ALİ ULVİ KURUCU’YA GÖRE MEHMED ÂKİF ERSOY’UN KİŞİLİĞİ

Şair Ali Ulvi Kurucu’nun Mehmed Âkif Ersoy hakkında zaman zaman dost ve arkadaşlarıyla sohbetlerinde ortaya konan ve Hatıralar’ın I. Cildinde kayda alınan görüşleri bir yazı bütünlüğü içinde istifadenize sunuyorum.

“Çocukluğumdan beri ruhumun bestesi olan İstiklâl Marşı Şairi Âkif Bey merhumun, birinci Safahât’ında ‘Ezanlar’ başlıklı şaheser bir kaside vardır. Âkif Bey, bu şiirinin ilk sayfasına koyduğu notta şu harikulâde cümleyi kaydeder:

İhtilâf-ı metâli’ sebebiyle küre üzerinde ezansız zaman yoktur.

Ne güzel bir buluş, ne güzel bir anlayış, ne şâhâne bir ifade… Ezan şimdi burada okunur, bir dakika sonra az daha batıda bir yerde, sonra yine bir dakika ileride bir yerde… Öyle öyle dünyayı dolaşır. Her yerde her dakika ezan okunur… Yani sema halkı, gökyüzü sakinleri, melekler, artık daha başka kimler varsa, onlar, durmadan ezan dinlemektedirler…” [1]

“ (…) Bazı hatıralar vardır ki, insanı derin mazilere çeker.

Vaktiyle Mehmed Âkif merhum için yazdığım bir şiirde:

‘İnsanlığa rehber olan âlemde büyükler

Milletleri ruhuyla asırlarca sürükler’

demiştim. Büyük insanların ruhları ve büyük ruhların eserleri büyük oluyor.

Bu insanların davaları için çektikleri çileler, ızdıraplar sayısız ve ölçüsüzdür. Onlar, gelecekte davalarına hizmet edecek, yeni ve genç imanlı insanları yetiştirmek uğruna, birçok zahmetlere katlanmışlar, birçok münafığı idare etmek, onlara tahammül etmek zorunda kalmışlardır… Yine bu insanlar, davalarını zayıflatmamak için, aynı yolda hizmet veren dava arkadaşlarını incitmemeye, onların kırıcı söz ve davranışlarını görmezlikten gelmeye büyük dikkat göstermişlerdir.” [2]

“ ‘Yâr için ağyâre minnet ettiğim ayb eyleme

Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur.’

‘Benim de bir yârim var, davam var, gayem var: İnsan yetiştirmek, memleketimin dinini, imanını, irfanını, ahlâkını kurtaracak bir nesil yetiştirmek… Gayem, aşkım, hedefim budur. Bu büyük gayeme ermek için, ağyârın, düşmanların, rakiplerin kahrını çekerim; ezalarına, cefalarına tahammül ederim…’

Şair ‘Bağban bir gül için bin hâre hizmetkâr olur’ diyor. Bahçıvanı görürsün ki, bir gül yetiştirmek için bin tane dikenin kahrını çeker. ‘Bin’ burada tabiî çokluktan kinayedir. ‘Hadsiz hesapsız dikenin kahrını çeker’ demektir.” [3]

“Âkif Bey’i neden en çok severiz? Çünkü Safahat’ında lüzumsuz, yersiz, uygunsuz şeyler yoktur. Gençliğinde, üstadları taklit ettiği yaşlarda, âdeta uyarak, birkaç şey yazmışsa da, sonra onları Safahat’a almadığı gibi, hepsini imha ederek ortadan kaldırmıştır. Eserini yok etmek kolay iş değildir. Fakat Âkif’in ihlâsının önünde, hiçbir batıl ve yanlış duramamıştır…” [4]

“Merhum (Âkif) der ki:

Târihten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

‘Târih’i ‘tekerrür’ diye ta’rif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” [5]

Merhum Âkif Bey’de (…) efendilik, tevazu, dürüstlük, mertlik… Hepsi onda tam olarak mevcuttu. Samimiyet ve ihlâsının haddi de, eşi de bulunmazdı.” [6]

“Memleketin başına gelenler, Âkif Bey’e çok tesir etmişti. Âkif gibi bütün ömrünü dinine, vatanına hizmete vakfetmiş bir fikir adamı, hassas bir şair ne kadar ızdırap çeker, bir hesap edelim?

‘Memleket yangın içinde! Her gün bir inkılâp, her gün bir inkılâp! Değişmeyen bir şey kalmamış. Memleket kimlerin elinde? Kimler hain olmuş, kimler vatansever? Bunların Âkif Bey’e nasıl tesir ettiğini bir düşünmeli…” [7]

Âkif gerek ailesi, gerek çocukları ve bazı yakınları bakımından talihsiz bir insandı. Rahat görmeyen bir insandı… Bu dertli hâli, onun Türkiye’yi bırakıp (Mısır’a) gelmesinin değerini çok arttırıyordu.

Bir kere Millî Mücadele’ye isteği ile katılmış, memleketin İstiklâl Marşı’nı yazmış, en büyük şairi olmuştu. Siyasî bir suçlu değildi. Zorla hudut haricine çıkarılmamıştı. Tamamen kendi gönlüyle, isteğiyle, ihtiyarıyla, iradesiyle, memleketindeki bütün imkânları, sevdiği İstanbul’da, dostları arasında yaşamayı bırakıp terk-i diyar etmişti. Onunki dini için, davası için yapılmış tam bir hicret idi…

Bir tarafta da, Türkiye’den ölüm veya hapis korkusuyla mecburen kaçıp gelmiş mülteciler vardı. Bu iki hareket tarzı elbette ki bir değildi. Bu bakımdan, Âkif Bey’in, o sıkıntılara katlanıp Kahire’de kalması, çok kıymetli, çok faziletli bir hareket idi.” [8]

Âkif Bey mert, nezih bir insandı. Özüyle, sözüyle, tevazuuyla insan olmak, insan kalmak aşkını taşıyan bir insandı…[9]

“Muhakkak her şiirde, lügata bakmanızı icap eden kelimeler olur. Bir şair, görmüş, bilmiş, hissetmiş, düşünüp taşınmış, en yüksek hislerini, gönlünün, ruhunun duygularını kâğıda dökmüş. Bunun için tabiî ki, günlük lisanda bulunmayan, derin, ince manaları ifade eden kelimeler, rumuzlar kullanacaktır. Bütün dillerde de bu böyledir.” [10]

“1400 senelik İslâm, 650 yıllık Osmanlı ve bin senelik Müslüman Türk tarihini, yükselişiyle, başına gelen felâketleriyle, her safhası ile yazmış…

Tasviri var, feryadı var, fikriyatı var!

(Dilimizi) sadeleştirme işi, milleti cahil bırakmanın bir şekli, bir mazereti ve bir bahanesidir. İnsanlar tembeldir. Kolayı gördükçe gevşer, rahata alışır. Gayret sarf edilerek anlaşılacak eserlerden kaçar. Böylece bir zaman sonra, birkaç nesilde, milletin tamamı câhilliğe mahkûm olur. Artık ondan sonra, bilen, çalışan, düşünen insanlar yadırganır. İşte o zaman tam felâket demektir.” [11]

‘Abdülhak Hâmid ile kendinizi nasıl bulursunuz?’ sorusunu Âkif şöyle cevaplandırmıştır:

“ ‘Hâmid’le benim aramdaki fark şudur: Ben yükseldiğimde, Hâmid kadar yükselemem. Alçaldığımda da o kadar alçalamam…’

Bence, ‘yükselemem’ demesinde tevazu vardır. Âkif, Hâmid’den fazla yükselmiştir. Metafizik, ilâhî (sırlar), ruha, imana ait, tevhide dair bahisler, Âkif’de daha açık, daha olgun ve daha dolgundur.

Hâmid’de de iman vardır. Fakat daha çok felsefî mülâhazalar, felsefî ilhamlar hâlindedir. Şüphelerle doludur. Kâfir denmez; münkir, mülhid denmez; fakat Hâmid’de şüpheler vardır.

Âkif Bey’de, bütün düşünceler, mülâhazalar sonunda yine teslimiyete varır. Âkif Bey’in ilhamları, Kur’an-ı Kerim’den, vahiyden ve Rasûlullah’tan alınan ilhamlardır.

Âkif Bey, Hâmid hakkında, ondan naklen bir de şunu söylemişti:

‘Hâmid Bey’in kendi sözü olduğu için söylüyorum. Bir de şöyle demiştir: Benim belimden yukarım insan, ondan aşağısı canavardır… Bu kendi sözüdür. Ben elhamdülillah, bunu diyemem, buna razı olamam ve böyle bir perişanlığa düşmemeyi de Rabb’imden niyaz ederim. Her yerim ve her hâlimle insan olmanın gayretindeyim…’” [12]

Âkif’i neden seviyoruz? Çünkü biz ne hissediyorsak o da milletle beraber aynı şeyleri hissetmiş. Ruhumuzun tercümanı olmuş. Dertlerimizi, acılarımızı keşfetmiş; üzülmüş, teselli etmiş; çareler göstermiş… Batı dünyasına ne ötekiler gibi tam teslim olmuş; ne de ‘gavurdur, hiçbir şeyi alınmaz’ diye taassup göstermiş. İyiyi, faydalıyı, bizim bünyemize, ruhumuza, ahlâkımıza uygun olanı alalım demiş…[13] 21.04.2011

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 25.04.2011 tarih ve 392 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Ali Ulvi KURUCU, Hatıralar 1, 6. Baskı, Kaynak Yayınları: 186, İzmir, Çağlayan Matbaası, Ocak 2009, s. 221.

[2] KURUCU, Hatıralar- 1, s. (230-231).

[3] KURUCU, A.g.e, s. (232-233).

[4] KURUCU, A.g.e, s. 338.

[5] KURUCU, A.g.e, s. 371.

[6] KURUCU, A.g.e, s. 375.

[7] KURUCU, A.g.e, s. 377.

[8] KURUCU, A.g.e, s. 378.

[9] KURUCU, A.g.e, s. 380.

[10] KURUCU, A.g.e, s. 381.

[11] KURUCU, A.g.e, s. 382.

[12] KURUCU, A.g.e, s. (384-385).

[13] KURUCU, A.g.e, s. 393.