TÜRKİYE’DE KAMU YÖNETİMİ DEĞİŞİM VE REFORM ÇALIŞMALARININ NERESİNDEDİR?

 

İçişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi Bakanlığı tarafından tertiplenen 65. Dönem Mülkî İdare Amirleri Semineri, “Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma” başlığı altında, 57-67. dönem mülkî idare âmirleri için hazırlanan programın bir parçası olarak 21-23 Haziran 2004’ de Ankara’da Vilâyetler Hizmet Götürme Birliği Vali Erdoğan ŞAHİNOĞLU Tesisinde icra edildi.

Programın birinci gününde Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğrenim Genel Müdürü Prof. Dr. Servet ÖZDEMİR’ in “Yönetimde Yeniden Yapılanma; Performans Yönetimi ve Ödüllendirme Enstrümanları” takdimi hârikaydı. Aynı şekilde Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Yüksel HIZ’n “Bilgi Edinme Kanunu; Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun” hakkındaki açıklamaları hayli doyurucu ve takdirle dinlenilen açıklamalar oldu. Programın, bir beyin jimnastiği olduğu açıkça belliydi. Bu program hakkındaki bazı bilgileri paylaşmak ve kamuoyuna mal etmekte bir sakınca görmüyorum. Yapılan açıklamalar, mevcut durumun tespiti ile Türkiye’de özlenen bir hamle yapılması için gerekli olan gayretlerin bir özeti olarak anlaşılmalıdır.

Türkiye’de, denetimde hizmet etkinliğini kıstas olarak alan bir değişime ihtiyaç vardır. Değişimde asıl olan kültürel değişimdir, kökten değişimdir. Medeniyet biraz iddialı olmak demektir.

Bir işi yaparken gayeyi düşünerek gerekli olan kurumları kurmak lâzımdır. Bizde gaye unutulmuş, herkes yapıyla meşgûl. Oysa Türk müessese kültürü statü artırmayı teşvik ediyor.

İnsanlar arası yarışta bir adım öne geçmek için farklılık ortaya koymak gerekir. Ancak Türk sistemi bünyesi içinde farklılıkları yok ediyor. Türkiye’de sıkça kullanılmak suretiyle yapılan bir yanlışlık vardır: “Yönetimde istikrarı koruyalım!” Yönetimde istikrar diye bir şey olamaz. Zirâ bir talep karşısında sistemin dengesi bozulur. Hepimizin bildiği gibi bir teşkilâtı gelinen bir noktada ilânihâye tutmak mümkün değildir. Ülkemizin refahı için arayışı ve farklılığı destekleyen bir yapı olmalıdır. Dikkat ederseniz başka ülkelerde öncelikle ülkenin çıkarları her şeyin önünde gelir.

Kendimizi değiştireceksek bunu bizim istememiz lâzımdır. Aksi halde değiştirmek istediğiniz her şey eski hâline döner.

Meselelerini tamamen el yordamıyla çözmeye çalışan bir ülke olarak Türkiye’de çoğu zaman sorunlar ortaya çıktıktan sonra çözüm arayışına gireriz. Diğer bir ifadeyle bizde problem, fark ettikten sonra çözümü aranan bir husustur. Sorunların nasıl çözüleceğine dair hazırlanan her değişme gayreti sathîdir. Ülkemizde nitelikli elemana pek değer verilmez. Başbakanlıkta bile uzmanların kadro içindeki oranı %20’dir. Kamu sektörü içinde çoğu zaman kendi işini bile net olarak bilmeyen 2.300.000 kişilik kadronun yeni yapılan atamalarla yıllık büyüme hızı da hayli fazladır. Yetkinin meşrûiyetinden bahsedebilmek için önce kendimizden işe başlamamız gerekir.

Türk idare sitemi içinde değişim hayli zordur. Şöyle etrafınıza bir bakın! Bizde apartman yöneticileri bile uzun zaman değişmez, yerini korurlar.

Genel mânâda insanımızın hobisi yoktur. Emekli olunca yapacağı işi sonradan bulacak çok az kişi vardır.

Türkiye’de insanlar hükmetme gücü ellerinden gidince kimsenin kendilerini “takmayacağını” düşünürler. Bu korkunç bir korkudur. Türkiye’de insanların çoğu iki değişken arasında kalmışlardır.

Batı’da insanlar sorun çözmek üzere yetiştirilmişlerdir. Bizde ise insanlar problemleri için otoritenin tavassutunu beklerler. En baba yiğidi geleneksel otoriteyi kullanarak problemlerini çözmeye çalışır.

Modern yönetici astlarını yetiştirir. Bizde ise “Ben olmasam bir şey olmaz.” mantığı her şeye hâkimdir. “Kol kırılır yen içinde kalır.” mantığı ile kurum sırları saklanır. Ataerkil ailelerimizde hâlâ dedenin yanında oğul evlâdını öpemez. Bu, her şeyin arkasında otoriteyi yaşatma mantığı aramanın tâ kendisidir.

İnsanlar çoğu zaman gerçek düşüncelerini söyleyemezler. Kamu sektöründe de durum ne yazık ki, böyledir. “İsabet buyurdunuz efendim!” mantığı her işimize hâkimdir. İdareciler kendilerine “Hayır!” diyenleri de yanlarında bulundurmalıdırlar.

Verimli çalışmak kamu sektörünün her halde gayesi değildir ki, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bunca çalışanına rağmen yıllık olarak ortalama 4 km civarında yol yapabiliyor.

Kamu sektöründe âdetâ herkes birbirine çelme takmakla meşgûl.

Türkiye’de çeşitli gayelerle kurulmuş 360 adet enstitü vardır. Bunlar ömürlerini tamamlamış kurumlardır. Kolay kolay ve darda kalmadıkça hiç kimse para vererek bir enstitüye araştırma yaptırmaz. Ülkemizde patentten çok para kazanan kaç üniversitemiz vardır?.. Hiç merak ettiniz mi? Araştırma için para verip konuyu sonradan seçmek Türk usûlüdür. Hiçbir ülke bilgiyi size bedava vermez. Balığı verirler, ama yumurtlama sistemini öğretmezler. Yeterince üretim yapamıyoruz. Bilgiye dayalı değilse üretimde devamlılığı sağlayamazsınız. Sanayi toplumları gelişmemiş. ülkelere devamlı olarak “bilgi” satıyorlar. Bizde de bilgiyi üretip satacak olan kurumlar lâzımdır.

Başkalarının geliştirdiği ve uygulamaya koyduğu sosyal müesseseleri transfer etmek de ülkemizde son yılların bir lüksü haline geldi.

Aslında Sovyetlerin sistem içinde yapamadığını âdetâ biz başardık: İnsanı korumak için gerekli bütün yapıyı kurduk.

Yıllardır memur çalıştırılıp boş tutulan müesseselerimiz vardır. Sıtma ile savaş birimleri yılların ihmâli olarak hâlen boş tutulan bir teşkilâttır.

Hollanda da fert başına düşen gelir 32.000 $, bizde 2.300 $’dır. Ülkemizde üreticilik gücü insanlar okudukça Batı’nın tam tersine düşmektedir.

Ankara’da birçok binanın çatı katındaki derneklerin çoğu politik pazarlık gücünü arttırmak için kullanılan birer âlettir. Çoğunun isminin aksine mahalleyi güzelleştirmek gibi bir gayesi yoktur. Ancak Ankara’dan Erzurum’u güzelleştirmeye talibiz! Doğduğumuz, büyüdüğümüz yerleri uzaktan sevmekten hoşlanıyoruz. Oysa karanlıkta göz kırpmaya gerek yoktur…

İnsanların kafasında netlik oluşması lâzımdır. Sizin güçlü olmanız her zaman başkalarının değişeceği veya değişmesi gerektiği anlamına gelmez. Görevde, vazife başında iken neyi değiştirecekseniz değiştirin ki, insanlar sizin samimiyetinize inansınlar.

Türkiye’yi az gelişmiş rakipleri ile mukayese ederseniz iyi durumda olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak Çin ve İspanya ile mukayese ederseniz durumumuz kötüdür. Düşmanlarımıza rağmen ayakta kalacaksak onu başarmak için gerekli her şeyi yapmak zorundayız.

Çocuklarımıza “adam gibi düşünme”yi öğretmeliyiz. Türkiye’de ihtiyaç olmayanı söylemek bazılarını gücendiriyor. Denize çöp dökerek mavi bayrak alamazsınız! Kıt kaynaklarımızı gereksiz yere harcadığımız da bilinen bir gerçektir.

Her konuda aceleci bir tarafımız vardır. Ülkemizde insanların kadirşinaslık eğitimi alması lâzımdır. “Benden sonra tufan!” zihniyetini mutlaka değiştirmeliyiz. Her türlü kamu hizmetinin açılışını ille de görev süremiz içinde yapmaya çalışmak diğer bir yanlışımızdır. Her halde. “İstim arkadan gelsin!” mantığı yerine stratejik planlama yapmayı öğrenmeliyiz. “Mevcut yönetim sistemiyle bir problem olmadıkça halkı boş ver!” diyen bir zihniyet yapımız kamu sektörüne hâkim olmuştur.

Üniversiteye hiç hazırlanmayanın sınavı kazanma şansı nâdirdir. Yaratıcı gerilimin ve belirsizliğin olması başarı için şarttır. Kediyi küçük bir odada sıkıştırırsanız tırmalar sizi. Ona odayı terk ederken haysiyetli bir çıkış noktası bırakmanız lâzımdır…

Alan almış, satan satmış!” anlayışı bizi rekabetten uzak tutuyor. Kamu kurumları arasında rekabet yoktur. Çelme takma ise fazlasıyla mevcuttur. “Ek gösterge 6.400’ü yeni aldık. Birlik beraberliği bozmayalım” mantığı felsefemizin temelindeki ana düşüncedir.

Toplam kalite ödülü almak için uğraşmak son zamanlarda kamu sektöründe moda oldu. Oysa üst yöneticiler değişmeden astlar asla değişmezler. Ülkemizde gerçek kalite kültürü yoktur. Kurumlarda herkes “Burada yetkili benim!” diyebilmelidir. Bizde üst yöneticiler teknik işle uğraşıyorlar. Yapması gerekmeyeni yapıyorlar. Üst yöneticiler ayrıntısını bilmediği birçok şeyi yapıyorlar. Oysa rutin işleri devretmek lâzımdır. Akıl yürütmek, proje üretmek zordur. Bizde odacının yerini değiştirmeyen âmiri kimse adam yerine koymaz. Gücümüzü memurlar üzerinde göstermemiz lâzım ki, saygı görelim!.. Sistemin temelinde insana saygı varsa bundan herkes nasibini alacaktır. Hiç dikkat ettiniz mi bütün danışma birimleri binaların alt katlarındadır. Ancak çoğu zaman verilen bilgiler sizi tatmin etmez. Çalışma ortamımıza randevu âdetini hâkim kılmalıyız. Yoldan her geçen, devlet dairesinde âmiri ziyaret ederse sonuçtan hayır beklenmez.

Herkes bizi her zaman dinlemek zorunda değildir. Bizi herkesin “üst” olarak görmesi de gerekmez. Yetki aktararak da denetim sağlayabilirsiniz. Uzakta kalarak da bazı şeyleri kontrol edebilirsiniz. Astların her işine de karışmaya gerek yoktur. Eğer bir âmir özel olarak tâkip etmiyorsa yaptığı işleri bilmesi mümkün değildir. O halde böyle bir uygulamayı niye sürdürüyoruz? Traktörlerdeki avara kasnağı gibi lüzumsuz yere dönen bazı kamu kurumlarını kaldırmalıyız. Zira kademe arttıkça iletişim ve denetim zorlaşır. İşi en iyi kim yapabiliyorsa ona vermeli ve denetlemelidir. İnsanlarda ona hesap sorabilmelidir. Hesap sorulmayan bir ortamda zaten saydamlık olmaz.

Mevzuat dikiz aynası gibidir, arkayı gösterir. İnsanlar mevzuata sığınırlar ve mazeret olarak ona sığınarak üretmekten kaçınırlar. O yüzden mevcut sistemimizi gözden geçirmek ve bazı hizmetleri yeniden planlamak ve müesseseleri kurmak gerekir. Eski ve yeninin özelliklerini kayıp edip ortaya 3. bir şeyin çıkacağı bir yenilik koymalıdır. Kamu sektöründe anlayışı değiştirmek kurumu korumaktan daha önemlidir.

İnsan öğrendiklerini ve çaresizliğini de hemcinslerine aktarıyor. Bir şeyi çok isterseniz onu yapmamak için bir sebep yoktur. Bizde insan kaynaklarının geliştirilmesinden sorumlu olanların ciddiyeti yoktur. DMO’ ne şimdi ne ihtiyaç vardır? Kamu, sistemini yaşatmak için birbirini destekliyor. Her türlü genel müdürlüğün Başkentte olmasına ne gerek var? Sözgelimi Seçmen Kütükleri Genel Müdürlüğü Ankara yerine Çankırı’da olsa ne değişir? İlle de niye Ankara? İlgisi olmayan kurumlar hep Ankara Kızılay’da. Bu, bir yarım kapasite ile çalışmaktır.

Ülkemizde yasama ve yargı, zaman zaman yürütmenin yerine kararlar alır, ona müdahale eder.

Eğitim, Türkiye’de en kolay sınıf atlama yoludur. “Parasız yatılılık” yoluyla birçok insan sınıf atlamıştır.

Vazgeçme maliyeti (Karışık maliyet)“ hesabını her aile yapmak durumundadır. Toplumsal sınıfla zekâ arasında bir bağ yoktur. Güçlü iseniz tedirgin olmaya gerek yoktur.

Güvensizlik ve medeniyet iddianızı kayıp etmişseniz mevcutların durumu sizi pek ilgilendirmez. Amerikalılar, kültürel bir gelişimin olmadığı bir yerde, problemleri, büyük bir sistemin içine alarak eritiyorlar. Kültürel ilişkileri devam ettirmek için hedef kitleye de hitap etmeli, onları da kucaklamalısınız. Perspektifi geniş tutmakta fayda vardır. Herkese mavi boncuk dağıtmaya gerek yoktur.

İnsanların zamanını iradesi dışında çalmayı tecavüz sayan Fransız anlayışı yerine popülist halk dalkavukluğunu ikame etmişiz. Oysa halka doğruların birileri tarafından anlatılması lâzımdır. Yöneticilerimizin vakitleri; fuzulî zaman işgâlleri, lüzumsuz işler ve imza ile harcanıyor. Hâlbuki dünyadaki trendin nereye gittiğine bakmalıyız. Dünyayı değiştirme şansını şuurlu olarak aramalıyız. Türkiye’de, haysiyetli bir millet olarak yaşamak için dış borçlarımızı ödemeli, AB’ne Aralık 2004’de giremezsek yeni bir dünya içinde yerimizi arayıp bulmalıyız. AB üyesi İngiltere, maddî medeniyet unsurlarını bile değiştirmemiştir. İngiltere’de trafik halen soldan akar. Köklü bir değişim için bütün mekanizmalarımızı yeniden düzenlemeliyiz. Türkiye tarihî perspektifi ile “kabadayı”dır, romantik olmaya gerek yoktur.

Yenileşmede karşıt görüştekiler önemlidir. Farklı grupların olması ülkenin menfaatinedir. Yenileşme gayretlerinde de durum aynıdır. Muhalefet etmek saygı duyulmayı gerektirir. Yenileşmenin mutlaka inanmış taraftarları vardır. Karşı çıkanlar da mantık aramak lâzımdır. Karşı çıkanları dinleyerek kendi aklınızı test etmeniz mümkündür. Herhangi bir beklentisi olmayanlar, bu hususu deklare edişinden sonra, yenileşme hareketlerine lider olarak görevlendirilmelidir. Artık “Bal tutan parmağını” yalamamalıdır. Ülkemizde karakterimize ters bu tür atasözleri neredeyse hiç kimseyi rahatsız etmiyor.

Ülkemizde farklılıkları korumak lâzımdır.

Betonlaşmak medeniyet değildir.

Bizde bazıları “redd-i miras” etmiş, birileri bizi kurtarır mı diye etrafa bakıyorlar. Mevcut bilgi birikimi ile öğrenilmiş çaresizliği yenmeli ve yeni bir vizyon ortaya koymalıdır. Her yönetici neyi değiştirebileceğini düşünmelidir. Bulunduğu kurumda etkili olamayan hangi konuma gelirse gelsin hiçbir şeyi değiştiremez. Biyolojik olarak çalıştığımız yerde “lüzumsuz” olabilmeliyiz. Üzeyir Garih’in bu konuda çok güzel bir sözü vardır: “Artık bu müessesenin bana ihtiyacı kalmadı. Kendimi lüzumsuz hâle getirebildim!” Gelişim ve değişim için kaliteli fert yetiştirmeliyiz. Çocuklarımızı birbirine benzetmememiz lâzımdır. Türkiye’de dürüst olmamaya dayalı âdeta toplumsal bir mutabakat söz konusudur… Fertlerin birbirleriyle ve devletle ilişkileri sorunludur. Artık “Ben koltuğu terk edince her şey çöker!” mantığını terk etmemiz lâzımdır.

İlkokul kitaplarının 4. sınıfından sonra ders kitaplarına hâkim olan zihniyet tamamen anayasa hukuku bilgileridir. Bu mantık, yapıyı esas alan bir mantıktan faydacı bir mantığa doğru değişmelidir. Yani çocuğa kendisine ileride faydalı olacak bilgileri vermeliyiz.

Kamu Yönetimi Temel Kanununun temel esprisi, yetkilerin merkezden taşraya aktarılmasıdır.

Türkiye’de yapılan hizmetlerin maliyet açısından ortaya konduğu söylenemez. 2001 yılında TOBB tarafından hazırlatılan “Savurganlık Ekonomisi” iktisadî hastalıklarımızı ortaya koymuştur. Ankara Ticaret Odasının hazırlattığı rapor da Türkiye’nin içler acısı halini sergilemiştir. Türkiye’de en çok teknik yönden yetersizliğimizi aşamıyoruz. Devletimizin 235.000 lojmanı, 2340 dinlenme tesisi, 125.000 taşıt aracı vardır. Bu israf değil de nedir?

Yukarıda verilen bilgiler çerçevesinde kamu yönetiminde yeniden yapılanma süreci hakkındaki açıklamaları sistematize edersek şöyle bir neticeyi elde ederiz.

KAMUDA KURUM KÜLTÜRÜ(1)

● Emek yoğun,

● Nitelikli elaman odaklı değil,

● Kurumsal korku hâkim,

● Gerçek düşünceler söylenmiyor veya dolaylı söyleniyor.

● Sonuç veriliyor, veri ve bilgiler beklenen sonuca göre ayarlanıyor.

KAMUDA KURUM KÜLTÜRÜ(2)

  • Kriz, darboğaz, başarısızlık ve beklenmedik iş yükü karşısında tipik talepler :
  • Daha fazla kadro!
  • Daha fazla kaynak!
  • Acelecilik,
  • Rekabet yok.

 

KAMUDA KURUM KÜLTÜRÜ (3)

● Maliyet hassasiyeti yok

● Şeklî kalite hassasiyeti var. Muhteva hassasiyeti yok.

● Sonuçların ölçümü yok.

● Negatif ortam,

● Soruşturma, ceza, yıkıcı eleştiri,

● Azarlama, itham.

KAMUDA KURUM KÜLTÜRÜ (4)

 

  • Çalışanlar ve memurlar açısından;“Benim yetki ve sorumluluğumda değil. Âmirim ne derse onu yaparım.
  • Âmirim bilir” kültürü.

 

KAMUDA KURUM KÜLTÜRÜ (5)

  • Sınırlı yetki, çoğu zaman yetkisizlik,
  • Yetkilendirme, çalışanları güçlendirme yok.
  • Çok fazla kural, düzenleme, yönetmelik ve kanun var.
  • Zaman zaman mevzuat hükümleri birbiriyle çelişiyor.
  • Kararlar merkezde, üst makamlarda alınıyor.

 

KAMUDA KURUM KÜLTÜRÜ (6)

  • Kuruma yönelik politika ve stratejiler ya yok veya üst makamların günlük tercihlerine uyarlı ve duyarlı.
  • Liyakate ve yenilikçiliğe değil, itaate ve sadakate dayalı kurum kültürü,
  • Konuşma ve anlaşamama,
  • İletişim kazaları.

 

BU SORUNLARI AŞMAK İÇİN:

  • Daha fazla değil, daha akıllı çalışmak,
  • Mevcut iş akışlarının etkinliğini arttırmak,
  • Daha çok işi daha az maliyetle yapmak,
  • Performans ölçüm ve tanıma/takdir sistemlerini geliştirip kullanmak,

Gerekiyor.

Çünkü:

  • Kamu kurumları da mal ve hizmet üretir.
  • Kamu kurumlarından beklentiler artmış ve değişmiştir.
  • Kamu kurumları bu beklentileri daha az kaynakla karşılamak zorundadır.
  • Kullanılan yöntemler eskimiştir.

 

DEĞİŞİMİN ANAHTAR KAVRAMLARI :

  • İdarî sorumluluk,
  • Etkinlik, verimlilik, ekonomiklik,
  • Performans yönetimi,
  • Stratejik planlama,
  • Performansa dayalı bütçeleme,
  • Çok yıllı bütçeleme,
  • Hesap verilebilirlik,
  • Malî saydamlık,
  • Etkin denetimdir.

Tespitler doğru, ancak yapılan çalışmaların vardığı neticeyi bekleyip hep beraber göreceğiz.

Sahi, Türkiye’de Kamu Yönetimi değişim ve reform çalışmalarının ve değişim sürecinin neresindedir?

Cevap: Katarın en sonunda…

Hızla toparlanmalıyız.

 

Not: Bu makale, Çağdaş Toplum Dergisi’nin Ağustos 2004 tarih ve 11 sayılı nüshasının (9-11.) sayfaları arasında yayımlanmıştır.

 

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı