?

Günümüzde vaizlerin sözlerinin insanlara tesir etmemesinin sebebi, insanları âdetâ fıtratlarını değiştirmeye çağırmalarıdır. Kürsülerden devamlı olarak; “Öfkelenmeyin, düşmanlık yapmayın, inat etmeyin…” diyorlar. Hâlbuki böyle demek, insana, fıtratını değiştir demek gibi bir şeydir. Allah, bu hasletleri insan tekâmül etsin diye insanın mahiyetine yerleştirmiştir. İnsana düşen vazife, bunları yapabildiği kadar hayra doğru çevirmektir. Öfke, gerektiği yerde, mukaddeslerimize ve korunması gereken değerlerimize tecavüzde onları koruma adına kullanılan bir sıfat(şecaat) hâline getirilmelidir; düşmanlık nefse karşı düşmanlığa; inat, Allah yolunda sabır ve sebata dönüştürülmelidir. Dolayısıyla menfî görünen her bir haslet, müspet bir haslete kaynaklık eder.

İnsanımız belli bir süredir gayesiz hâle getirildi veya hayatın gayesi sadece ekonomi ile özdeşleştirildi. Oysa ne insan gayesiz yaşayabilir; ne de hangi ölçülerde olursa olsun, maddî arzuların doyurulması, insanı, ona ulaşmaya zorlayan gerçek tatmine ulaştırabilir. Hattâ maddî arzuların ölçüsüz tatmini, sürekli kamçılanması ve tahrik edilmesi, potansiyel insan olarak dünyaya gelen insanı, insanlıktan tamamen uzaklaştırır. Onu yaratılmış olan bütün varlıkların seviye olarak altında bir derekeye düşürür. Dünyanın şu anda içinde bulunduğu durum bunun en canlı delili ve şâhididir.

Futbolda 2002 yılındaki başarımızın altında yatan Galatasaray faktörüdür ve bu faktörün altındaki asıl gerçek de, bu takımın, her türlü engellemelere rağmen yakalama yolunda olduğu, asıl ruhumuzu bulma cehdidir.

Türkiye, tam bir sıkışma(kabz) hâli yaşıyor. İngiltere’de yayın yapan ITV kanalı 2002 Dünya Kupası’nda Türkiye’nin elde ettiği başarı hakkında “Bu galibiyet Türkiye’nin çalkantılı döneminde ilâç gibi geldi.” dedi. Senegal galibiyetinden sonra CNN’nin yaptığı tanımlamaya dikkat etmek lâzım. Kullanılan kelimeler tesadüfî seçilmiş değil. CNN’e göre “Türkiye ve Güney Kore’nin kazandığı başarı ‘yeni dünya düzeni’nin önemli işaretlerinden biridir.

Yeni küresel düzende futbolda başarı kazanmamıza kimsenin bir itirazı yok. Hakikî refah, millî gelir artışı, sağlık ve eğitim alanlarında iyileşme gibi konuların hiçbir önemi yok. Siyaset ayakta duramaz hâle geldi. Siyaseti de, ekonomisi gibi dibe vurmuş bir ülkede 2002’de futbol sektörü başarısıyla “dünyanın en iyi dördü arasına girmiştir.”

Eskiden cazı ve dansı zencilere ayıranlar, şimdi futbolda bizim gibi fakir, borçlu, borçla ayakta zorlukla durabilen ülkelerin söz sahibi olmasına itiraz etmiyorlar. Eskiden olduğu gibi ille de hakem ve ayak oyunlarıyla maçı kendileri kazanmak için sahtekârlık yapmaktan vazgeçtiler. Ne de olsa zavallılara da biraz teselli olacakları bir avunma vesilesi lâzımdır… Aksi takdirde gariplere dünya iyice zindan olacaktır.

Alan razı, veren razıdır. Yeni küresel düzenin taksimi böyledir. [1]

Türkiye’nin selâmetinin, büyümesinin, kalkınmasının ve dirilmesinin bu ülkede yaşayan herkes tarafından samimî olarak istenip istenmediği, en azından, bunun şahsî, zümrevî ve ideolojik kaygıların önüne geçirilip geçirilmediği konusunda şüpheliyim.

Adorno’ya göre, modern insanın içinde açılan dev bir “boşluk” vardır. Dinî, sosyal, kültürel bağlarından koparak var olmaya ve var kalmaya çalışan modern insan bu yüzden hep bir yalnızlığın içinde yaşıyor.

DEMİRBANK’ ın HSBC’ ye kelepire satılmasını hatırlar mısınız? DEMİRBANK’ı Türkiye’nin en iyi bankaları arasında gösteren yabancı kuruluşların bu referansıyla, bankanın sahipleri DEMİRBANK’ı HSBC’ye bir milyar 400 milyon USD’e satma hazırlığı yaparken, Türkiye bankaya el koyup, 350 milyon USD’ye yine HSBC’ye sattı. Ortadan kaybolan bir milyar 50 milyon Dolar’ın hesabını kim verecek?

Yıllardır lâfı edilmesine rağmen Türkiye’nin bir bilim politikası bile yoktur.

Bunca yokların arasında Türkiye elindeki avucundaki bütün servetini de özelleştirme adı altında ecnebilere pazarlamakla meşguldür.

Korunan ve kollanan bir Türkiye var mıdır? Yoksa korunan ve kollanan IMF’nin politikaları mıdır? Yabancı sermayenin gelmesi için, elimizdeki her şeyi en ucuzundan vermemiz IMF tarafından tavsiye ediliyor; ama bu gidişin yarınları da vardır.

Modern insan, müzik ve futbol üzerinden kaybettiği hakikî var oluşun açtığı derin boşluğu sahte bir kutsallık, idoller ve pagan ritüellerle doldurma çabasındadır.

TÜRKİYE’NİN DİRİLİŞİ

Asıl olan milletimizin ihyâsıdır. Bu ihyâ adına milletimizin her ferdinin bir niyeti, gayreti, azmi olmalıdır. Türk Milleti’nin ihyâsı, millî ruhu ve millî düşünceyi korumakla, tekrar kendi özümüze dönmekle olur.

Türk Milleti’nin şuuraltı kredisi çok zengindir. Bu millet, dokuz asır İslâm dünyasının hâmisi olma gibi bir misyonu edâ etmiş ve bütün milletlerin şuuraltında öyle yer almıştır. Bir gün bu millet silkinir, son metamorfozunu yaşarsa, kendisi ve özü neyse ona göre şekillenirse ve ona inkişâf ederse, göklerde uçmak bir daha hakkıysa şayet, bir tırtıl gibi ağaçların kabuklarında gezme yerine kelebek olup uçarsa, işte o zaman diğer milletler iyilikte ve mârufta milletimizin arkasına düşeceklerdir. Dolayısıyla bu milletin dirilmesi sadece bir milletin değil, aynı zamanda Türklük ve İslâm dünyasının dirilmesi ve sonra bütün dünyanın dengelenmesi olacaktır…

Geniş ufuklara bakın, geniş düşünün!

Kalkınma işi bir takım işidir. Biz milletçe imece usûlünü ortaya koyalım. Bir mübarek el yeniden başlarımızın üzerinde gezinecektir.

Diriliş ve denge için kanatlanmış ruhlar, siyasetin küçük hesaplarından hiç etkilenmeyecektir.[2]

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 26.05.2008 tarih ve 255 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.halkapinar.gov.tr/ekremyaman

e.posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Ali BULAÇ, “İlaç Gibi,” Zaman, 26.6.2002, s. 13.

[2] Hüseyin GÜLERCE, “Bir Seçim Yetmez…,” Zaman, 11.7.2002, s. 13.