İLİM NEDİR?

 

İlim, kanunlarını bulma yolu ile tabiat kuvvetlerini kontrol altına almayı sağlamaya çalışır. İlim duyum organlarının intibalarına dayanır, bilgiyi tasnif eder. Metodu; gözlem, deney ve tahmin yoludur. Maksadı; tabiat hadiselerini anlama, sınıflama, kontrol etmedir. İlimde hakikatin mihengi(mihenk, ayarlamada kullanılan bir âlettir) mantık değil, olaylardır. İlim, şu muazzam tabiatı-atomların teşekkülünden insanın ve şuurun tekâmülüne kadar- incelemektedir. İlim varlığımızın sırrını çözemez. Niçin varız? Nereye bağlıyız? Her şey neyi anlatıyor? Bütün bu soruların cevaplarını ilmî şekilde bilmiyoruz. İlim zaman zaman, insan nazarında, kâinatı yeniler. İlim eski bilgileri inkâr etmekten ziyade onu geliştirir. İlim, müşâhede ve tecrübe edilen olaylarda en son tahlile kadar iner. Bugün en son tahlil, en küçük ortak parça, elektron, proton, radiation, protoplazma, ruh kelimelerine varmaktadır. İlimde kat’î bir birlik ve gayri şahsîlik iddiası mümkün değildir. İlimdeki tezatları bugün herkes bilmektedir. Bu tezatlar; ya bir yeni ilim konusu olmaktan yahut ilmî metodun tam ve sıkı tatbik edilememesinden, tam ilmî bir noktaya varmadan, acele hüküm verilmiş olmasından ileri gelmektedir.

Her şeyin “niçin” i ilmi aşar, ilmin ötesindedir. İlmin gayesi eşya ve hâdiselerin en küçük ortak paydalarını bulup tasvir etmektir. İlim, tabiat âleminde bir tertip ve nizamın varlığını ve tabiatın kanun hükümranlığı altında olduğunu gösterir. Bu suretle kâinat, gittikçe daha iyi anlaşılabilir bir şekil altında görülür. Bununla beraber ilim, felsefî ve dinî görüşü de boşa atmamalıdır. İlmî kanunların çoğu hakikati arama yollarında şimdilik en doğru görünen geçici ve takribî formüllerden başka bir şey değildir. Görüşler ve tahliller, zamanla daha fazla derinleştikçe onlar da hakikate daha ziyade yaklaşacaklardır.

Modern ilim, tabiatta başlangıç olarak bir ilk ve tertip kabul eder. Fakat bunu ilmen ispat mümkün değildir. Bunun eski adı “hilkat” tır. İlim, müşâhede ve tecrübe edilebilen olayları meydana getiren âmilleri inceler. San’at, kendine has şekillerle, mâkûl ve mânevîyi ifade olduğu halde ilim, akıl üzerine kurulu bir zekâ mahsûlüdür. İlim, hasbîleşmiş bir bilgidir. Bu hasbîlik, akılda bulmuş olduğumuz aklî ve mânevî tertiptendir. İlim, her sahayla, karşısında durulamaz bir surette uğraşmakta ve bütün hadiseleri, âdî bir mekanizma(işleyiş) oyunu ile ifade etmeye çalışmaktadır. Bu hususta o kadar ileri gitmektedir ki, “tabiatüstü” sanılanlara bile o gözle bakmaktadır. Hayat ilimle ülküye, ideale gidecek yollar bulur.

İlim, hakikat arayıcılığıdır. İlim, peşin hükümden arınmaktır. Bugün ilim, insan hayatında mutlak kıymet diye bir şey tanımıyor. Dünyanın objektif(tarafsız) tasvirine ilmî eserlerde rastlanır. İlim soyut olaylardan yola çıkarak müspet vakıaları kavradığı ve aydınlattığı nispette hakikate ulaşır.

Tecrübe ve gözlem metoduna dayanan bugünkü müspet ilim, eskiden olduğu gibi, dinle çatışmamakta, aksine olarak yan yana ve kardeşçe yaşamaktadırlar. Bunun dinimiz yönünden sevinç veren tarafı ise müspet ilmin bulduğu gerçeklerin İslâm’a uygun düşmesidir. Aslında ilimle din arasında çatışma olamaz, nitekim bugün böyle bir çatışma olmamaktadır. Çünkü İslâm dini aslını korumakta, ilim ise yeni metodları sayesinde gerçeği bulmaktadır. Dinle ilim arasındaki çatışma ancak aslı bozulmuş dinler için söz konusu olabilir. Kur’an-ı Kerim’de müspet ilimle ilgili bir iki âyet meâli şöyledir: ”Allah hidayet vermek dilediği kimsenin gönlünü İslâm’a açar. Dalâlete düşürmek istediği kimsenin göğsünü sanki göğe çıkıyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar.”

Bu âyetle yükseklere çıktıkça oksijen azaldığı belirtilmiştir.

“Görmezler mi ki, biz arzı etrafını azaltarak getirmekteyiz.” Bu âyetle de kutupların basık, çökük olduğu belirtilmiştir.

“O küfür edenler görmezler mi ki, gökler ve yer birbirine yapışık ve bitişik idiler. Onları biz ayırdık.” Bu âyetten de güneş sisteminin ilk defa bitişik yaratıldığını, sonradan ayrıldığını öğreniyoruz.

Müspet ilim dinin yerini tutabilir mi? İnsanların meydana getirdiği toplum hayatı için birtakım hareket kaide ve kanunları zaman içinde bizzat insanlar tarafından ortaya konmuştur. İlim hiçbir zaman bu kaideleri vermemiştir, veremez de. İlim bize faydalıyı, zararlıyı, iyiyi, güzeli gösteremez. Hâlbuki bunlar olmadan insan ve toplum hayatının mevcut olması mümkün değildir.

İlmin eriştiği hükümler maddî hükümlerdir. Toplumda, cemiyette ise değer hükümleri vardır ve geçerlidir. İlmin nazarında adalet ve merhamet, vatan ve millet gibi idealler olamaz. Cemiyetlere, milletlere göre büyük değerleri olan bayraklar ilme göre boya, şekil ve bezden başka bir şey değildir. İlim, insanlara bir hayat tarzı da göstermez. Hayatın şöyle veya böyle olması, insanların barış içinde mes’ût yaşaması yahut birbiriyle devamlı boğazlaşması ilmin nazarında eşittir. İlmin, dinin, toplum kanunlarının ve kaidelerinin ayrı, ayrı yeri vardır ve hepsinin de tek gayesi insanın mutluluğunu temindir. Bu değerlerin hiç biri bir diğerinin yerine ikame edilemez.

Not: Bu makale Mersin Tercüman Gazetesi’nin 13 Haziran 2005, 15 Ocak 2007 tarih ve 128, 192 sayılı, Ayyıldız Toros Gazetesi’nin 01.01.2008 tarih ve 1104 sayılı, Selam Gazetesi’nin 25.02.2008, 26.02.2008 tarih ve 1082, 1083 sayılı nüshalarında yayımlanmıştır. www.ayyildizgazetesi.com

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı

Web: www.halkapinar.gov.tr./ekremyaman

e-mail: ekrem.yaman@icişleri.gov.tr