TÜRKÇEYİ DÜNYA DİLİ HÂLİNE GETİRMEK İÇİN ULUSLARARASI SEVİYEDE NELER YAPABİLİRİZ?

TÜRKÇE NASIL BİR DİLDİR?

Dünyanın en zengin ve güçlü dillerinden birisi olan Türkçe, birçok dilde bulunmayan zengin bir söz varlığına sahiptir. Türkçe, matematik kuralları olan, düzenli bir dildir. 200’e yakın yapım ekiyle ihtiyaç hâlinde yeni kelimeler üretme kolaylığına sahip işlek bir dildir. Türkçe, ses uyumuyla, “okunduğu gibi yazılır, yazıldığı gibi okunur” kuralı ile başka dillerden alınan kelimeleri kolayca Türkçeleştirme özelliğine sahiptir. Eklerle, dilek ve haber kipleriyle 26 zamana sahip pek az dil vardır. Türkçe bu yönüyle de zengin bir dildir. Dilimizde isimden isim yapan bir “-m” eki yoktur.

Bu ve buna benzer özellikleri ortada dururken, Türkçeleşmemiş yabancı kelimelerin ayrık otu gibi dilimizi sarması, anlaşılması zor bir durumdur.

Dili yabancı kelimelerin istilasından korumanın tek yolu, her alanda üretken olmak ve yerli düşünmektir. Hem üretip hem de yerli düşünebilmek kelime ithalinden kurtulmanın yegâne yoludur.

Hiç düşünmüyoruz ki, toplulukları millet yapan dil elden giderse millet gider, Türkçe giderse Türkiye gider.

Her dilde mutlaka millî olması gereken iki temel unsurdan biri, o dilin sesi, diğeri de o dilin grameri ve cümle yapılarıdır.

Yabancı kelimeler, özel isimler de dâhil, okundukları gibi yazılmalı ve yazıldıkları gibi okunmalıdır. Yüzlerce dünya dilindeki özel adları kendi alfabeleriyle yazıp kendi telâffuzlarıyla okutmak yerine kendi alfabemizin ses değerlerine göre yazmak daha kolay ve uygun bir yoldur.

TÜRKÇE BİR İMPARATORLUK DİLİDİR

Bugünkü büyük dillerin birçoğu yokken Türkçe bir dünya diliydi. Miladi 730’lu yıllarda atalarımız Orhun Yazıtları’nı diktiği zaman ne İngilizce, ne Almanca, ne Fransızca vardı. İngilizce gibi diller ise en çok 600-700 senelik mazisi olan dillerdir. Bugün dünyanın en büyük dili olduğu iddia edilen İngilizce, Türkçeden sekiz asır sonra yazı dili olabilmiştir. Uygur Türkçesi üzerinde çalışmalar yapan W. Bang “Türkçenin Almancadan sekiz asır evvel yazı dili olduğunu öğrenince hem hayret ettim, hem merak ettim.” demekten kendini alamamıştır.

Dünyanın en eski dillerinden olan Sümerce, bugün artık tarihe karışmış bir dil olmasına rağmen onunla yaşıt Türkçe, güçlü özellikleriyle hâlâ en canlı şekliyle varlığını sürdürmektedir.

Cihan tarihinde imparatorluk dili olma şansını yakalayan dil çok azdır. Onlar da Latince, Arapça, İngilizce ve Türkçedir. Çünkü dünya tarihinde hem askerî ve idarî imparatorluk, hem de dil ve kültür imparatorluğu kurabilmiş millet azdır.

Romalılar, “Latince dünya dilidir, Latince bilmeyen eksiktir” politikasıyla etki alanına aldıkları birçok milleti asimile etmişlerdir.

Amerika yüksek eğitim arayanların Kâbe’si hâline gelmiştir. Yarım milyon öğrenci Amerika’ya akın etmekte ve bunların en yeteneklileri asla ülkelerine dönmemektedirler. Amerikan üniversitelerinden mezun olanlar nerdeyse bütün kıtalarda her kabinede yer almaktadır.

Yeni yetişen nesillerin kendi dillerinin sanat eserlerini, romanlarını, hikâyelerini, şiirlerini anlayamadan yetişmeleri; tarihlerinden, kültürlerinden ve dolayısıyla medeniyetlerinden habersiz olmalarına ve bu değerlerden kopmalarına, hatta düşman olmalarına neden olmaktadır.

1914’e kadar, sadece birkaç bin İngiliz askerî personeli ve memuru milyonlarca kilometre kareyi ve İngiliz olmayan 400 milyon kişiyi kontrol ediyordu.

Türkiye artık her alanda rekabet edebilecek güçtedir. Türkiye’nin dünya ekonomisinde yabancı isimler ile değil, kendi kimliği, ana dili, güçlü yerli markalarıyla yerini alması gerekir. Türkiye taklit markalarla değil, kalitesiyle, dünya markaları yaratarak ayakta durabilir.

İş yerlerimizi yabancı adlardan kurtarmanın anahtarı belediyelerin elindedir. Belediye meclisleri alacakları bir kararla bu sorunu bir günde çözebilirler.

TÜRK DÜNYASINDA DİL BİRLİĞİ NASIL BOZULDU?

Türk dünyasındaki dil birliği Türkistan’ın Rus işgaline uğramasından sonra bozulmaya başlamıştır.

Birbirlerinden çok farklı Kiril harfli alfabelerin kabul ettirilmesi Türk dünyasını geçmiş asırlarda var olan “Dil Birliği”nden uzaklaştırmış ve birbirini okuyup anlayamaz duruma düşürmüştür. 1920-1990 arasındaki 70 yıllık dönem, Türkçenin en fazla parçalandığı ve Türk insanının birbirini anlayamaz hâle getirildiği karanlık bir dönemdir.

20. yüzyılın başlarında Adriyatik’ten Çin’e kadar Türkçe ile seyahat etmek mümkündü. İstanbul’da basılan bir eser Semerkant’ta, Kazan’da okunabiliyor; Kazanlı, Buharalı bir aydın İstanbul’a geldiğinde iletişim açısından hiçbir zorluk çekmiyordu. 20. yüzyılın siyasî olayları, soykırıma benzer parçalayıcı kültür politikaları, dil planlaması uygulamaları bu büyük dilin birleştiriciliğine telafi edilemez hasarlar vermiş, Türkçeye dayalı kültür dünyasını paramparça etmiştir. Yaklaşık olarak yetmiş yıl, Türk dilli dünya birbiriyle iletişim kuramamıştır. Türk dünyasında zihnî bütünlük kaybolmuş, mahallî ağızlar yazı dili hâline getirilmiştir. Farklı alfabeler icat edilerek yan yana yaşayan ve aralarında Konya ağzıyla Edirne ağzı arasındakinden daha büyük fark olmayan Türk halklarının aydınlarının birbirini okumaları engellenmiştir. Bir yandan da başka dillerin büyük ve ortak Türk dilinin yerine ortak dil olarak ikamesine çalışılmıştır.

1950’lerden sonra Türkler yavaş yavaş millî, tarihî, kültürel değerlerini araştırmaya başladılar. Divanü Lügati’t-Türk’ü, Özbek Türkleri 1960’larda neşrettiler. Azerbaycan 1960’lardan itibaren Dede Korkut’u incelemeye başlarken; Türkmenler ise 5-6 yıl öncesine kadar Oğuz Kaan Destanı’nı, Dede Korkut’u inceleyemiyorlardı. [1]

 

GÜNÜMÜZDE TÜRK DÜNYASINDA DİLİN DURUMU

Bugün ise son bin yıllık tarihî süreçte Türk dünyası hiçbir devirde bu kadar birbirine yakınlaşmamış ve ortak bir ülkü etrafında birleşmemişti. Şimdi büyük Türk dünyasında yaşayanların yeni hedefi ortak bir Türkçe yaratmaktır.

Bütün Türkler ortak Latin alfabesine geçebilirlerse geçmişte olduğu gibi gelecekte de ortak bir edebî dile ulaşılabilir.

ABD’nin ekonomik gücü olmasaydı, İngilizce bugün olduğu yerde olur muydu? Günümüzde İngilizcenin en geçerli dil olması, kendi dilimizi ihmal etmemizi gerektirmez. Aksine, Türkçenin bir dünya dili olması için gereken gayreti göstermek mecburiyetindeyiz. Türkçe bu potansiyele sahip dillerin başında gelmektedir. Görevimiz dilimizin en iyi şekilde öğretilmesinin yanında dünyada yaygınlaşmasına gayret etmektir.

Sovyet Rusya’da birbiriyle dip komşu olan Özbek, Kazak, Kırgız ve diğerlerindeki yazı ve dil kopukluğu, kültür yıkma ve parçalama politikasının tipik bir örneğidir. Şimdi de bütün Türk dünyasında çözüm bekleyen kapsamlı bir sorun hâlindedir.

Geçmişte Rusça Sovyetler Birliği içindeki Türkler için nasıl bir anlaşma dili olmuşsa gelecekte de Türkiye Türkçesi temelinde Rusçanın yerini alacak bir “üst dil” oluşturacak çalışmalar kararlı bir şekilde yürütülmelidir.

AB’ye üye ülkelerde ölçü, en az üç dil, yani ana dilinin dışında iyi derecede iki yabancı dil daha bilmektir. Ancak “yabancı dil” olarak “Türkçe” öğrenenlerin oranı, yüzde 1 bile değildir. Göçle ortaya çıkan yeni olgu ile Türkçe, Almanya’da en azından bir kısım okullarda “yabancı dil” olarak okutuluyor. Ancak Türk çocukları, ana dilleri Türkçeyi, okullarda “yabancı dil” olarak öğreniyorlar. Türk çocuklarına Türkçenin “yabancı dil” olarak öğretilmesinin çocuklar üzerindeki psikolojik tesirlerini de dikkate almak gerekiyor.

Avrupa’da, AB’ye üye bazı ülkelerin nüfusu kadar Türkçe konuşan olmasına rağmen Türkçe, AB’nin bütün “Dili Teşvik Programları”nın dışında tutulmaktadır. Bugün Avrupa’da yaşayan 4 milyon Türk’ün kullandığı bir dilin yok farz edilmesi, AB’nin olduğu kadar ülkemizin de bir ayıbıdır. Bunun en önemli sebebi, Türkçe konuşan bir ülkenin AB’ye üye olmaması, Türkçenin Avrupa’da “azınlık dili” olarak tanınmaması ve “komşu dili” olarak kabul edilmemesidir. Diğer önemli bir etken de, Türkçenin Avrupa’ da “tehdit” olarak algılanmasıdır.

Bütün Avrupa’da çok dillilik ve çok kültürlülük için kampanyalar yapılırken, Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde, Türkçeye karşı bir kampanya yürütülmesi oldukça düşündürücüdür. Her ne kadar bu kampanya, sadece siyasî çevrelere özgüymüş gibi sunulmaya çalışılsa da sonuçları her alanda kendini göstermektedir. Okullarda ve iş yerlerinde Almanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca ve İspanyolca dışındaki dillere, yani özellikle Türkçeye karşı takınılan bu olumsuz tavırlar, bunun en önemli örneğidir. Bu durum ayrıca Avrupa Birliği’nin çok kültürlülük, kültürlerin ve dillerin yaşatılması ve zenginleştirilmesi gibi temel insan hakları söylemi ile çelişkilidir. Avrupa Birliği’nin bu çelişkisi ilgili başlıkların müzakeresinde dile getirilmeli ve düzeltilmesi için ısrarlı olunmalıdır.

Goethe Enstitüsü 70 ülkede, 140 merkezle Almancayı; The British Council 130 ülkede, 230 merkeziyle İngilizceyi ve Alliance Français de 13 ülkede 80 merkeziyle Fransızcayı tanıtıp geliştirmektedir. Almanlar, İngilizler, Fransızlar, Amerikalılar dillerini tanıtmak, benimsetmek, kültürlerini yaymak için emek veriyorlar, para harcıyorlar.

Geç de olsa 2007’de kurulan Yunus Emre Vakfı, ilki 19 Ekim 2009 tarihinde Bosna Hersek’in başkenti Saraybosna’da olmak üzere Arnavutluk, Mısır, Makedonya, Kazakistan, İngiltere, Belçika, Suriye, Kosova, Romanya, Lübnan, Ürdün, İran, KKTC, Japonya ve Almanya’da müstakil açılan merkezlerde; Gürcistan, Peru ve Polonya’da üniversite bünyesinde açılan temsilcilikler olmak üzere toplam 24 noktada çalışmalarına devam etmektedir. Yunus Emre Vakfı, yurt dışındaki Türklerin ve kardeş toplulukların ihtiyacının karşılanması yanında son yıllardaki dış politikamıza paralel olarak artan Türkçe öğrenmek isteyen yabancıların taleplerine de cevap vermektedir.

Bunun yanında TİKA’dan devralınan ve 35 ülkeyi kapsayan Türkoloji bünyesinde 23 adet Türk Dili ve Edebiyatı/Türkoloji Bölümü, 18 adet Türkçe Kursu ve 4 adet Türk Kültür Merkezi faaliyet göstermektedir.

Ayrıca dünyanın dört bir yanında hizmet veren Türk okullarında dilimizi öğrenen binlerce öğrenci ve her yıl yapılan Türkçe Olimpiyatları da Türkçenin dünyada yaygınlaşması açısından çok büyük hizmet yapmaktadır.

Ülkemize yönelik ön yargılardan bu çalışmalarla kurtulabileceğimiz gibi ülkemizin tanıtımını, kültürümüzün ve dilimizin yaygınlaşmasını böylece sağlayabiliriz. Bunları yapabilirsek, yakın bir gelecekte Türkçe, bütün kıtalarda, dünyanın hemen her ülkesinde konuşulan, yazılan bir dil olabilir.

Türk milleti yalnız Türkçe konusunda değil, bütün millî değerleri konusunda duyarsız ve şuursuzdur. Bunda mutlaka basının payı vardır, ama suçlamayla bir yere varamayız. Herkes meselelerimizin çözümüne ilk önce kendisinden başlayacaktır. Konuşmamızdan yazmamıza, aldığımız ürünün adından iş yerimize koyduğumuz, çocuklarımıza verdiğimiz isme kadar hayatın her cephesinde duyarlı olacağız.

Gazete ve dergilerimizin herhangi bir dil denetiminden geçmemesi de bu ülkenin önemli bir eksiğidir.

Devlet dilini yaygınlaştıran, Resmî Gazete’de yayımlanan metinlerden, binlerce kelimelik bir Grek-Latin sözlük çıkarılabilir. Bu kelimelerin çoğunu hâlihazırda Türkçe sözlüklerde bulmak mümkün değildir.

Türkçenin bütün inceliklerini öğretmek ve öğrenmek vatanseverliğin başlıca ilkesi sayılmalıdır.” [2]

YABANCI DİLLE ÖĞRETİM TAM BİR KÖLELİKTİR

Bağımsız düşünce, bağımsız dil olmadan olmaz. Dil, düşüncenin alt yapısıdır. İnsan bir dile sahip olmadan düşünemez, iletişim kuramaz. Başkasının diliyle düşünmek, doğrudan doğruya o başkasının düşünce çerçevesini, düşünce alt yapısını benimsemek anlamına gelir.

Bütün dünyada sanayi ötesi çağ açık pazar engizisyonunun İngilizcesi, Orta Çağ engizisyonunun Latincesi yerine geçmiş bulunuyor.

Her ülkede bilim ancak o ülkenin kendi diliyle yapılabilir. Yabancı dille eğitim, eğitim bilimine de aykırıdır. Çünkü bir insan, dünyayı en sağlıklı biçimde ancak kendi diliyle algılayabilir ve anlatmak istediğini de en güzel kendi diliyle anlatabilir.

Türkçe mükemmel bir dildir, ama yeterince işlenmemiştir.

İlmî düşüncenin tarihi incelendiğinde, insanların kendi ana dilleri dışında yaratıcı düşünce ileri sürmelerinin mümkün olmadığı görülür. Dünyada yeni üretilen şeylere baktığınız zaman, yüzde 90’a yakını, kendi ana dilinde ifadesini bulan, o şekilde kavramlaştıran, o şekilde düşünen insanların ortaya koyduğu yeniliklerdir. Dolayısıyla, ilmî gelişmenin de, kültürel gelişmenin de temelinde ilk önce ana dilinizde düşünme, ana dilinizde kavramlaştırma, ana dilinizde ifade etme meselesi vardır.

Başka dildeki hiçbir kavramın, kendi dilinizde olduğu kadar size anında çağrışım yaptırması mümkün değildir. Bardak dediğiniz zaman, yüzlerce çeşit bardak aklınıza gelir. Bu, yalnız Türkçe söylediğiniz zaman böyle olur. Bir Türk olarak İngilizce “glass” dediğiniz zaman, hayalinizde çok daha dar bir kavram canlanır.

Devlet kendi varlığını tehdit edebilecek bir gelişmeye kendisi destek vermekte, yabancı dille eğitim veren okullar açmakta; hatta hep tenkit edilen Cumhuriyet öncesi medreselerinde bilim dilinin Türkçe olmayışı durumu yeniden yaratılmaktadır. Bir milletin kendi dilini bırakıp da başka bir milletin, üstün gördüğü bir toplumun diliyle eğitim yapmasındaki yıkıcı ve kahredici aşağılık kompleksini bir yana bırakalım. Böyle bir eğitim sistemi asıl Türkçe bilim dilinin, terminolojisinin gelişemeyip güdük kalmasına, yok olmasına sebep olmaktadır ki, bilim diline verdiğimiz kıymet göz önüne alındığında öldürücü sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Yabancı dille eğitim gören veya veren bilim adamları kendi buluşlarını bile bu yabancı dil aracılığıyla isimlendirmekte, Türkçe adların onları ilim alanının dışında bırakacağını düşünmektedirler.

İngilizce öğretmek için eğitim dilini toptan İngilizceye çevirmenin gönüllü sömürgecilik anlamına geldiği görüşüne katılıyorum.

Yabancı dille eğitim yapılan bir sistemin adı, “millî eğitim” olamaz. Bağımsız ve haysiyetli hiçbir ülke, geleceğinin garantisi olan gençliğini yabancı dil ve kültür sistemine, yabancı hayranlığına terk edemez.

Bilim, ancak o milletin ana dili ile (millî dil) öğretilebilir. Bu, kanun değerinde bir kaidedir. Bilim evrenseldir, ancak onun dili ve yaratma metotları millî olmak zorundadır.

Dil sarsıldığında buna bağlı olarak diğer değerlerin de sarsıldığını toplum mühendisleri dile getirmektedir. Yozlaşmanın bu noktadan başladığını söylemek yanlış olmaz.

Okullarımızda yabancı dili öğretmeliyiz. Ama dersleri yabancı dilde anlatma ve öğretme uygulamasına mutlaka son vermeliyiz. Attilâ İlhan’ın ifade ettiği gibi “Bir yabancı dil bilmek insanın ufkunu genişletir, yabancı dille öğretim ise, insanı yabancılaştırır.”

Türkçenin geliştirilmesi ancak Türkçenin bilim dili olmasıyla mümkün olur.

Güncel Türkçe Sözlük’deki 122.423, Derleme Sözlüğü’ndeki 130.000 söz, bilim ve sanat terimleri, deyim ve atasözleri ile dilimizin söz varlığı yaklaşık olarak 650.000 kelimedir. Eğer işlenirse Türkçemiz söz dağarcığı bakımından diğer büyük uygarlıkların dilleri ile karşılaştırılabilecek yetkin bir dildir. Anlam genişlemesi yoluyla kelimelerimizden türlü kavramlar ve terimler meydana getirilebilir.

Güçlü medeniyetler güçlü dillere sahip olmakla olur. Güçlü bir medeniyete sahip olmak istiyorsak önce dilimizi güçlendirmek mecburiyetindeyiz.

Vaktiyle kara derili adamlara bile kendini belleten Fransızca, bugün korunmak için yasa üstüne yasa istiyor. Vaktiyle Amerika’ya göç etmemiş olsaydı bugün İngilizce de tabiî sınırlarında kendi hâlinde bir dil olurdu. Ne var ki, tarih İngilizceye ikinci binin sonları ile üçüncü binin başlarında, tam da iletişim devriminin yaşandığı bir çağda gücünü herkese kabul ettirmiş olan Romavari bir imparatorluğun, Anglo-Amerikan imparatorluğunun dili olmayı nasip etti ve o devletin gücü oranında İngilizce gelişti. Nasıl dünün Roma’sı emrinde çeşitli halklara mensup binlerce köle çalıştırmışsa bugünün Amerikan İngilizcesi de emrinde böyle binlerce köle çalıştırıyor.

Dünya dillerinin İngilizce karşısında nerdeyse sırtları yere gelmek üzeredir. Fransızca, Almanca, Arapça gibi diller de böyle bir tehditle karşı karşıyadır. Bunun sebebi açıktır. Amerika’da milyonlarca insan harıl harıl İngilizce terminoloji, kavram ve nesne ismi üretmekle meşgul! Arap, Alman, Türk, Hint, Japon birçok seçkin kafa, ürettikleri kavram ve nesnelere İngilizce isimler veriyor, onları İngilizceye mal ediyor.

 

GELECEKTE TÜRKÇENİN DURUMU NASIL OLUR?

Türkçenin bir geleceği var mıdır? Bu soruyu Türklerin gelecekte var olup olmamaları sorunundan ayrı düşünemiyorum. Gelecekte var olabilmenin esas şartının da kimliğimizi iyi tanımlamak olduğunu sanıyorum.

Türkçe, insanlık tarihinin her devresinde yıldızı parlayan bir dil olmuştur.

Roma bir dünya devleti iken Latince dünyanın en mühim dillerinden biriydi. Belki bu güç sayesinde Hıristiyanlığın da dili oldu. Roma öldü, Latince de öldü. 8. ve 9. yüzyıllarda İslâmiyet’le birlikte Arapça yükseldi. 16. ve 17. yüzyıllar ise Türkçenin gücünün hissedildiği asırlarda; üç kıtanın büyük bir kısmında günlük dil Türkçe oldu. Osmanlıyla birlikte Türkçenin de sınırları daraldı.

19. ve 20. yüzyıllar ise Avrupa dillerinin Avrupa milletleriyle birlikte zirveye çıktığı çağlardır. Şemsettin Sami merhum, Kamus-ı Firdevsi’sinde “Günümüz medeniyetinin üç büyük dili Fransızca, Almanca ve İngilizcedir… Bunlardan bütün dünyaca en iyi bilineni, en uygun olanı ve belki ‘ortak dil’ hükmüne girmiş olanı ise Fransızcadır. Bu sebeple en evvel Fransızcanın öğrenip öğretilmesine çalışılmalıdır.” diyordu. Yirminci yüzyılın başında Fransızca bu kubbede hoş bir seda bırakıp kendi kabuğuna çekildi. Şemsettin Sami’nin tahmininin aksine, Batının yeni gücü ABD’nin dili olması hasebiyle İngilizce sahneyi tuttu. Gelişen iletişim imkânları sayesinde, hiçbir dilin erişemediği yaygınlığa erişti, gerçek anlamda bir dünya dili olma yoluna girdi. Pek çok insan gelecekte millî dillerin yok olarak herkesin İngilizce konuşup yazacağını tahmin ediyor.

Tarih kitabının bundan önceki sayfaları bize, hiçbir dilin (aslında iktidarın, hâkimiyetin) kalıcı olmadığını gösteriyor. Eğer tarih kitabının sonuna henüz gelmediysek, bir zaman sonra İngilizcenin de kendi sahasına çekileceğini tahmin edebiliriz. Onun yerini hangi dilin alacağını kestirmek ise çok güç…

Günümüzde hayata geçirilen doğru politikalarla büyüyen, gelişen; bölgemizde ve dünyada sözü dinlenen büyük ve güçlü Türkiye’nin dili Türkçenin, gelecekte dünyanın haberleşme dillerinden biri olmaması için bir sebep yoktur.

Elektronik devrimle birlikte 1985’den sonra bilgisayar ve İnternet sahasında 20 bin, uzay konusunda 10 bin yeni kelime üretilmiştir.

TÜRKÇENİN KORUNMASI İÇİN GELECEĞE YÖNELİK OLARAK ALINMASI GEREKEN BAZI TEDBİRLER

Büyük milletlerde kelimeler dil gümrüğünden geçerek ülkelerine, Türkiye’de ise yabancı sözcükler dilimize iyice yerleştikten sonra karşılıklar bulunmaya çalışılmaktadır.

Devlet tarafından yetkili kılınacak ve dil işleriyle uğraşacak kuruluş geleceğe dönük olmalı, ileriyi görebilmelidir. Yeni kavramlar ortaya çıktıkça, daha o kavram ve karşılığı ülkeye girmeden adlandırılması yapılmalı, dil devriminden sonra dile girecek olan yabancı sözcükler gümrükten geçirilmelidir.

Maalesef günümüzde aydınlarımızın büyük çoğunluğunun Türkçe kullanma kaygıları kalmamıştır.

Beklentimiz yeni nesillerde, genç bilim adamlarındadır. Yeni nesillerin Türk dilini kullanmada hassas olmalarını sağlamalıyız.

Kültürün temeli, kavramlar ve kavramlara yüklenen anlamlardır. Bu tanımlanmış kavramların üzerine bilim, san’at, siyaset ve idare ile ticaret hayatı bina edilir. Bilim, san’at, siyaset, idare ve ticaretimizde bir çıkmaz varsa, onun temeli veya ana sebebi bağlı olduğu kavramlara verilen karşılıklardaki bulanıklıktır.

Resmî metinler, hem güzel Türkçe ile ortaya konmalı hem de yabancı kelimelerin gereksiz yere kullanılmaması için dil denetiminden geçirilmesi sağlanmalıdır. Resmî yazı ve belgelerde Türkçe dışında kelime ve terim kabul edilmeyeceği bir Başbakanlık genelgesi ile duyurulmalıdır.

Dilimiz ve alfabemizle ilgili öncelikle Anayasa başta olmak üzere yürürlükte bulunan kanunlar hayata geçirilmeli, ihtiyaç hâlinde yeni kanunî düzenlemeler de yapılmalıdır.

Dilimizin mirasını teşkil eden ve “Osmanlı Türkçesi” olarak adlandırılan kelimelerin doğru kullanılabilmesi için, liselere, en azından mecburî Osmanlı Türkçesi dersi konulmalıdır.

Devlet Türkçeye sahip çıkmalı ve onun önemini uygulamalarıyla ortaya koymalıdır. Vatandaş da bu çerçevede davranışlarını mutlaka düzeltecektir.

TÜRKÇENİN KORUNMASINDA TAKİP EDİLECEK YOL

Önce ana kurallar tespit edilmelidir.

Bu kurallar;

a)    Türkçe 29 harfle bütün sesleri karşılayacaktır. Türkçede sembol ve ses eşitliği vardır. Yani her harf bir sesi, her ses bir harfi karşılamaktadır.

b)    Türkçe sondan ulamalı bir dildir. Pekiştirme sıfatları hariç tutulursa (Pespembe, yemyeşil, kıpkırmızı…) hiçbir kelime baştan ek almaz.

c)     Yabancı sözcükler duyulduğu gibi yazılır. Ayrıca Batı dillerinden gelen sözcükler de Fransızca kuralına göre Türkçeye girer, o şekilde okunur ve yazılır.

d)    Kısaltmalar büyük harflerle yazılır ve harf harf okunur.

Türkçe yazmada ve konuşmada bu “Ana Kurallar” korunabilirse başka dillerden gelecek sözcükler Türkçemize ya hiç zarar vermezler veya en az zararla kurtulmuş oluruz.

Hangi gayeyle olursa olsun yazılacak her çeşit tabela muhakkak Türkçe harflerle ve Türkçe kurallarıyla yazılmalıdır. Eğer tabela yazımlarında yabancı dil kullanılmak isteniyorsa bu, Türkçenin altına daha küçük harflerle ve parantez içinde yazılmalıdır. Meselâ lokanta (Restaurant) gibi. Ayrıca bu işle uğraşan kişiler de bağlı oldukları esnaf birlikleri veya diğer Sivil Toplum Kuruluşları tarafından zaman zaman Türkçe Yazım Kuralları kursuna çağrılmalı ve kendilerine bir belge verilmelidir.

Yazılı ve görüntülü kitle iletişim araçları olan gazeteler, radyolar ve televizyonlar Türkçenin doğru kullanılması konusunda hassas davranmalı, yanlış yapanlar uyarılmalı, bilhassa sunucuları eğitilmelidir.

Kısaltmalardaki İngilizce söylenişe derhâl son verilmelidir. TV, Ti Vi olarak değil, Te Ve olarak; NTV, CNN, SHOW TV, FLASH TV, CD okunduğu gibi yazılmalıdır. Yazarken de aynı şekilde yazılmalıdır. Bu tür isimlendirmelerin tamamının Türkçeye tahvili ise daha radikal bir karar olur.

Hiç tereddüt etmeden Türkçenin içinde kullandığımız İngilizce kelimeleri duyduğumuz gibi yazmalıyız. Çekap, şovrum gibi.

Türkçede olmayan harfleri asla kullanmamalıyız. Taxi değil, taksi; wap değil, vap, quiz (kuiz                         ara sınav) gibi.

 

TÜRKÇEYİ BİR DÜNYA DİLİ HÂLİNE GETİRMEK İÇİN ALINABİLECEK TEDBİRLER

Türkçe, bugün sadece Anadolu’da, Balkanlarda, Türkistan’da ve Sibirya’da değil; çalışmak amacıyla Avrupa, Amerika ve Avustralya’ya giden vatandaşlarımızla dünyanın dört bir yanında konuşulan, dünyanın beşinci büyük dilidir. Türkçeyi bir dünya dili hâline getirmek için alınabilecek tedbirler şunlardır:

a)            UNESCO tarafından Çince, İngilizce, İspanyolca, Arapça, Fransızca ve Rusça dünya dili olarak kabul edilmiştir. Türkçenin de dünya dili olması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Birleşmiş Milletler nezdinde Türkçenin resmî dil olarak kabulünün sağlanması konusunda girişimlerde bulunulmalıdır.

b)            Dünyanın hemen her yerinde Türkçeye her geçen gün ilgi artmaktadır. Bugün yüze yakın ülkede Türkçe öğrenimi yapılmaktadır. Yabancılar Türkçe öğrenmek için özendirilmelidir. Türkçe ve Türkçenin doğru kullanımı ile ilgili cep kitapları hazırlanmalıdır.

c) Türkçenin uluslararası dil olması millî bir hedefimiz olmalıdır. Bunun önderliğini de Cumhurbaşkanımız yapmalıdır.

ç) Türklerin yoğun olarak yaşadığı Avrupa ülkelerinde her kademedeki okulda eğitimin Türkçe yapılmasını temin etmek maksadıyla teşebbüslerde bulunulmalı, bu konuda uluslararası hukuk kaideleri çerçevesinde ikili anlaşmalar yapılmalı ve Millî Eğitim Bakanlığı ile koordineli çalışılmalıdır.

d) Uluslararası anlaşmaların bir nüshasının Türkçe olarak yazılması ve tercümelerinin yabancı kelimelerden arındırılması için gerekli tedbirler alınmalıdır.

e) Resmî temaslarda devlet adamlarımızın mutlaka Türkçe konuşmaları sağlanmalıdır.

f) Kültür yörelerimizin Türkçe isimleri özenle korunmalı, her türlü tabela bir standarda bağlanmalı, öncelik Türkçeye verilmeli, Türkçesi önce, yabancı dildeki karşılığı daha küçük harflerle sonra yazılmalı, tarihî kalıntılar kendi adları ile anılmalıdır. Turizm adına Ürgüp, Göreme, Nevşehir’e “Kapadokya”, Selçuk’a “Efes” denilmesinin önüne geçilmelidir.

g) Turistik tesislerde danışma-reception, çıkış-exit gibi ifadelerin yazımında da öncelik Türkçeye verilecek şekilde düzenlemeler yapılmalıdır.

ğ) Yabancıların dilimize aşina olmalarını sağlamak gayesiyle ülkemize gelen her turiste giriş yaptığı gümrük kapısında, günlük kullanabileceği kelimeler için birçok dilde hazırlanmış kitapçıklar verilmelidir.

h) Türk Standartları Enstitüsü ve Türk Dil Kurumu ile işbirliği yapılarak ismi Türkçeleştirilmemiş yeni ürünler ile standardı olmayan ürünlerin ithaline izin verilmemelidir. İthal edilecek her türlü bilgisayar, cep telefonu ve elektronik cihazlarda Türkçe dil desteği şartı aranacak şekilde Telsiz ve Telekomünikasyon Termal Ekipleri Yönetmeliği başta olmak üzere yönetmelik ve tebliğler yeniden düzenlenmelidir.

ı) Yerli olan Türkçe bilgisayar ve Genel Ağ (İnternet) programları geliştirilmeli, bu çalışmalara devletçe ve milletçe destek verilmeli, TÜBİTAK’ın üzerinde çalıştığı PARDUS yazılım programı desteklenmeli ve ülke genelinde yaygınlaşması sağlanmalıdır. Pars isminin Latince karşılığı olan Pardus adının da Türkçesi tercih edilmelidir.

i) Yerli firmaların markalarına ve ürettikleri ürünlere verecekleri isimlerin Türkçe olması sağlanmalı ve uluslararası piyasalarda Türkçe marka oluşturulmasına çalışılmalıdır. Markaların uluslararası piyasalarda elde ettikleri itibarı, isimlerini aldıkları milletlere kazandırdıkları ve o milletlere hizmet ettikleri unutulmamalıdır. Bundan dolayı kendi markalarımızı oluşturmalıyız. Türk Patent Enstitüsü, Türk firma ve ürünlerine yabancı isimlere onay vermemelidir.

j) Türk harf karakterlerine uygun olarak; bilgisayar, cep telefonu ve sair elektronik cihazlara standart getirilmelidir. Bilgisayar ve Genel Ağ (İnternet) programları ile ağ sayfaları da standarda bağlanmalıdır. Standard dışı ürünlerin ithali ve pazarlanmasının önüne geçilmelidir. İşletiminde veya çalıştırılmasında alfabetik karakterlerin kullanıldığı; cihaz üzerinde veya içindeki görüntü panellerinde veya cihaz içinde gömülü elektronik belleklerde yer alan bütün elektronik cihazlarda Türk Standartları Enstitüsü tarafından hazırlanmış ve yürürlükte olan TS ISO/IEC 8859-9 Bilgi Teknolojisi-8- Bit Tek-Bayt Kodlanmış Grafik Karakter Kümeleri- Bölüm 9;5 No.lu Latin Alfabesi standardının; ithal olunan sistemlerde F klavye sisteminin bulunması için yürürlükte olan TS 2117 Alfanümerik Türk Klavyelerin Temel Düzeni-İki Elle Kullanılan standardının mecburi olması sağlanmalıdır.

k) Türkçenin en çok bozulduğu ve yabancı kelimelerin kullanıldığı alanlardan biri de spordur. Bu alanda da Türkçenin en iyi şekilde kullanılması sağlanmalıdır.

Bu sebeple;

Spor terimleri Türkçeleştirilmeli, spor programlarında Türkçe terimler kullanılmalıdır.

Spor Yazarları Derneği, üyelerine belirli aralıklarla dille ilgili seminerler vermelidir.

l) Mahalle, cadde, sokak, park, site ve binalara Türkçe ad verilmelidir.

İş yeri isimlerinin ve tabelalarının Türkçe olması için gerekli tedbirler alınmalıdır.

Türkçenin güzel kullanımının sağlanması ve okuma alışkanlığının kazandırılması amacıyla belediyeler öncü çalışmalar yapmalı, bu konuda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarına destek vermelidir.

m) Genel Ağ (İnternet) Türkçenin öğretilmesi ve yaygınlaştırılması için fırsat olarak değerlendirilebilir. Türkçe ile ilgili, başta Türkçe olmak üzere çok dilli bir tanıtım sitesi hazırlanmalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun Türkçe öğrenmek isteyenlere, Türkçenin gücü, özellikleri, kolları, lehçeleri, konuşulduğu alanlar vb. konuları da içeren sanal ağ ortamında sesli olarak, çeşitli seviyelerde Türkçe öğreten bir site bulunmalıdır.

n) Sürekli gelişen ve değişen, dinamik bir yapıya sahip olan dil, elbette kanunlarla, yasaklarla korunamaz. Ancak birtakım düzenlemeler olmadan da sağlıklı bir şekilde gelişmesi mümkün değildir.

Bu sebeple;

Acilen bazı kanunî düzenlemelerin yapılması bir zorunluluktur.

Sağlık, sanayi, ticaret, iş alanları ve mahallî yönetimler başta olmak üzere çeşitli sahalarda hâlen yürürlükte olan kanun ve yönetmeliklerin Türkçe ile ilgili maddeleri uygulanmalıdır.

  • o) Millî bir dil politikası Anayasa’nın dilinden başlamalıdır. [3] 21.08.2013

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 27.08.2013 tarih ve 509 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

Ekrem YAMAN

Sinop Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr



[1] Bkz, Ekrem YAMAN, “Sovyetler Birliği Döneminde Rusya’da Yaşayan Müslüman Milletlerin Çektikleri Çileler Hakkında Bir Deneme,” Mersin Tercüman Gazetesi, 28.09.2009, 05.10.2009, 12.10.2009, 19.10.2009, 26.10.2009 tarih ve 315, 316, 317, 318, 319 sayılı nüshalar.

[2] Vâlâ Nurettin

[3] Bu yazının hazırlanmasında Ekrem ERDEM’in Bizimki Türkçe Sevdası isimli eserinden istifa edilmiştir.

KAYNAK: Ekrem ERDEM, Bizimki Türkçe Sevdası, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Yayın No: 3, 6. Baskı, İstanbul, Aktif Matbaa ve Reklam Hizmetleri, 2012, 280 s.