İKTİSADÎ HAYATIMIZA DAİR BİRKAÇ NOT

 

Kültür bilginin şuurlaşmasıdır. Kültürün özü değerlerdir. Değerlerimizin odak noktası ise haktır. Hayatın dinamiğinin kültür olduğunu anlayınca, meselelerimiz çorap söküğü misâli çözülür. Takdir, vefâ duygusu, minnet gibi yüksek hisleri ifade için fikirden, san’ attan behresi olanlar hünerin dilini konuştururlar. Ülkemizde insanı insan yapan onur, namus, dürüstlük, olgunluk, zarafet, kültür gibi değerler hızla aşınmaktadır. Aşınmayı bırakın, bu değerler ağır bir bombardıman altında. Onun etkisini kırmak için her evde kütüphane olmalıdır.

Ahmet Hamdi TANPINAR’ın yıllar önce büyük bir acıyla ortaya koyduğu gerçekler, ne yazık ki, bugün de karşımızda durmaktadır. TANPINAR: “Büyük okur-yazar kütle yerli muharririni okumuyor. Bu demektir ki, kendimizi beğenmiyoruz ve sevmiyoruz. Maalesef realitelerimizden en hazini budur. Diğer taraftan, henüz (Türkiye’ de) modern ev teşekkül etmedi (Türk evinde) kütüphane yok. Dışarıya çok bağlıyız…“diyor.

Türkiye artık popülizm, ilkesizlik, günü kurtarma gibi ucuz yollardan bir yere varamaz.

Gözlerini hep ileriye dikmesi gerekse Türkiye, iki yüz yıldır sürekli olarak Batı’ ya baktığı için dayanılmaz boyun ağrıları çekmektedir.

Bu ülkede, düşünce namusunu, hayatının önünde tutan çok az insan vardır. Belki bu denli sefilleşmemizin bir sebebi de budur.

İdraki teşekkül etmiş milletler “marifetin iltifata tâbi” olduğunu gayet iyi bilmektedir.

Dünya hayatımızı huzurlu geçirmek ve kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek için çalışmak mecburiyetindeyiz. Bu çalışma yerli malını çoğaltmaya yönelik olacak ve bizi teknolojinin çeşitli sahalarında dünyanın ilerlemiş milletleri seviyesine çıkaracaktır. Çok çalışıp kalkınmak mecburiyetindeyiz. Güçlü bir millet olmanın, dünya pazarlarında hâkim olarak söz sahibi olabilmenin yollarını aramalıyız. Aksi halde güçsüzlüğe ve başka milletlerin pazarı olmaya mahkûm oluruz. Bir ülkede iç pazar gelişmeden ekonomi gelişmez. Çok sayıda üretim, birim maliyetinin düşmesini sağlar.

Türk insanının tüketim alışkanlığı alt üst olmuştur. İsrafçılık, geniş mekânda oturma arzusu ve daha çok tüketmek bâriz vasıflarımız arasındadır. Ancak yeterince ürün elde edemiyoruz ve onu da üreticinin lehine sağlıklı bir şekilde pazarlayamıyoruz. Bu da bir başka Türkiye gerçeğidir.

Umutsuz insanlarımızın şuurlu insanlar haline getirmek istiyorsak onları işsizlikten, ümitsizlikten ve gayesizlikten kurtarmalıyız.

Görülen manzara şu ki, millet olarak başarıya açız ve son tahlilde idarecilerimizden râzıyız. Açlık ve rızâ bizi kapıldığımız atâlet sarmalının orta yerlerinde yutuyor; ne ölüyor, ne iflâh oluyoruz. “Değer hükümleri” ve “Kıymet ölçüleri” olmadan hiçbir şey olamaz. Yok ettiğimiz hususlarda biri de budur.

Türkiye insan enerjisinin boşa harcandığı ülkelerin her halde başında geliyor. Vatandaşın umuduna, yaşama sevincine, heyecanına, sevdasına ve duasına hepimizin ihtiyacı vardır. 

İnsanlar pek çok şeye muhtaçtır. Bunların hemen hepsi her yerde bulunmaz. Bunlar Ülke içinden ve dışından getirilerek satışa arz edilir. Ticaret bu mecburiyetten doğmuş, medenî hayata ait ihtiyaçlar arttıkça ticaret sahası da gelişmiştir. Ticaretten gaye, meşrû zeminlerde insan ihtiyaçlarının meşrû yoldan karşılanmasıdır. Ticaret ve kazanç, meşrû yollardan ve hilesiz olarak yapılmalı ve toplum yararı göz önünde bulundurulmalıdır.

Gözle edinilen izlenimlerin etkisi her zaman daha inandırıcıdır.[1] Festival, fuar ve panayırlar bu mânâda insan perspektifini genişleten mekânlardır. İnsan buralarda “aradığını bulamasa bile, aramanın zevkini duyar[2]

İnsan ancak çalıştığına erişir[3] Dünyanın mutlak mânâda değişmeyen kuralı budur.

Sarayların, mâbetlerin, mekteplerin, san’ atın, edebiyatın, endüstrinin her şeyin temelinde insan vardır.[4]

BAZI TEDBİRLER VE TEKLİFLER

I) Halkımız devletinden öncelikle iki şey istiyor; ülkenin kalkınması ve hukukun hâkimiyeti.  

II) Bu ülke mazlum insanların vatanıdır. Onları hayata kavuşturmak, bütün bir husûmet dünyasıyla karşı karşıya olduğunu anlatmak ve ondan fedakârlık istemek; yapılacak iş bu.

III) Siyasetle ilim el ele vermedikçe buhranlarımız sona ermeyecektir. Zira her iki zümrenin temsilcileri de günahkârdır.

IV) Parayı, sermayeyi ve müteşebbisi ürküterek kimseye güven telkin edilemez.

V) Demokratik gelişimini bugünkü seviyesinden daha ileri noktalara ulaştırmayı başarmış bir Türkiye ile bölge de, dünya da daha güzelleşecektir. “Türkiye’nin güçlü olması ve dertli yaşaması” Batı’nın da Doğu’nun da ortak stratejik hedefi, gayesi ve paydasıdır. “Taklitçi” tavırlarımızdan ve “ifrat modacılığı“mızdan vazgeçip kendi tarihî büyüklüğümüzü kavradığımız zaman dünya Türkiye’nin fizikî, sîyasî, tarihî, kültürel, manevî, iktisadî, medenî ve fikri coğrafyalar bakımından önemini daha iyi kavrayacaktır.

VI) Günümüz Türkiye’ sinde çeşitli meslek mensupları “sorumluluk duygusu ve şuuru” açısından zafiyet gösteriyor. Herkes görevini, mesleğini, işini doğru dürüst yapsa, yapmaya çalışsa, gereken gayreti gösterse, maddî ve manevî üretim hasılamız iki misline çıkar. İmkânlarımızın yetersizliğinden şikâyet ediyoruz; ama biz o yetersiz imkânların da altında yaşıyoruz.

VII) Bugün çöp toplayarak artık malzemeden ekmek parası kazanmanın bile bir meslek haline geldiği bu ülkede, Türk insanının sefaletine seyirci kalmamalıyız.

VIII) Bu millet aydınlarına yön veremedi, kendini onlara tamamlatamadı, engellemelerine mâni olamadı; ama yabancılaşmış aydınlar, bu milletin bazı değerlerini ve değer ölçülerini bozmayı yahut zayıflatmayı çok iyi başardılar.

IX) Türkiye’ de üretimi artırmanın en önemli şartı insanlara, “güven, şevk ve heyecan” vermektir.

X) Günümüz Türkiye’ sinin eksiklikleri bilgi, kalite, üretim, rasyonellik, Batı standartları, yeni rekabet ve teknoloji şartlarına uyum, demokratik liderlik ve ekip çalışması, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, yerinden yönetim gibi birçok eksiğimiz bariz vasıflarımızdır.

XI) Geçmişi temiz, dürüst insanları devletin kilit noktalarına yerleştirmek” dışında Türkiye’ nin içinde bulunduğu açmazdan çıkış yolu yoktur.

XII) Başarı öncesi köstek, başarı sonrası destek olma geleneği Türk insanının adeta geleceği karartan bir kâbus gibi üzerine çökmüş vaziyettedir. Bu marazî ruh halinde kendimizi kurtarmalıyız.

Başarının sırrı; niyet etmek, karar vermek ve hepsinden önemlisi azimle uygulamaktır.[5]

Başarının yüzde sekseni, doğru zamanda doğru yerde olmaktır.[6]

Başarının kesin olan tek ölçüsü, sizden beklemeden daha iyi hizmet vermektir.[7]

Hayata atılan herkesin işinde başarılı olması şarttır.

Not: Bu makale, Mersin Deniz Ticareti Dergisi’nin Ağustos 2003 tarih ve 135. sayısında sayfa (26-27)’de yayımlanmıştır.

 

 

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı


[1] Ömer ULU, Gediğini Arayan Taşlar, İst., Sistem Matbaacılık, 2001, s. 38.(Stefan Zweig’in sözü)

[2] ULU, A.g.e., s. 39 (Ahmet Hamdi TANPINAR’ın sözü)

[3] Kur ‘an, En-Necm, Ayet (38-44).

[4] Will DURANT, İslâm Medeniyeti.

[5] ULU, A.g.e., s. 47

[6] ULU, A.g.e., s. 47

[7] ULU, A.g.e., s. 49