30 AĞUSTOS ZAFERİ

Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan yüce Türk Milleti ve onun kahraman Ordusu!.. Bu günlere hamd olsun ki, 30 Ağustos Zaferi’nin yeni bir yıldönümünü daha görmek nasip oldu.

Türk Ordusu; Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.(1)

Hepimizin bildiği gibi geriye bıraktığımız, binlerce yıllık ve pek çok sayfası altın varaklarla işlenmiş şanlı bir tarihimiz vardır. Asırlar boyunca uçsuz bucaksız bozkırlar, çorak topraklar ve örenler üstüne nice ümranlar tesis etmiş bir milletiz. Bizim medeniyetimizle damgaladığımız engin bir coğrafya ve hemen, hemen her milletten insana hükmetmiş bir Cihan Devletine vücut vermiş namlı bir milletiz.(2)

Tarihimizin şanlı zaferlerinden biri olan 30 Ağustos Zaferi hem kazanılma şartları, hem de neticeleri itibariyle tarihin şahit olduğu ender zaferlerden birisidir. Şöyle ki;

Bu zaferle, Avrupalıların 6 ayda sökülemez dedikleri müstahkem Yunan mevzileri 3 günde sökülüp darmadağın edilmiştir.

Bu zaferle, 200.000 düşman askeri 20 günde yok edilmiştir.

Bu zaferle, emperyalist ülkelerin Türk yurdu üzerindeki emelleri kursaklarına tıkanmıştır.

Bu zaferle, Avrupalılar Türk’ün yenilemeyeceğini, esir edilemeyeceğini geç de olsa anlamış, İngilizler Yunanlıları desteklemekten vazgeçmişlerdir.

Bu zaferle 9 Eylül’de Türk Ordusu İzmir’e girmiştir.

Bu zaferle barış yolu açılmış, Türk’ü savaş yoluyla yok edemeyeceğini anlayanlar onunla barış yapmayı menfaatlerine daha uygun bulmuşlardır.

Bu zaferle Türk’ün ve Türk Milleti’nin kara bahtı değişmiştir.

Bu zaferle, Türk’ün dünya durdukça İl’inin ve töresinin bozulamayacağı bütün dünyaya bir daha ispatlanmıştır.

Bu vatan için kan verenler,

Bu vatan için can verenler,

Kendi tarihleri ile gurur ve iftihar duymayan, kendi milletinin mâzisini sevmeyen, sevemeyen, onu küçümseyen, onunla istihza eden, daha ileri giderek ecdâdını barbarlıkla, istilâcılıkla ve kan dökücülükle suçlamaya kalkan sözde insanlık taraflısı bedbaht kimselerin millî şuurun temel unsurlarından birisi olan “tarih şuuru”ndan mahrum olduklarına hükmedilmesi gerekir. Diyebiliriz ki, bunlar, Allah’ın, milletinin haslet ve meziyetlerinden iftihar duymak, dertleri ile dertlenerek ders almak gibi bir beşerî ıstırabı ve zevki kendilerinden sakındığı, acınacak eksik yaradılışlı kişilerdir. Böyle eksik mahlûkların ise, tabiî yolu milletini sevmek ve saymaktan geçen ölçülü insanîliğe yükselmeleri muhâldir.

Millî zaferlerin hatırâlarını yaşamak, onları gönüllerde ve hâfızalarda canlı tutmak, onların devamlarını sağlayıcı irâdeye yükselmek olacaktır. Millî mefâhirine sahip çıkmayan, çıkamayan, onları yeni nesillere aktarmayı bilmeyen, beceremeyen milletler, kendi hayâtiyet cevherlerini, yaşama güçlerini, yükselme enerji ve arzularını kaybetmiş olurlar.

Adı konmamış bir Haçlı ittifak ve tahrikinin, Birinci Dünya Harbi’ni müteakip, o zamanlar tek müstakil Müslüman Türk devleti olan Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak üzere Anadolu içlerine sürdüğü Yunan ordularına karşı şahlanan millî irâdenin indirdiği büyük darbe ve kazandığı muhteşem zafer, tarih şuurumuz bakımından geniş mânâda ve ehemmiyetle ele alınması gereken bir istinat noktamız olmak mevkiindedir.

Tarihi boyunca pek çok zaferler kazanmış olan Türk Milleti’nin ruhunda hele bugün memleketi kaplamış olan anarşi atmosferi içerisinde, gereken seviyede bir tarih şuuru uyandırabilmek için, millî şerefin dayandığı gerçek zaferleri ona tanıtarak gelecek nesillere aktarılmaya değer bir ruh yoğurmak, bütün maddî kalkınma dâvâlarımızın üstünde bir mânen yükselme ve kendine gelme mevzuudur. Bu konuda, devlet olarak hiçbir mâzi endişesine ve mâzimizde hislerimize göre seçim ve değerlendirme durum ve gayretine düşmeksizin, gerçek Türk rûhuna, millî rûha doğru bir yol açmakla kendimizi vâzifeli saymalıyız.

Gerçek mânâlarıyla gerçek zaferlerimizi tanıyalım ve gelecek nesillere tanıtalım ki, onlara lâyık olmak, yeni varlıklar ortaya koymak, yâni hayat hakkına sahip olabilmek haysiyetine erişelim!..(4)

1683 yılında Türk-İslâm ilerleyişinin Viyana’da, müşterek haçlı kuvvetleri tarafından durdurulması üzerine, artık bizim için 1921 yılına kadar, tam 238 yıl devam edecek olan gerileme, çöküş ve mahvolma devrinin başladığı, bu kötü talihin Sakarya Zaferi ile değiştiği ve Büyük Taarruz’la birlikte yeni bir devrin başladığı hepimizce malûmdur.

Dünyanın kalan son Türklüğünü de boğma hareketi olan Birinci Cihan Savaşı neticesi mağlûbiyetimiz üzerine fırsat bu fırsattır deyip düşmanlarımızın müşterek maşası olma vazifesini derhal üstlenip, Oğuz Han’dan geldiği iddiasında bulunan Moğol misâli kendisinin karanlık ve karışık geçmişini bir tarafa bırakıp meşhur Roma-Bizans İmparatorluğunun vârisi olduğunu iddia ve ilân ederek ortaya çıkan Yunan soysuzları, aldığı son öldürücü yaralarla kıvranan, ancak büyük düşmana karşı vatanını kurtarmak ve varlığını korumak için yeniden efsanevî mücadelesini başlatan Türk Milleti’ni son siperinde boğmaya, yok etmeye kalkmıştı. İşte 1683 yılından beri devam eden, bir büyük milleti, medeniyeti yok etme plânının son merhalesi olarak, Türk’ün harîm-i ismetinde, Anadolu’da Yunanlıların başlattıkları vahşet harekâtı Ankara’nın 50 km yakınına kadar gelip dayanmıştı. Türk Milleti burada, Sakarya boylarında ya tamamen mahvolacak ya da dişiyle, tırnağıyla yapacağı son bir hamle ile düştüğü bu feci durumdan kurtulacaktı.

Durumun fecaatini artıran husus ise, bu son imha hareketinin Türk’ün eski uşağı tarafından tatbikat sahasına konulmuş olmasındandı.

23 Ağustos 1921’de başlayan bu kader muharebesi çok kanlı olmuş ve savaş 100 km uzunluğunda bir cephede yapılmıştır. Türkler, Batı’nın desteğine sahip olan Yunanlılar karşısında yarıdan az kuvvet ve cephaneye sahip bulunuyor, ihtiyaçlarını en iptidaî yollarla karşılamaya çalışıyor, milletin bütün fertleri, kadınlar ve çocuklar dâhil kendi güçleri nispetinde mücadeleye iştirak ediyorlardı. 22 gün ve gece sürmüş olan bu gerçek ölüm kalım savaşında kahraman Türk Milleti’nin 1000’den fazla subay ve 25.000 eri şehit edilmiştir. Son bir hamle ile Yunan kuvvetleri Sakarya Nehri’nin batısına atılıp perişan edilerek Türklük kurtarılmış, Türk’ün mâkus talihi tarih önünde yenilmiştir.

Başkumandan Mustafa Kemal bu büyük zaferden sonraki düşünce ve hislerini 14 Eylül 1921 tarihinde ilginç bir beyanname ile Türk Milleti’ne duyurmuştu.

Zaferin sonunda Mustafa Kemal Paşa’ya Büyük Millet Meclisi gâzilik unvanını ve müşirlik rütbesini vermiştir.(5)

Türk Milleti açısından ne acı bir tecellidir ki; 624 yıl 5 ay 17 günlük tarihi ömrü içinde Osmanlı Devleti bünyesinde, Türklerin koruyuculuğunda, refah içinde ve hür olarak yaşayan azınlıklardan bir bölümü, tarihleri boyunca, İngiliz, Fransız ve Rusların “Haçı Hilâl’e üstün getirme” ve “Türkleri ve Kur’an’ı yok etme” ve “Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama ve mirası üstünde kendilerine bağlı Hıristiyan devletler kurma” propagandalarına kanarak onlara maşa oldular. Bunların bu harplerde 3.000.000’a yakın Türk gencini şehit etmeleri, onların deyimi ile “Türk gençliğinin kanını kurutmaları” yetmiyormuş gibi, özellikle, İngiliz ve Fransızlar Çanakkale Cephesi’nden saldırırken doğuda Rus ve Ermeniler de, Van’ın Zeve Köy’ü ve çevresinde kadın ve çocuk farkı gözetmeden 3.000 Türk’ü katlettiler. Merhum Mareşal Fevzi Çakmak, 1935’de Harp Akademisi’nde verdiği “Büyük Harpte Şark Cephesi” Konferansında bunu belirtmişti(6).

Tarihî gerçeklerden bir ders alabilsek bu necip milletin sırtı hiç yere gelir mi?

Not: Bu makale, Konya Postası’nın 20 Ağustos 1993 tarih ve 5976 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.

 

 

 

Ekrem YAMAN

Karapınar Kaymakamı

 

 

DİPNOTLAR:

1) Osman Güngör FEYZOĞLU, “Atatürk ve Türk Ordusu,” Millî Kültür Dergisi, C. II, Sayı: 9(Şubat 1981), s. (1-2).

2) H. Rıdvan ÇONGUR, “Erzurum,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 58(Eylül 1987), s. (36-40).

3) Mehmet SEVİM, “Tarihten Bir Altın Sayfa,” PTT Dergisi, Sayı: 69(Ağustos 1988), s. 3.

4) Prof. Dr. Emin BİLGİÇ, “Tarih Şuuru Açısından Millî Zaferler,” Millî Kültür Dergisi, C. I, Sayı: 9(Eylül 1977), s. (2-5).

5) Mehmet ÇAYIRDAĞ, “Sakarya Zaferinin Önemi ve Atatürk’ün Bu Zafer Hakkında Millete Beyannamesi,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 49(Temmuz 1985), s. (2-3).

6) M. Fazıl KARLIDAĞ, “Çanakkale Turistik Bölgesinde Bulunan Harap Şehitliklerin Düşündürdükleri,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 49(Temmuz 1985), s. (50-53).