BİR TÜRKİYE PANORAMASI

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden günümüze kadar geçen zaman dilimi içindeki gelişmelere bakarak maziyi hatırlatmak istiyorum.

● “Yaklaşık yarım asırlık zaman sürecinde, hükümetler, partiler, başbakanlar değişirken, ülkenin her gün biraz daha batağa saplandığı gerçeği değişmedi.

İçinde yaşadığımız günlerde de zincirin halkaları gibi yeni tezgâhlar uç uca ekleniyor. Ülke sosyal ve ekonomik yönden bir bilinmeze doğru sürüklenirken, borsa-döviz-enflasyon üçgeninde yaratılan sanal âlemlerle insanlar kandırılıyor. Oysa, işsizlik almış başını gitmiş, toplumun büyük bir bölümü sefalet içindeymiş, ülkenin iç ve dış borcu kar topu gibi büyüyormuş kimin umurunda!..

Borca batmış kartelci medyanın da suç ortaklığıyla karayı aka boyayan güçler, kurdukları tezgâhlarla ülkenin başına yeni çoraplar örüyor.

Şu asla unutulmamalıdır ki, ülkenin başına örülen çorapların sorumluluğundan tezgâhları kuranlar kadar, gaflet uykusuna yatarak tezgâhlara alet olanlar da kurtulamayacaklardır.” [1]

● “İçimizde kendi devletini yabancıya gammazlayanlar, Ermeni olayını bile destekleyip konferans düzenleyenler var.. Devlete vurmak, devleti gammazlamak, bu(nlar) için sanki görev. Türkiye’de, kendi ülkesinden bu kadar nefret edenlerin, düşmanla işbirliği yapanların bulunması kahredicidir.” [2]

● “Yıllardır iki yakası bir araya gelmeyen Anadolu insanı, şimdi de emperyalistlerce toprağımıza serpilen yapay ayrılık tohumlarının başağa durmasıyla birlikte, aynı kaderi paylaşmalarına karşın birbirlerinin kanına susama noktasına gelmek üzeredir.

İşin acı tarafı ise, aydın geçinen çevreler ile değiştiğini söyleyen bazı solcu eskileri(nin), kardeşi kardeşe kırdırma planı yapan emperyalistlerin değirmenine su taşımalarıdır.

Yaşanan kimlik tartışmaları da anılan eylemlerin bir parçasıdır.

Her konuda olduğu gibi yaşanan kimlik tartışmalarında da değer üretenler yine devre dışında olup, gelişmeler egemen güçler ve taşeronları tarafından yönlendirilmektedir.

Memleketimizde Türk-Kürt-Arap ayrımı yoktur; yaratılan bütün yapay tartışmalar üretilen değerlerin adaletsiz dağılımını perdelemek içindir.

İsterseniz çevrenize şöyle bir göz atın, her etnik kökenden varsıl insanlar refah içinde yaşarken, yoksullar çile doldurmaktadırlar.” [3]

● Türkiye’de “alt kimlik-üst kimlik” tartışmaları lüzumsuz ve faydasızdır. Bu ülkede yaşayan insanların değil, ülkemiz üzerinde emperyalist emel ve çıkarları olan ve Türkiye’yi bölmek isteyenlerin ekmeğine yağ süren bu tartışmalar, sonunda federasyonun kapısını aralar. Kaybeden de yine Türkiye olur.

“Ezanımız, millî marşımız ve yöre(leri)mizin ezgileri(nin) birbirinden ayrılması imkânsızdır. Hepsi (de) bizi etkiler.” [4]

● Şimdiye kadar Güney Doğu Anadolu’da Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü’nün veya özel Türk şirketlerinin gönderdiği kaç mühendis arazide ölü olarak bulunmuştur? Hiç merak ettiniz mi?

● “Cefakâr Anadolu insanı, yemeyip yedirerek, giymeyip giydirerek sağladığı toplumsal dayanışmayla insanların isyan etmesini önlüyor; … devlet adamları da memleketi güzel yönettiği sevdasıyla … kasılıyorlar.” [5]

● Türkiye’de “Avrupa Birliği karşıtlarının hamlelerini doğru okumak gerekir. Nerede sakıncalı bir durum varsa orada bitiveriyor aynı güruh. Bu malum zümre Türkiye’yi dünya medyasının diline düşürmek için her türlü hamleyi yapıyor. Bir yandan AK Parti hakkında şüpheler doğuracak dedikodular üretip yabancı basına gammazlıyor; diğer yandan ülke içindeki milliyetçilik duygusunu arkasına alarak sansasyonel hamleler yapıyor.” [6]

● Avrupa Birliği’nin Türkiye’den talepleri artık kabul edilemeyecek noktaya gelmiştir. “Kıbrıs, Ege, Patrikhane, Ermeni talepleri ve Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden tutum ve davranışları endişe ile izliyoruz. Bu talepler nereye kadar taşınabilir, ‘müstemleke komiseri’ gibi emrediyorlar.” [7]

“Türkiye gibi gelişmekte olan pek çok ülke, Batı tarafından yeniden koloni haline getirilmeye çalışılıyor. IMF’yi ülkenizden kovmazsanız Avrupa Birliği üyesi olmaktan ziyade, ya AB’nin ya da Wall Street’in sömürgesi olursunuz. IMF programları ülkenizi mezata çıkarıyor. Ülkede gerek işçi, gerekse sermaye kesimine zarar veriyor. Tüm kesimler bu programı reddedip IMF’yi kapı dışarı etmeli. IMF politikaları doğrultusunda hareket eden ve destekleyen politikacıları sorgulamalısınız. Çünkü bu kişiler ülkeye zarar veren kurumlarla işbirliği yapıyor…” diyen Prof. Dr. Michel Chossudovsky yıllar önce bizleri uyarmıştı. Bu görüşlere hiç kulak asılmadı.

● “Genel siyasi af çıkarılarak PKK’ya etnik kimlikle siyaset yapma yolunun açılması ve yüzde 10 seçim barajının kaldırılarak etnik bölücülüğün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilmesinin sağlanması” [8] Avrupa Birliği’nin yeni vizyona sürdüğü fikirlerdendir.

● Bu ülkede şiddet kol geziyor. O yüzden şiddeti dindirmek üzere “Her Müslüman, gönlünde bir şefkat silahı saklamalı, olumsuzluklara karşı hep o şefkat silahını kullanmalıdır.” [9]

● “Keşke Türkiye kendi bünyesinde yapacağı reformlar için batılı ülkelerden talimat almasaydı. Kendi değerlerine sahip çıkıp, kendi bünyesinde, kendi coğrafyasında, kendi insanına, kendi dünyasına ve kendi varlığına uygun reform yapabilseydi. İçindeki aydınları, içindeki donanımlı insanları bir birlik ve beraberlik içerisinde bir ulus bilinciyle ya da milli şuurla hareket edebilseydi ve bu reformlarla ilgili batının dayatmasına muhtaç olmasaydı.” [10]

● “Konjonktürel nedenler demokratik ve çağdaş bir devlet yapısını dayatmış ve buna uygun yapısal değişim süreci başlatmıştır. Hem de bilinçaltında başka özlemleri bulunan kadrolar eliyle.” [11]

● Her türlü menfîliğe rağmen ülke olarak “değişim ve dönüşüme susamış bir kıvama geldiğimiz anlaşılıyor.” [12]

● Toplum olarak ifrat ve tefriti yaşamanın dayanılmaz cazibesinden bir türlü kurtulamıyoruz. Her halde en büyük eksiğimiz eğitim noksanlığıdır ve şahsiyet eğitiminin verilememesidir.

● Türk Halk Müziği san’atçısı Kubilay Dökmetaş “Kültür unutulmaz, unutturulur.” diyor. Yaşadıklarımız bu hükmü doğruluyor.

“Emperyal güçler, Anadolu insanının o güzel hasletlerini yozlaştırıp yok ettiler. Giyimimizden kuşamımıza, dinlediğimiz türkülerden oturup kalkışımıza, yememizden içmemize moda adı altında yeni ölçüler getirdiler.

Büyüğe saygı, küçüğe sevgi tarihin derinliklerinde kalmış(tır)…

Kendi yurdumuzun garibi olduk.” [13]

● “Türkiye Akdamar Kilisesi’ni büyük merasimlerle aç(tı). Erivan’daki Ermeni yöneticileri(ni) Türkiye’ye davet e(tti).

70 bin Ermeni’nin Türkiye’de çalışmasına Ankara göz yumuyor.

Ermenistan’la ilişkilerin iyiye gittiğini Ankara zannediyor, bunun için açılım üzerine açılımda bulunuyor.

Oysa Ermenistan’ın bunları Türkiye’nin zafiyeti olarak gördüğü anlaşıldı.

Nereden, nasıl anlaşıldı?

Ermenistan uluslar arası memur statüsünde olan AGİT gözlemcisi Türkleri Ermenistan’a sokmayarak bunu gösterdi.

Ankara geç de olsa Ermenistan’a iyi davranılmayacağını, Erivan’ın bulduğu ilk fırsatta Türkleri ısırmaktan zevk alacağını böylece görmüş oldu.

Türkiye olarak ona göre davranalım.” [14]

● “Ermenistan ile Türkiye hiçbir zaman barışmayacak(tır). Çünkü Ermenistan batılıların Türkiye’ye karşı kullandığı bir silahtır.” [15]

“Demokrasiyi ortak bir platform olarak benimseyen, bunu anlaşılır bir anayasal çerçeveye oturtan yaygın bir mutabakatı, siyasal ve toplumsal uzlaşmayı bugüne kadar gerçekleştiremedik.

Çankaya savaşları bu yüzden…

Hukukun eğilip bükülmesi, siyasete alet edilmesi bu yüzden…

27 Nisan muhtırası bu yüzden…

Türkiye bu nedenle bıçak sırtında! Daha doğrusu gayet bilinçli bir şekilde böylesine kırılgan bir noktaya getirilmiş durumda.” [16]

“Bugün dünyada 440 nükleer santral çalışıyor. İnşa halinde 26 nükleer reaktör var. Planlanan nükleer santral sayısı ise 32.

ABD’de elektrik üretiminin % 20’si, Almanya’da % 28’i, Belçika’da % 56’sı, Bulgaristan’da % 38’i, Fransa’da % 78’i, Litvanya’da % 80’i, İsveç’te % 50’si, İsviçre’de % 40’ı, Macaristan’da % 33’ü, Slovakya’da % 57’si, Ukrayna’da % 46’sı, Slovenya’da % 46’sı nükleer santraller yoluyla elde ediliyor.

Ya bizde? Hiç…

Sizin buna gönlünüz ve aklınız razı oluyor mu?

Yabancılar da Türkiye’nin nükleere daha uzun süre karşı olamayacağı görüşündeler.

İngiltere’nin, Kraliyet Uluslar arası Enstitüsü bu konudaki 2006 raporunda ne diyor:

‘Uzun vadede Türkiye için mantıklı ve güvenilir tek seçenek nükleer enerjiye ve silaha yönelmektir.’

(…) Elektriğinin % 78’ini nükleerden elde eden Fransa’yı örnek alamaz mıyız?” [17]

● “Hukukun eğilip bükülmesi, hukukun siyasete alet edilmesi, yani 367 koşulu da muhtırayla (27 Nisan 2007’de Genelkurmay Başkanlığı’nın İNTERNET Sitesinden yayımlanan muhtırayla) uyumluydu.

Baykal’ın CHP’sinin ‘asker taşeronluğu’na soyunması… Ağar’la Mumcu’nun 367’ye hemen yatmaları… Cumhurbaşkanı Sezer’in asker önündeki ‘rejim tehlikede’ çıkışları… YÖK Başkanı Prof. Teziç’in Anayasa Mahkemesi’ne 367 desteği… ADD Başkanı Eruygur Paşa’nın perde arkasından organize ettiği mitingler…

Bütün bunlar bir zincirin halkalarıydı. Bu zincir, Çankaya Köşkü’nü sarıyor ve askerin gece yarısı muhtırasıyla birlikte meydan okunuyordu:

Biz Çankaya’ya ancak kendi istediğimiz kişiyi çıkartırız!

Eğer rejime demokrasi diyorsak, böyle bir şey olamaz demokrasilerde.

Askerin muhtırası demokrasiye aykırıdır. Anayasa ve yasalar önünde de suçtur. Genelkurmay Başkanlığı gerçekten Başbakanlığa bağlı olmuş olsaydı, böyle bir muhtıra sonrası bütün yüksek komutanlar derhal emekliye ayrılır, haklarında da soruşturma açılırdı.

Halkın oylarıyla, seçimle gelmiş bir parlamentoda, seçimle gelmiş bir iktidar partisinin, meşru yollardan kendi adayını cumhurbaşkanı seçmesini asker eli ile engellemesine ses etmiyorsanız, bir daha demokrasi sözcüğünü ağzınıza almanız yakışık almaz.

Türkiye’de siyasetçiler, 27 Nisan Muhtırası sanki yokmuş gibi siyaset yapıyorlar.

Devekuşu sendromu!

Bizim siyasetin bir illeti belki de.

Bizde siyasetçiler yalanda yaşamayı seviyor çünkü. İşin gerçeğine genellikle uzak duruyorlar. Bunu da demokratik siyaset sanıyorlar.

İşte bu yüzden de bu ülkede demokratik rejim bir türlü yerleşemiyor.” [18]

● Türkiye’de “koltuk sevdası, siyasi inançtan önce” [19] gelir.

“AKP karşısında 2002 ve 2007 seçimlerini kaybeden Baykal yönetiminin Atatürk’ten başka sığınacak yeri kalmadı! 22 Temmuz öncesi üç büyük ilde miting bile yapmayan partinin Çankaya’yı da AKP’ye teslim ettikten sonra Anıtkabir’e çıkmasının ne anlamı olabilir?!” [20]

Tarih hızlanmış durumda!

Türkiye değişime hazır!

Harita karmaşık değil.

Sivil anayasa…

Avrupa Birliği yolculuğu…

Ekonomik reformlar…

Kürt sorunu…

Dağdakileri indirmek…

Türkiye ancak böyle normalleşir, kendine olan güvenini kazanır ve çok daha ciddi meselelerle uğraşmaya başlayarak daha iyiye gider.” [21]

“Demokrasilerde devlet adamları inançları yüzünden sorgulanmaz. İcraatları nedeniyle sorgulanırlar. Bizde aksine… İcraat gizli, inançlar sorguda.” [22]

“Askerin seçilmiş sivil otoriteye tabi olduğu gerçeğini kabul etmedikçe, bu ilkeyi uygulamadıkça, Türkiye’nin siyaseten normalleşmesi ve demokratik olgunluğa erişmesi mümkün değildir.

Asker ağabeyler kızarlarsa kızsınlar demedikten sonra bu ülkenin temel sorunlarının çözülmesi de imkânsızdır.

Ya açık darbeyle gelir, bu ülkeyi kendi bildikleri gibi yönetirler. Ya da seçim sandığından çıkanlar, tüm sorumluluğu üstlenerek ülkeyi, elbette anayasal çerçeve içinde kalarak yönetirler.” [23]

“Genelkurmay başkanları hükümeti halkın önünde yasal olarak eleştiremez.

Asker konuşmaz ilkesini hayata geçirmek öncelikli demokrasi hedeflerinden biri olmalıdır.

Demokrasi içinde sivil sivilliğini, asker askerliğini, gazeteci gazeteciliğini bildikçe taşlar yerine oturur.” [24]

“Bizim gibi vefa hissinden biraz nasipsiz bir toplumda ne kadar çok kulağa çalınır, ‘İstanbul’da bir semtin adıdır Vefa!’ sözü…” [25]

“Ne inceleyen, ne soran, ne ayıklayan, ne bakan, ne eden var bu memlekette… Sadece mağrur bir cehalet!..[26]

(Türk milleti) “İçtiği suyu olduğu gibi göz yaşına çeviren insanların cemiyeti(dir)…”

“İstikbâli yaşamak isteyen târih dediğimiz mâzi üzerinde bugünü, yâni hâli kurmak zorundadır…

Hâl; hesabı görülmüş ve bütün mânâsı idrâk, tesbit ve tahkik edilmiş bir ‘mâzi’, bir ‘târih’ mirâsının arsası üzerinde bina edilebilir…” [27]

“Şimdilik bu virânenin temizleyicisi olalım da sıra sultanlığa gelsin!..” [28]

(Necip Fazıl Kısakürek) ‘Beni İslâmî usûllerin en incelerine riayetle gömünüz’ arzusu, olduğu gibi yerine getirilmiş bu ülkenin kıymetini yeterince bilemediği nadir değerlerinden biridir.

“ (AKP hakkındaki) kapatma dâvâsı, Kopenhag siyasi kriterlerinin açık ihlalidir.

Partilerin kapatılması, AB’nin Venedik kriterlerine göre, şiddete başvurulmasından, şiddetin savunulmasından geçer.

Bu bir sistem hatasıdır.” [29]

“Türkiye, dünya demokrasi literatüründe yeni bir fasıl açtı. Seçmenin neredeyse yarısının oyunu alarak tek başına iktidara gelen bir siyasi parti hakkında yüksek yargı tarafından kapatma davası açılan ilk ülke olduk.

Bir demokraside seçimle işbaşına gelmiş iktidarın yaptığı hatalardan dolayı hesabı sandıkta yine seçmene vermesi esastır. Anlaşmazlığın karakol ya da mahkeme salonu yerine sandıkta sonuca bağlanması demokrasinin bize gösterdiği yoldur.” [30]

“Son dava, siyaseten AKP’ye arayıp bulamayacağı bir hayat öpücüğü sunmuştur.

Emekçiler, iktidar partisinin kendi haklarını gasp etmesine karşı sokağa dökülmüşken, kimi aydınlar desteğini çekmişken, AB konusundaki ikircikli tavrı Avrupa’dan da görülmüşken bu dava, AKP’ye yeniden ‘demokrasinin mağduru’ payesi ve yerel seçimler için ‘e-muhtıra’nın sağladığına benzer bir seçim malzemesi bahşetmiştir.

DTP ve seleflerinin kapatılmasına ses etmeyen, hatta demeçleriyle hedef gösteren AKP, ok kendisine dönünce demokrasiyi hatırlamış ve iki gün içinde yeniden yerli-yabancı geniş bir koalisyonun desteğini yakalamıştır.

Ana muhalefet partisinden dava için yükselen alkış sesleri ise, ‘Biz hiç ders almıyoruz’ makamındadır.

Hukukun sözünü Anayasa Mahkemesi söyle(di). Siyasetin sözünü tarih söyledi:

Tarih, bir partiyi kapatmanın, o partinin savunduğu fikirleri gömmeye yetmediğini, tersine budanan dalları daha gür yeşerttiğini yazıyor.

Çare yine siyasettedir.

Meclis, dış müdahalelerin önünü kesecek özdenetim mekanizmaları yaratmalı, iktidar, hükmederken çoğunluk sarhoşluğuna kapılmanın, uzlaşmamanın sakıncalarını kavramalı, muhalefet, yasaklardan, muhtıralardan medet ummayı bırakıp rakibini, mahkemelerde, kışlalarda değil, meydanlarda, sandıklarda alt etmenin dilini, yolunu, yöntemini bulmalıdır.

Yarısı yasaklanmış bir siyaset, diğer yarıya ne iktidar ne itibar getirir.” [31]

“Türkiye’de 2002 yılının sonundan beri yaşanmakta olan kavganın özünde demokrasi yatıyor.

AKP’yi kapatmak bu zincirin halkalarından biridir. Bu ülkede demokrasinin ikinci sınıflığa, üçüncü sınıflığa mahkum edilmesi ve Türkiye’yi AB yolundan saptırılmasıdır gündemde olan.

Bu açıdan 2002 sonundan beri birçok duraktan geçildi, 2003-2004 darbe tertipleri, siyasal cinayetler, bombalar, Cumhuriyet mitingleri, 367, 27 Nisan Muhtırası, kapatma davası…

Bu süreç, -adına isterseniz darbe süreci de diyebilirsiniz- kendi içinde bütünlüğü olan bir süreçtir.

Tuzak demokrasiye kuruluyor.

AKP’yi sevmeyebilirsiniz.

Politikalarına karşı çıkabilirsiniz.

Türbanıyla, başörtüsüyle, muhafazakâr yaşam tarzına dönük anlayışıyla, demokrasi ve laikliğe bakışıyla yüzde yüz hemfikir olmayabilirsiniz.

Kaygı duyabilirsiniz.

AKP’ye karşı mücadelenin kapatma davalarıyla, demokrasi dışı müdahalelerle değil, demokrasi içinde kalarak, son tahlilde halkın hakemliğiyle, milletin oyuna başvurularak yapılması gerektiğine inanıyorum.

İktidara seçimle gelinir, seçimle gidilir demokrasilerde.

Tersi, maceradır.

Tersi, Türkiye’yi krize sürükler.” [32]

“Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın AKP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne açtığı dava, demokrasi yolunda ‘düşe kalka’ ilerleyen bir ülke olarak yarım asırdır aldığımız mesafenin henüz bir arpa boyunu aşmadığının göstergesidir.

1990’lardan bu yana siyasal İslamcı yükselişi durduramayan Türkiye’de laik ve demokratik cumhuriyeti yargı üzerinden koruma-kollama refleksi ‘korkulan’ süreci engellemeye yetmedi.

AKP’nin yanlış icraatlarının milyonlarca üyesi olan sendikaları ayağa kaldırdığı bir sırada kapatılma davasını gündeme getirmek demokratik değildir. Çok ağır bir yaptırımdır.

Ordu ve yargı üzerinden ‘hukuk darbesi’, cumhurbaşkanlığı seçiminde denendi de ne oldu?

Artık seçimle gelen, seçimle gitmelidir.” [33]

“1960’dan bu yana siyasi iktidarların ‘ihtilal’ ile devrilme geleneğinin hayli güçlü olduğu ülkemizde, 14 Mart tarihi itibariyle gözlenen gelişmeler son olarak 28 Şubat’ta yaşanan ‘postmodern darbe’ ortamına yeniden girildiği kuşkusunu doğur(du).

Türbanla ilgili anayasa değişikliği AKP’yi bir anda ‘kapatılacak parti’ konumuna düşürdü.

Partiler mezarlığına dönen ülkede demokrasiyi nasıl yaşatacağız?” [34]

“Başbakan Erdoğan Ocak 2004’te ABD’ye gitti. Oradaki ziyarette ‘Cesaret Ödülü’ verildi. Bu ödül Amerikan Jewish Congress tarafından verildi. Daha önce bu ödüller 100 yıl içinde 10 kişiye layık görülmüş. Bu ödülleri alanların hepsi Musevi. Başbakanımız hariç!

Türkiye bir saatte 5 milyon dolar faiz ödüyor. Türkiye’nin en büyük düşmanı faizlerdir.

Borsa tamamıyla kandırmacadır.

Türkiye 1980-2008 yıl(ları arasında) 465.893 milyar dolar yatırım yapmış.

1997-2002 arası Türkiye’nin ödediği faiz ise 367 milyar dolar. Türkiye soyuluyor.

Türkiye’de kredi kartından dolayı evlerine icra gelen aile sayısı 735 bin 970.

Sıcak para şu an 94 milyar dolar.

Türk Telekom’u 40 günlük faize verdik.

Avrupa Birliği’ne girmeden Gümrük Birliği’ne girdik. Biz Rusya’ya sen benim malımı sat, ben de senin malını satayım diyemiyoruz.” [35]

“Erdoğan hükümeti, ikinci iktidar döneminde önceliği ‘türban’a vererek tarihi bir hata yaptı. Laikliği zorlayarak Refah, Fazilet gibi AKP’yi de kapatılma davasıyla karşı karşıya getirdiler.” [36]

Türkiye’de idarî sistemin bugünkünden çok daha iyi çalışabilmesi için “liderin çevresine ‘Nerede hata yaptık?’ sorusuna yanıt verecek birkaç ‘kötü adam’ yerleştirmek, sistemin sağlıklı işlemesine yetecektir!” [37]

Hâkimlerin ‘karargâh ziyareti’ yaptığı bir dönemde ‘ağır çekim darbe’ye ‘sivil uyarı’ niteliğinde bir tepki sesini “27 Mayıs 1960’da çıkaramadık. Bir başbakan (ve iki bakan) gözlerimizin önünde asıldı. 27 Mayıs’a sessiz kalışımızın bedelini 12 Mart 1971’de hayatlarının en güzel çağındaki gençler ödedi. Yine sessizliğe gömüldük. Ve o sessizliğin de bir bedeli vardı. 12 Eylül 1980’de yüz binlerce genç o bedeli ödedi, biz yine sessizce izlerken. Tarih tekerrür etti. 12 Eylül 1980’nin sessizliğine doğan kızlar 28 Şubat 1997’de üniversite kapılarından başörtüleri yüzünden geri çevrildi, kaçınılmaz bedeli bu kez onlar ödedi.

Sessizdik. Sessizliğimiz cesaret verdi. 27 Nisan (2007) gecesinin sessizliğini bir e-muhtıra bozdu. Karanlıklar içinde sessizce Susurluklar, Şemdinliler oldu, Ergenekonlar kuruldu, savcılar linç edildi. Sessizliğimizden cesaret alanlar hukukun arkasına saklanıp siyaseti tehdit ettiler.” [38]

“Baykal ve CHP politbürosu tam bir ‘mirasyedi’ gibi davran(dı); dört seçimdir iktidara taşıyamadıkları partiyi ‘sağ’a açarak geleneksel sosyal demokrat kulvardan çıkardılar. AB karşıtı, içe kapanmacı ve BAAS’çı görüntü, 1960’larda ‘ortanın solu’na açılarak Ecevit’le ‘sosyal demokrasi’yi 1973-1977 seçimlerinde iktidara taşıyan CHP geleneğine yakışmıyor.

1980’lerde aynı ‘demokrasi ligi’nde mücadele ederken, şimdi AB’de küme düşmeye aday bir ülke konumundayız.” [39]

“Kaptanları beğenmeyenlerin esas görevi, onların gemiyi batırmasına değil, limana emniyetle sokmasına  yardımcı olmaktır. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Halk böyle düşünmekte, böyle istemektedir.” [40]

“Bu ülkede, ‘askerin kurtarıcılığı’ndan kurtulmadan demokrasi kurtulmaz! Bu ülkede, ‘askeri ideoloji’ boyunduruğundan kurtulmadan demokrasi düze çıkmaz!

Çünkü demokrasilerde ordu, ‘devlet içinde devlet’ değildir. Çünkü demokrasilerde ordu, ‘siyasal parti’ gibi davranmaz, davranmasına izin verilmez.

Meclis’te 411 milletvekilinin oyuyla geçen bir anayasa değişikliğini yok sayacaksın. Bir iktidar partisinin halktan aldığı yüzde 47 oyu yok sayıp onu kapatmaya kalkışacaksın.

Sonra da kalkıp ‘hukuk’tan, ‘demokrasi’den söz edeceksin.

Olmaz böyle şey!

Bunun adı ne hukuktur, ne de demokrasi!

Bunun adı bu ülkede asker-sivil bürokrasinin ‘demokrasi korkusu’dur ya da ‘demokrasiye karşı direnişi’dir.

Çağımızda demokrasi ancak halkın oyuyla gerçekleşir, darbesel tertiplerle değil, süngünün ucuyla hiç değil.” [41]

“Bu ülkede demokratik hukuk devletinin kolunu kanadını kıran, insan haklarının canına okuyan birçok darbe oldu.

Bu yüzden Ergenekon’la ilgili gelişmeleri, operasyonları ciddiye almakta yarar var, eğer bu topraklarda demokrasiyi, hukuku ve insan haklarını gerçekten önemsiyorsak…” [42]

“Türkiye geçmişte ‘darbeciler’le hesaplaşamadı; 12 Mart ve 12 Eylül müdahaleleri Türkiye’yi siyasal İslamcı sürece taşıdı. Türkiye’nin kaderi, demokrasiyi yeniden kesintiye uğratacak kavgalar olmamalı.

Uluslar arası medya, İslamcılar ile laik-ulusalcılar arasındaki kavganın ülkeyi siyasi çöküşe götürdüğünü yazıyor.

Ortada bir darbe girişimi varsa sorumluları yargılansın ancak bu kavga demokrasiyi yaralamasın!” [43]

“Eğer Türkiye’nin huzur ve barışını, istikrarını gerçekten önemsiyorsak, bunları ciddiye almak zorundayız.

2002 yılı sonundan beri Türkiye’de yaşanmakta olan darbesel süreç öylesine bir zincir oluşturuyor ki, Ergenekon da bunun çok önemli bir halkası.

Türkiye darbeleri reddetmeden, Türkiye darbecileri cezalandırmadan, Türkiye darbe girişimlerinin hesabını sormadan barışa, huzura, demokrasiye kavuşamaz.

Bugüne kadar kavuşmadı.

Bundan sonra da kavuşamaz.” [44]

“Aslında, darbe tertiplerinin üstüne şal örtmek isteyenler bal gibi biliyorlar bu gerçeği.

Ancak bu gerçeğin ortaya çıkması ve bundan dolayı ‘darbeci paşalar’dan yargı önünde demokrasi ve hukuk adına hesap sorulması işlerine gelmiyor.

Karanlıktan beslendikleri için öyle.

Demokrasiyi sevmedikleri için öyle.

Bu yüzden, emekli Oramiral Örnek’in günlüklerinde yer alan darbe tertipleri konusunda eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ü kaçıncı kez konuşturuyorlar, sözlerini eğip bükmeye çalışıyorlar.

Ama yine olmuyor.

Özkök Paşa, günlükler Nokta dergisinde ilk patladığı zaman ‘darbe tertipleri’ne ilişkin ne dediyse, bugün de aynısını söylüyor:

Ne vardır, ne yoktur diyorum.

Ne teyit ederim, ne tekzip ederim.’ diyor.

Mahkemede tanıklık konusuna gelince:

O zaman düşünürüz, hukuki mekanizmayı bilmiyorum’ diyor.

Daha ne desin Özkök Paşa?..

Eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur’la eski Birinci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hurşit Tolon darbeye teşebbüs iddiasıyla Ergenekon çerçevesinde tutuklandılar.

Bu dava, öyle anlaşılıyor ki, günlüklerde yer alan 2003-2004 darbe tertiplerine de uzanacak, Cumhuriyet’e atılan bombalardan kanlı Danıştay baskınına da, hatta Hrant Dink cinayetine kadar da gidebilecek. [45]

2002 sonundan beri Türkiye darbesel bir süreç yaşıyor. AKP hakkında açılmış olan kapatma davası da zincirin bir halkasıdır.” [46]

“AKP iktidarı laik ve demokratik cumhuriyete bağlılık konusunda daha duyarlı davranırsa, Türkiye (bundan sonra yaşanacak olan) kriz(ler)den yargı ve ordunun müdahalesine gerek kalmaksızın çıkabilir.

Aranan konsensüs budur!” [47] 09.12.2011

 

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 19.12.2011, 26.12.2011, 02.01.2012 tarih ve 420, 421, 422 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

 

 

 

Ekrem YAMAN

Sinop Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr



[1] Bedir SOLMAZ, “Başımız Ağrıyacak,” Güneyde İmece Gazetesi, 13.12.2005, s. 3, www.guneydeimece.com

[2] Kamran İnan: “Türkiye’de 205 bin Hain Var!” konulu haber, Haberde Önder Gazetesi, 12.12. 2005, s. 11.

[3] Bedir SOLMAZ, “Tamamlanmayı Bekleyen Türkü(2),” Güneyde İmece Gazetesi, 15.12.2005, s. 3.

[4] Dr. İsa KAYACAN, “Düzenlilik,” Mersin Tercüman Gazetesi, 26.12.2005, s. 7, www.mersintercüman.com

[5] Bedir SOLMAZ, “Karanlıktan Aydınlığa,” Güneyde İmece Gazetesi, 23.12.2005, s. 3.

[6] Ekrem DUMANLI, “Böyle Giderse ‘Dost’ Kalmaz,” Zaman Gazetesi, 29.12.2005, s. 16, www.zaman.com.tr

[7] Cevat AYHAN’ın beyanatı, “AB, Müstemleke Komiseri Gibi,” Haberde Önder Gazetesi, 02,01.2006, s. 11.

[8] İsmet YILMAZ’ın beyanatı, “Türk Milleti Farklı Renk, Ton ve Kokulardan Oluşan Bir Çiçek Bahçesidir,” Haberde Önder Gazetesi, 02,01.2006, s. 11.

[9] Ahmed ŞAHİN, “Bir Sırlı Olay Daha: Şiddet Silahına Karşı Şefkat Silahı!..,” Zaman Gazetesi, 29.12.2005, s. 22.

[10] Turan ÇÖMEZ’in beyanatı, Haberde Önder Gazetesi, 02.01.2006, s. 11.

[11] Ali ÖZVEREN, Ulema Değil, Ehl-i Vukuf,” Vatandaş Gazetesi, 5.1.2006,s. 2, www.vatandaşgazetesi.com

[12] İzzettin ÇELİK, “Aile Hekimliği,” Güneyde İmece Gazetesi, 25.01.2006, s. 6.

[13] Bedir SOLMAZ, “Ah Bu Anadolucular,” Güneyde İmece Gazetesi, 04.02.2006, s. 3.

[14] Doğan HEPER, “AKP Artık Yalnız Değil…,” Milliyet, 10.05.2007, s. 21, www.milliyet.com.tr

[15] Levon Panos DABAĞYAN’ın beyanatı, “Ermenistan Batılıların Türkiye’ye Karşı Kullandığı Bir Silahtır,”, Haberde Önder Gazetesi, 02,01.2006, s. 11.

[16] Hasan CEMAL, “Çatlak ve Tuzak!,” Milliyet, 24.05.2007, s. 17.

[17] Doğan HEPER, “Enerjide biz yaya kaldık…,” Milliyet, 24.05.2007, s. 19.

[18] Hasan CEMAL, “Darbe Sürecinde Türkiye Yazıları 3,” Milliyet, 31.05.2007, s. 15.

[19] Doğan HEPER, “İki parti kaldı, ya CHP ya AKP,” Milliyet, 07.06.2007, s. 20.

[20] Derya SAZAK, “9 Eylül,” Milliyet, 04.09.2007.

[21] Hasan CEMAL, “Marş Öğrenmek Yerine!,” Milliyet, 11.09.2007, s. 15.

[22] Melih AŞIK, “Seccade,” Milliyet, 04.09.2007, s. 13.

[23] Hasan CEMAL, “Köhne Düzen, Yeni Âlem(4) Erdoğan, Gül ve Asker abiler!,” Milliyet, 10.08.2007, s. 15.

[24] Hasan CEMAL, “Asker Konuşmaz, Amuda da Kalkmaz!,” Milliyet, 04.09.2007, s. 19.

[25] Hasan CEMAL, “Oxford’da Zaman,” Milliyet, 09.09.2007, s. 17.

[26] Sebahattin ŞENTÜRK, Son Hamurkâr Necip Fazıl Kısakürek, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları: 18, Trabzon, Top-Kar Matbaacılık Ofset ve Tipo Tesisleri, s. 15.

[27] S. ŞENTÜRK, A.g.e., s. 19.

[28] S. ŞENTÜRK, A.g.e., s. 59.

[29] Hasan CEMAL, “Babacan: ‘Beklenenden Çok Daha Kötü Olur Sonuçları…,” Milliyet, 23.04.2008, s. 21.

[30] “Parti Kapatma, Hukuk, Demokrasi…,” Başmakale, Milliyet, 17.03.2008, s. 1.

[31] Can DÜNDAR, “İflas,” Milliyet, 17.03.2008, s. 13.

[32] Hasan CEMAL, “Demokrasi Dersinden Yargıya Kırık Not!,” Milliyet, 23.05.2008, s. 17.

[33] Derya SAZAK, “AKP Davası,” Milliyet, 16.03.2008, s. 21.

[34] Derya SAZAK, “Pakistan Gibi,” Milliyet, 18.03.2008, s. 19.

[35] Abbas GÜÇLÜ, “Dış Güçler AKP’yi De, DTP’yi De Kapattırmayacak,” Milliyet, 21.03.2008, s. 21. Yiğit Bulut ve Sinan Aygün’ün görüşlerinden derlemeler.

[36] Derya SAZAK, “Sonun Başlangıcı,” Milliyet, 06.06.2008, s. 22.

[37] Derya SAZAK, “Senato Yerine,” Milliyet, 08.06.2008, s. 23.

[38] Derya SAZAK, “Ses Çıkar!,” Milliyet, 20.06.2008, s. 21.

[39] Derya SAZAK, “CHP’nin Dramı,” Milliyet, 01.07.2008, s. 17.

[40] Fikret BİLA, “Hilmi ÖZKÖK’ten Çağrı,” Milliyet, 03.07.2008, s. 14.

[41] Hasan CEMAL, “Futbol Yüzünden Yazamadıklarım (2) ‘Askerin Kurtarıcılığı’dan Kurtulmadan Demokrasi Kurtulmaz!,” Milliyet, 03.07.2008, s. 17.

[42] Hasan CEMAL, “Futbol Yüzünden Yazamadıklarım (3) ‘Baykal’ın CHP’si Milliyetçilikle İktidar Alternatifi De Olamıyor!,” Milliyet, 04.07.2008, s. 17.

[43] Derya SAZAK, “Darbe Zamanlaması,” Milliyet, 04.07.2008, s. 18.

[44] Hasan CEMAL, “Laiklik Elden Gider Kaygısı, Odak Kayması!,” Milliyet, 08.07.2008, s. 17.

[45] Taraf gazetesinin Salı günkü manşeti şöyleydi: “Hrant Dink’i Ergenekon’un öldürdüğünü biliyoruz. Bu sözler, Dink’in yakın arkadaşı olduğu için Ali Bayramoğlu’nu arayan üst düzeyde bir emniyet yetkilisine ait. Neşe Düzel’le konuşan Bayramoğlu’na göre Dink suikastı, Cumhuriyet mitingleri, Malatya misyoner katliamı, Danıştay saldırısı ve Santoro cinayeti de Ergenekon bağlantılı…

[46] Hasan CEMAL, “Ergenekon: Mahkemede dağ fare doğurursa…,” Milliyet, 10.07.2008, s. 19.

[47] Derya SAZAK, “Konsensüs Arayışı,” Milliyet, 12.07.2008, s. 23.