BAZI TESPİTLER VE BİLİNMEYEN DOĞRULAR

 

Satırbaşları ile çok fazla ayrıntıya girmeden bazı hususlardaki görüşlerimi ortaya koymaya çalışacağım. Aslında çok ayrıntıya girilerek incelenmesi gereken bu hususların tek tek analizinin yapılması gerekir. Fikrî derinliği, konulara hâkimiyeti olmayan, dünyadaki gelişmelere karşı lâkayt bir neslin yegâne kaygısı günü hoyratça kullanmak, yemek, içmekten, gezmekten başka bir şey değildir.

TÜRKİYE’DEKİ AZINLIK VAKIFLARI

Günümüzde Türkiye’nin başka sorunları yokmuş gibi gayrimüslim vakıflarının gayrimenkul temini için bazı dayatmalar yapılıyor. Cemaat vakıfları denince de, her nedense, ülkemizde ilk önce akla gayrimüslim vakıfları geliyor. Gayrimüslim vakıflarının arazi alma hakları 1860’da yapılan bir nizamname ile sağlanmıştır. Lozan’dan sonra 1930 tarihli Medenî Kanun ve geçiş kanunu olarak Vakıflar Kanunu uygulamaya kondu. Vakıflar Kanunu azınlıklara bu arazilerini beyan ve ispat mükellefiyeti getirdi. Mülkiyeti tapu ile ispatlanamayan araziler Millî Emlâk Genel Müdürlüğü’ne kaldı. Yeni Vakıflar Kanunu’yla Cumhuriyet vakıfları ile azınlık vakıfları aynı çatı altında toplanıyor.

Bu kanunun getirdiği imkânla azınlık vakıflarının ticarî şirket kurmalarının ve gayrimenkul satın almalarının kapısı açılıyor. Bundan sonra cemaat vakıfları şube açabilecekler ve uluslar arası uzantıları ve üyelikleri olacak. Böylece milletler arası seviyede daha rahat dinî faaliyette bulunabilecekler. Bu kanunun çıkmasıyla AB Dönem Başkanının ‘sabrını tüketen’ Vakıflar Kanunu’nun gecikme sebebi de çözülmüş oldu. Bu hâliyle cemaat vakıfları çok uluslu birer milletler arası şirket hâline gelecektir. Azınlık vakıfları; siyasî, dinî ve ekonomik faaliyetler yapabileceklerdir.

Bunun Türkiye’nin hayrına olmayacağı geçmiş tecrübelerle sabittir. Denenmişi denemek abesle iştigaldir.

Türkiye’nin ilk öncelikli problemi terörün sona erdirilmesidir. Akan kanın artık durdurulmasıdır, durmasıdır. Bu ülkenin hizmette birinci önceliği azınlık vakıflarının Türk toprağı satın alması değildir.

TÜRKİYE’DEKİ İÇ DENETİM MEKANİZMASI

Bizim denetim kuruluşlarımız hep kendisine karşı sorumlu oldukları bakana bağlıdır. Türk devlet teşkilâtının ana yapısı böyle tesis edilmiştir. Bir teşkilâtın bakana karşı olan bağımlılığı değiştirilince uluslar arası kuruluşların kendi denetim birimlerine yetki aktarmayı hedeflemiş oluyorsunuz. ‘İç denetim’ denilen ve muhtevası bile belli olmayan kavramın getirdiği düzenleme bu oyun için ortaya konmuş bir uydurma tertiptir.

OSMANLI’NIN GÜCÜ

Viyana önlerinde tadılan ve tarihimizin en acı mağlûbiyet tecrübelerinden biri olan 1699 yenilgisi Osmanlı’nın da yenilebileceği fikrini Batı’ya aşıladı.

Churchill’e izafe edilen bir söz vardır: “Türkiye, sarardıkça sulanması, yeşerdikçe budanması gereken bir fidandır.” Bu söz Keçecizâde Fuad Paşa’nın meşhur sözünü hatırlatıyor: “Dünyada en kuvvetli devlet hangisidir?” diye soran Fransa Kralı III. Fransuva’ya hitaben Paşa “Tabiî ki, Osmanlı Devleti’dir. Biz içeriden vuruyoruz, siz dışarıdan, ama hâlâ çökmüyor.” diyor.

TÜRKİYE’DE SİYASET MÜESSESESİ

Demokrasilerde cumhurbaşkanını halk seçmelidir. Seçimle işbaşına gelen bir cumhurbaşkanı devletin sorumluluğunu böylece halkın da büyük desteğini alarak seçilmiş bir cumhurbaşkanı sıfatıyla yüklenmiş olacaktır.

Türkiye’de siyaset tasfiye edilmiştir.

Siyaset adamı san’at adamı gibi yaptığı işten zevk ve haz almalıdır.

Günümüzde Kürt oylarının sözde bağımsız milletvekilleri ile sandalye elde etmeleri, bilâhare bir parti çatısı altında Meclis’te temsil edilmesi % 10 barajının koyduğu engelin dolaylı olarak aşılmasının bir göstergesidir. Yüzde 10 barajı, arkadan dolanarak, sistemin koyduğu engele rağmen aşılmaktadır.

Sistemi böyle kuranların ısrarındaki mânâsızlık Türkiye’ye zaman kaybettirmiştir. Sonuçta gerginlikler Türkiye’yi bu noktaya taşımıştır.

Bir insanın vasıflı olması için onun bilgi ve kültüründe, aksiyon ve davranışlarında ve estetik anlayışında kalite aranmalıdır.

Türkiye’de gizli bir zümre uzun bir zaman boyunca vatandaşlarımız arasında sağcı-solcu, dindar-laik, Alevî-Sünnî şeklinde bir ayırım yaparak menfaatinin devamını sağlamıştır. Bu oyunu bozmamız lâzımdır.

Bartelemeos, Fatih’teki 2.800 Ortodoks mezhebine mensup Türk vatandaşının ruhanî lideri olup, idarî yönden Fatih Kaymakamı’na bağlıdır. Büyük devletler Bartelemeos’u vitrine taşıyıp kendisine uluslar arası ruhanî bir lider havası vermeye çalışıyorlar. Maksat Fatih’i Vatikan gibi müstakil bir statüye doğru kademe kademe taşımaktır. Ortodoks Kilisesi’nin kilise merkezinden etrafına, çevresine doğru Fatih’te toprak alması da ince bir detay olarak kayıtlara girmektedir.

TÜRKİYE’NİN BAĞIMLI HÂLE GELMESİ

Türkiye’de petrol arama çalışmalarında ulaşılan her başarı mutlaka bir akamete uğramış ve bulunan ocakların üzerine civa dökülerek ocaklar kapatılmıştır. Bu tevatürü doğrulayacak ciddî delillere bu ülkede yaşayan her Türk vatandaşının şiddetle ihtiyacı vardır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muammer AKSOY merhumun hazırladığı petrol raporunu hiç okudunuz mu?

Türkiye tam bağımsız bir ülke değildir. Atatürk’ün ölümünden sonra süper güçlere karşı bağımlılığımız artmıştır. Dün İngiltere’ye karşı, bugün A.B.D.’ye karşı bağımlılığımız sokaklarda “Bağımsız Türkiye!” diye slogan atan gençleri ve “eski tüfekler”i haklı çıkartacak bir seviyeye gelmiştir.

Döviz rezervleri yeterli olan ülkemizde bu denge Marshall yardımı ile bozulmuş, II. Abdülhamid ve Atatürk dönemlerinde ülkemizde demiryoluna verilen önem ve öncelik unutturulmuş ve Amerika’nın isteklerine boyun eğilerek karayolu ile ulaşıma ağırlık verilmiştir. Bu sayede Amerikan yapımı her model otomobil, ulaşım vasıtaları ve yedek parça sanayisi yerli üretimin yerine geçerek millî olan her sektörün çözülmesine ve gerilemesine vesile olunmuştur.

Ulaşım ve yük taşımacılığında karayolunun ülkemizdeki ağırlığı % 90’lar seviyesinde iken bu oran ABD’de % 46 seviyesindedir. Türkiye kendi kendisine yeterliyken bu sayede ABD nakil vasıtaları ve yedek parça satışı ile gelişmiş ülkelere tam bağımlı hâle gelmiştir.

1950’lerden sonra Türkiye savaş uçağı yapmaktan bile vazgeçmiştir. Atatürk döneminde kendi savaş uçağını Kayseri’deki fabrikalarında yapabilen Türkiye başka ülkelerden uçak ve silâh alır hâle getirilmiştir. Kayseri’deki bu fabrikalarda yapılan tadilatla uçak yapabilen bu tesislerin traktör üretecek hâle dönüştürüldüğünü bu ülkede yaşayan kaç kişi bilir? Bunun adına sömürüye alet olmak denmezse ne denir?

Devrim” isimli ilk yerli otomobile Cemal Gürsel’in de iştirak ettiği bir merasimde benzin koymadan deneme sürüşü yaptırıp kısa bir mesafeden sonra da çalışmıyor diye Devrim’in üretimine ara verdirenler Türk milletini tamamen hiçbir şey bilmez konumuna getirmişlerdir.

TÜRKİYE KENDİNE GELMELİDİR

Türkiye’nin kendisine yeniden bir çeki-düzen vermesi ve yeniden yapılanması gerekir. Türk milleti kendi aslına dönecek bir cevvaliyete sahiptir. Bu cevher sadece küllenmiştir, üstü süslü bir şalla örtülmüştür, toz, toprak ile paslanmıştır. Bu cevherin üzerindeki tozu, pası, kiri silecek güçlü bir kadroya ihtiyaç vardır.

Atatürk dönemindeki hükümranlık anlayışına dönmemiz lâzımdır.

Para ile yerine koyamayacağımız Türkiye’nin değerlerinin satılmaması gerekir. Kaz dağlarının yerine koyabileceğimiz bir başka güzellik ve değerimiz yoktur.

Karadeniz’in nadide güzelliklerinin tahribi sahil yolu yapımı ile başlamıştır. Yola elbette ihtiyacımız vardır. Mutlaka yapılmalıdır. Ancak denizin içine dolgu yaparak yol, havaalanı, kamu tesisleri yapmak, sonra da felâketlerin ardından hiçbir şey olmamış gibi her şeyi sineye çekmek, unutturmak, hataları yok saymak sadece pişkinliktir, sorumsuzluktur. 1994 yılında Karadeniz’in içine yapılmış Giresun Toprak Mahsulleri Ofisi silolarının içindeki buğdayların bir fırtınadan sonra denize saçılması vicdanımı sızlattı. Yaşanan felâketin hasarı Hazineye zarar kaydedildi. Konu kapatıldı, unutulmaya ve soğutulmaya bırakıldı. Yanlış karar verenlerin hataları ve bu ülkeye verdikleri tahribat yanlarına ve hanelerine kâr olarak kalıyor. Felâketlerin yaşanmasından sonra re’sen harekete geçen ve kamu menfaatleri için tahkikat yapan kaç Cumhuriyet Savcısı gördünüz? Mutlaka bir şikâyet mi beklenmelidir? 33 yıllık mülkî idare hizmetim boyunca ben hiç böyle bir araştırma görmedim. Çünkü bu ülkenin kötü âdetlerinden birisi şudur: Felâket dönemlerinde siyaset erbabının ön kesme saiki ile verdiği demeçler insanları rahatlatıyor. Vaatler peş peşe sıralanıyor. Bunların bir kısmının yerine getirilmesi bile mağdur insanlarımızı rahatlatıyor. Ardından zavallı insanımız iyi bir uykuya çekiliyor. Çünkü elinden gelen başka bir şey yok.

Tabiatın dengesine müdahale sadece günü kurtarıcı sıradan tedbirlerdir. Sinop’un Dikmen ilçesini dere yatağının içine kuranların bugün mahkemede sorgulanması lâzımdır. Temmuz 2012’de yaşanan sel felâketinden sonra yıkılan köprüler, resmî açılışı bile yapılamadan selin alıp götürdüğü karayollarının bu ülke kamu maliyesine getirdiği yükün hesabı hiç sorulmayacak mıdır?

Karadeniz’deki sahil yolunu yapmak uğruna feda edilen dereler de feci tabiat tahribâtının örneklerindendir.

Fırtına Vadisi’nde santral kurabilmek için sel yönetmeliği değişikliği yapıldı.

Karadeniz’de yeşili katledenlerin maksadı Amerikan dolarına değer kazandırmaktır.

Zehirli variller, Karadeniz sahil yolu, sülfürik asit fırtınalarıyla Türkiye’de Karadeniz devamlı olarak kirletiliyor. 22.08.2012

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 13.11.2012 tarih ve 468 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.

Ekrem YAMAN

Sinop Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com.tr

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr