KÜLTÜR, KALKINMA VE KÜTÜPHANE

Ülkemizin temel mes’elesi kalkınma ve çağdaşlaşmadır. Kalkınma ve çağdaşlaşmanın temeli zihniyet dünyamızda saklıdır… Ortaklaşa zihniyet dünyamızı oluşturan ana etken ise kültürümüzdür… “Kültür bir milletin hafızasıdır” tâbiri cihanşümûl gerçeklikte bir târiftir…

İster ekonomik, ister teknik kalkınma olsun, bu kalkınmanın temelinde genel kültürün ve kültürün temelinde de kitabın ve kütüphanenin yer aldığını inkâr edemeyiz.

Kitap, bir medeniyet ölçüsüdür. Bir ülkede basılan kitapların muhtevasına, onların baskı adetlerine, satışlarının miktarına göz attığımız zaman bu kitapların cinsleri adetleri, tekniği ve dağıtma sistemiyle o ülkenin uygarlık ölçüsünü hatasız takdir edebiliriz.

Zarf kâğıda; kâğıt yazıya; kelime mânâya mahfazadır. İnsan kâinata hem zarf, hem mazruftur…

Kitap; susturduğunuz zaman sessiz, konuşturduğunuz zaman konuşan, meşguliyetiniz varken, sohbete başlamayan, çalışma zamanında sizi yalnız bırakan, kendisi için giyinip süslenme ve utanıp sıkılma zahmetine sokmayan bir gece misafiri; yüzünüze karşı dalkavukluk etmeyen bir arkadaş; azdırıp sapıtmayan bir dost, bıktırıp usandırmayan, münafıklık yapmayan ve size karşı yalan söyleyip dolap çevirmeyen bir yoldaştır.[1]  

Dünyada en güzel yer rahvan atın sırtı; zaman içinde en hayırlı dost ise kitaptır.” [2]

Günümüz insanının artık okumaya vakti yoktur(!). Çünkü çok daha önemli işleri vardır; para kazanmak, ama çok para kazanmak zorundadır. Ancak bu sayededir ki, toplumun üst seviyelerindeki yerini alabilsin. Zaten o öğrenilecek şeyleri(!), akıl yürütme yeteneğinin dumûra uğratıldığının ve rasyonel düşünceden uzaklaştırıldığının farkına bile varmadan sihirli beyaz camdan fazlasıyla öğrenmektedir.

Sonuçta da düşüncede sığ, yeni terkipler yapmaktan mahrum ve fikir adına yeni bir şeyler üretemeyen keyfiyetsiz kalabalıklar ülkenin her yerinde görülmektedir. Bunun faturası ise uzun dönemli düşünürsek; zengin toprakların fakir bekçileri olmaya mahkûm bir millettir.

BEŞİKTEN MEZARA KADAR OKUMA ŞUURUNA DOĞRU

Günümüz insanının zihni, günlük hadiseler tarafından işgâl edilmiş; ruh dünyası kısır boğuşmaların aldatıcı baskıları altında ezilmektedir (Günlük televizyon haberleri, siyasî polemikler, sporlar, sporcular, san’atçılar, sırf merak uyandırmak maksadıyla tertip edilmiş yalanlar, sansasyonlar v.s.).

Bu fasit kuşatmayı kırmak için fert ve devlet olarak yapılacak çok şey olduğu ortadadır…

İlk etapta okumanın entelektüel bir meşguliyet olmadığı, herkesin beşikten mezara kadar okuması gerektiği şuurunun milletimizin hafızasına nakşedilmesi ve bu hususta bir seferberlik başlatılması çok önemli bir başlangıçtır!

Fert olarak ise, ilk etapta TV’li odadan TV’siz odaya hicret edip okuma zaman ve zeminini oluşturmalıdır. Daha sonra da, günümüzün dertlerine, neslimizin kalp ve vicdan hastalıklarına, düşünce bozukluklarına derman olacak faydalı kitapları okumalıyız.

Hem öyle okumalıyız ki, “bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olma şuuruyla[3] tekrar tekrar okumalıyız. [4]

Düşüşümüzü iyi anlayalım ki, kalkışın şuuruna erelim. Diriliş gününü yeniden görelim.

Hepimiz yaşadığımız müddetçe yapmamız gereken ne varsa yapmalıyız. Kaliteli insan yetiştirmenin yolu; sahasında uzman olan, okuyan, okuduklarından yeni yeni sentezlere ulaşabilen fertlerden geçer.

Kitap, eskiden olduğu gibi, günümüz dünyasında da, başucu malzemesi olarak hayatımızdaki yerini yeniden almalıdır.

NASIL VE NE KADAR OKUMALIDIR?

Bir insan, okuduğunu hayata geçiriyor, zihnini faydalı şeylerle besleyip olgunlaştırıyor ve okuduklarından başkalarını da faydalandırıyorsa, “tam bir adam” seviyesine yükseliyor demektir.

Okuma bir seçim işidir. Esasen okuma merhale merhale ele alınmalıdır. Okunan eserler de kültürden kültüre değişir. İşte bu kültürler arasında da bir alışveriş ortamı oluşur.

Aydın zümre münasebet kurduğu yabancı kültürlerin kendi milletine yararlı yönlerini alıp gençliğe ve halka sunmalıdır.

Okunacak kitapların seçimi mes’elesi kültür ve medeniyetlerin bunalımlı dönemlerinde daha da önem kazanır.

Gençliğin rûhî beslenme rejimi hassas ve dikkatli ölçülerle tayin edilmelidir.

Ne okumayı küçümseme kurnazlığı ve ne de okunacak her şeye hayranlık hastalığı… İkisi de uzak olsun bizden. Akıllı davranmak, yararlı olanı seçmek gerekmektedir.

Çocuk anasına ve babasına benzer; süt ve kan birliği vardır. Okuyucu da yazarına benzer.

Bir cemiyette, bir millette ortak inanç, ortak duygu ve düşünce yapısı kurulup gerçekleştirildikten sonra bu temel üzerinde her türlü ilim, san’at, düşünce ve edebiyat eserleri birer anıt gibi yükseltilebilir.

İnsanın en değerli arkadaşları okuduğu kitaplarıdır. Okuduğun kitapları söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.

Yerine göre anne de, baba da birer arkadaştırlar. Öğretmen ve kitaplar da birer arkadaştır. Bizi kimlerin yönlendirip sevk ettiğini, hangi gayeye doğru yolcu ettiklerini çok iyi düşünmeli ve bilmeliyiz.

Medeniyetimizin temel eserlerini okumalı, kafa ve kalplerimizi, ruhumuzu onların bal özleriyle beslemeliyiz.

Türlü türlü müsâbakalar gibi, bir de fakirlikler müsâbakası yapılabilseydi, herhâlde cehâlet o yarışmanın kraliçesi olurdu…

Cehâletin sebebi eğitim noksanlığıdır.

Medeniyetimiz dünyaya hizmeti gaye edinmiştir.

Batı medeniyeti, yağmacılık üzerine kurulmuştur ve yağmacılıkla beslenmektedir.

İngiliz sanayi inkılâbına yol açan Hindistan’ın yağması olmuştur. İngilizler, Hindistan’ı o derece yağmalamışlardır ki, bu mevzuda Amerikalı tanınmış gazeteci Brooks Adams, “Dünya kurulalı beri hiçbir yatırım, Hindistan’ın yağmasından elde edilen kazancı sağlamamıştır” derken, dönemin Hindistan genel valisi Kraliçe Victoria’ya yazdığı mektupta, Hindistan’dan daha uzun seneler faydalanmak için, şu tespit ve tavsiyede bulunmak mecburiyetinde kalmıştır:

Hindistan, bol sütü olan büyük bir ineğe benziyor. Fakat biz onu o kadar merhametsizce sağıyoruz ki, memeleri kanıyor. Bu memeleri daha uzun süre sağabilmemiz için, bu kadar aceleci davranmaya devam edecek olursak Hindistan, elimizden çabuk çıkacaktır.” [5]

OKUMA VE YAZMA

Sağlıklı okuma, okunan şeyleri sadece hafızaya kaydetme değil, aynı zamanda hafızada olanları da yenilemedir.

Bir yazıyı okurken, içimizde kıpırdanışlar oluyorsa, dahası, yazarla birlikte nefes alıp verebiliyorsak, biz gerçekten okuyor ve yazar da gerçekten bize hitap ediyor demektir.

Yazar ile okuyucu arasındaki alışveriş ancak o zaman mümkündür. Yazarla diyalog kuramayan bir okuyucu okuduklarından fazla istifade edemez.

Sağlıklı okuma; neyi, niçin ve hangi maksatla okuduğunu bilmektir.

Kendini yetiştirmenin başlıca şartı okumaktır. Kendini yetiştirmeye azmetmiş bir insanın, belirli bir çalışma sahası olmalıdır. Birden fazla şeyi bir anda öğrenemeyeceğimiz gibi günümüzün gelişmiş ilmî yelpazesi içinde birden çok sahada kendimizi yetiştirmemiz mümkün değildir. Ancak, belirli bir sahanın seçiminden sonra, diğer bazı ilgi duyulan sahalar hakkında da bilgi edinebiliriz.

Çok ve düzensiz bilgi değil, öz ve tam bilgi insanı hedefe ulaştırır.

Faulkner “yazmak insan kalbini yüceltmek”tir der.

Yazmak, durmadan konuşan kâinatın dilini anlamak demektir veya yazmak, kâinata hakkıyla bakmayı bilmek demektir. Bu açıdan yazmak, ilmin kapısı sayılabilir. İlmî ve fikrî çalışmalardan verim almak düşünülüyorsa insan mutlaka yazmaya çalışmalıdır.

Yazmak, başka bir açıdan, okuma ile elde edilen bilgilerle zonklamaya yüz tutmuş kafanın patlamasını önleyen ve sadece önlemekle kalmayıp insanlığa bir şeyler verebilmenin sancısını dindiren bir vasıtadır.

Yazmak, bilgilerin dışında tezahür ediyorsa ilhama sonuna kadar açılan bir kapı oluverir. Bu açılışla gizli hazinelerin sırları meydana çıkar. Bundan dolayı yazmak okuyan her insan için kaçınılmaz bir hakikattir, ihtiyaçtır.

Yazmak, geniş mânâsıyla, öğrenip bildiklerini başkalarının istifadesine sunmaktır. [6] 27.07.2011

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 05.09.2011 tarih ve 406 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

 

 

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] El-Câhız

[2] Arap Şairi el-Mütenebbi

[3] Balzac

[4] İbrahim REFİK, “Kitapların Işık İkliminde,” Sızıntı Dergisi, Sayı: 154 (Kasım 1991), s. (439-442).

[5] Ubeydullah AKYÜZ. “Mim Farkı,” Sızıntı Dergisi, Sayı: 148 (Mayıs 1991), s. (184-185).

[6] H. Ensar SARPGÜL, “Okuma ve Yazma Üzerine,” Sızıntı Dergisi, Sayı: 149 (Haziran 1991), s. (200-201).