ÇANAKKALE KAHRAMANLARINDAN ONBAŞI KOCA SEYYİT HAKKINDA NELER BİLİYORUZ?

18 Mart günü Seyyit’in 13 arkadaşı şehit olmuş, topunun vinci bozulmuş ve işgâlcilerin top mermilerinin havaya kaldırdığı toprağın altında kalmıştı. Kurtarıldıktan sonra kalktı. Gözlerinden sel, sel akan yaşlar yerleri ıslatıyordu. Dudakları aşk ve iştiyaktan şerha, şerha yarılmıştı. Allah’ım! Allah’ım! Benden kuvvetini esirgeme diye dua etti.

Bu yakarış, şüphesiz, hiç kimseninkine benzemiyordu, benzemedi. Çünkü Seyyit herkesten ayrı, herkesten başka türlü bir insan oldu, derin bir nefes aldı. Hak namına Hak yolundaydı. Aşk ile kendisinden geçmesi ve 215 okkalık top mermisini kucaklayıp sırtına alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyyit’in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırtısını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu! Bu manzara tarihin hafızasına kazınacak kadar muhteşemdir. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi, savaşın kaderini değiştiren olayı meydana getirmiş ve İngilizlere ait Ocean isimli zırhlı bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştı. Olay müthişti. Sanki denizin üstüne Kıyamet Günü gelmiş gibi ortalık feryat ve figânla doldu.

Batarya Komutanı Yüzbaşı Hilmi Bey, üçüncü merminin namluya sürülüşünü ve patlayışını gördü. Gözlerine inanamıyordu. Hayâl gibi olayı izledi. Yüzbaşı koşarak ateşlenen topun yanına geldi ve o uzun heybetli namluyu elledi, ateş gibi sıcaktı! Dürbününü gözlerine götürdü, denizin üstünde alevler sarmış ve batmakta olan zırhlıyı görünce, efsane insan Topçu Neferi Seyyit’e sarılıp defalarca öptü. Koca Seyyit mağrur işgâlci donanmasının okyanusunu Çanakkale’nin mavi sularına gömmüştü.

ÇANAKKALE SAVAŞLARINDA YAŞANAN İBRETÂMİZ VAK’ALAR VE BAZI TESPİTLER

Çeşitli harplerde olduğu gibi Çanakkale Muhaberelerinde de birtakım fevkalâde olaylar görülmüştür. Meselâ Havran’lı Seyyit Onbaşı’nın tek başına 276 kiloluk bir top mermisini kaldırıp, top merdiveninin basamaklarından çıkıp topun namlusuna sürmesi, fevkalâde bir olaydır. Bunu bir insanın tek başına başarması mümkün değildir. Çünkü bu olay en kuvvetli insanın takatinin de üstündedir. Nitekim Seyyit Onbaşı harpten sonra aynı şeyi denediği halde mermiyi yerinden kaldıramamıştır. Demek ki, ortada bir fevkalâdelik vardır. Bu fevkalâdelik nereden gelmektedir? Bu, insanın imanından ve ruh gücünden gelmektedir. İnsana madde ve makine gözüyle bakan sömürgeci zihniyet, teknik üstünlüğüne güvenerek, Çanakkale’ye çullanmıştı. Bunların hesapları kendilerine göre sağlamdı, teknik ve teknolojik üstünlük ile sayıca fazlalık, her şeyi halledecek, düşmanlarını yerle bir edeceklerdi.

“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” olan sömürgeci ve kaba kuvvete tapan kişiler, kısa zamanda hesaplarının tutmadığını anladılar. Gerçi tarihte de bunun örnekleri çoktur. Alparslan’ın elli beş bin kişilik ordusu, vaktiyle iki yüz bin kişilik Bizans ordusunu yenmiştir. Kanunî Sultan Süleyman’ın iki yüz bin kişilik ordusu, beş yüz bin kişilik Macar (Haçlı) ordusunu perişan etmişti. Fakat tarihi okuyan kim?

Madde ve tekniği gaye edinen zihniyet, Allah’ın rızasını kazanmayı gaye edinen zihniyet karşısında büyük ve ummadığı bir mağlûbiyet tatmıştı.

“Çelik zırhlı duvarlarla” örülmüş bir medeniyetin tahrip edemeyeceği hiçbir kuvvet olmaması gerekirdi.

Âkif’in ifadesiyle “Alınır kal’a mıdır göğsündeki kat, kat iman?” maddî üstünlüğün iman kalelerini ele geçirememesinin sebebi nedir? Yani maddî güç, manevî gücü niçin yenemiyor? Yine Âkif bunun sebebini şöyle izâh ediyor: “Çünkü Te’sis-i İlâhî o metin istihkâm” Ele geçirilemez istihkâm mevkii Allah yapmıştır; o ilâhî bir tesistir. İman kalelerinin yeri olan göğüsler ise Hüda’nın “ebedi serhaddi” dir. Bu serhaddi tesis ederken de Allah, insana şöyle seslenmiştir: “O benim sun’î Bedenim, onu çiğnetme!..” Yani “o benim en güzel eserimdir, onu iyi koru ve düşmana çiğnetme!”

63 kişiyle üç bin kişilik İngiliz çıkartmasını Ertuğrul Koyu’nda önleyen Ezineli Yahya Çavuş ve daha nice kahramanlar, Çanakkale muharebelerinde o maneviyatın tekniğe ve ezici kaba kuvvete galibiyetinin unutulmaz destanını yazmışlardır. Bunu manevî güçle başarmışlardır. Mustafa Kemal’in dediği gibi “öleceğini bildiği halde ölümü küçümseyerek ve Allah’ına, onun cennetine kavuşmak arzusu ile nefsini feda ederek…”

İşte manevî güç ve zaferdeki rolü!.. [1]

İlk çıkartma harekâtı, 25 Nisan 1915 sabahı saat 6.00’da Seddülbahir bölgesine yapıldı. Düşmanın cehennemî ateşi altında Mehmetçikler kahramanca savaşıyorlardı. Bölüğün subayları şehit olmuşlardı. Ertuğrul Koyu’nu ateş altına alan takım komutanı Ezineli Yahya Çavuş, kıyıya çıkan İngilizlere adım attırmıyordu. Yahya Çavuş’un düşmanının üstün kuvvetlerine karşı yapmış olduğu bu kahramanca direniş, Çanakkale Muharebelerinde gösterilmiş olan kahramanlık zincirinin bir halkasıdır. Bu halkanın biri de Ali Çavuş’tur. Sol kolundan yaralanmış; kolu bileğinden dört parmak kadar yukarısından kopacak bir halde parçalanmıştı. Eli yere düşmekten ancak zayıf bir et ve deri parçası tutuyordu. Ali Çavuş avurtlarını sıkarak acısını önlemeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı komutanına uzatmıştı. “Şunu kesiver komutanım!” dedi. Komutan; “Üzülme Ali Çavuş! Allah vücuduna sağlık versin” diye teselli ediyordu. Ali Çavuş yere düşen eline, elsiz kalan koluna ve bir oluktan boşanırcasına akan kanlara bir süre sessizce baktıktan sonra, tıpkı 4 Nisan 1953’de Çanakkale Boğazı’nda Dumlupınar Denizaltısı’nda şehit düşen 81 bahriyeli gibi “Canım fedâ olsun. Vatan sağ olsun!” diyerek şehâdet şerbetini içti.

 

Not: Bu makale, Mersin Deniz Ticareti Dergisi’nin Mart 2004 tarih ve 142 sayılı nüshasının 26. sayfasında, Ayyıldız Toros Gazetesi’nin 28.03.2008 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.ayyildizgazetesi.com

 

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı

 


[1] Prof. Dr. Süleyman Hayri BOLAY, “Çanakkale Zaferindeki Manevî Gücün Rolü,“ Atatürk Araştırmaları Merkezi Dergisi, C: X, Sayı: 30(Kasım 1994), s. (553-557).