TÜRKİYE’DE EKONOMİ NEREYE DOĞRU GİDİYOR?

 

“Ekonomik gidiş(i düzeltmek üzere) hükûmetin her ay birkaç milyar dolar bulma zorunluluğu var. Bunu,

● Ya yabancı yatırım çekerek,

● Ya özelleştirme adı altında tesislerimizi satarak,

● Ya toprak tahsis ederek,

● Ya sıcak parayla,

● Ya borçlanarak,

● Ya vergileri artırarak,

● Ya yatırım ve harcamaları kısarak,

● Ya da bunlardan her birinden bir miktar yaparak gerçekleştirecekler.” [1]

2008 yılı değerleri itibariyle 230 milyar dolar dış borcumuz, 220 milyar dolar iç borcumuz vardı. Dış borcun 138 milyar doları özel sektöre ait. İhracatın % 70’ini ithalat kalemleri teşkil ediyor. Yani ihraç ettiğimiz her malın bedelinin % 70’i ithal edilen malların alım değerinden ibaret. Otomotiv sektöründe bu oran çok bâriz olarak ortaya çıkıyor. IMF ile ilgimiz bir türlü sona ermiyor. Bütçe açıkları kapanmıyor. Ödemeler dengesi açığı yine fazla. Enflasyon yükselme eğiliminde. 2011’de satılacak fazla bir ekonomik değerimiz neredeyse kalmadı gibi. Faiz ödemeleri için devamlı sıcak para bulmak zorunda olan bir ülke görüntüsü bir türlü sona ermiyor.

Türkiye’de enflasyon tespiti yapılırken yıllık bazda fiyat artışları dikkate alınan malların bulunduğu sepet değiştirildi.

Türkiye’de iktisadî hayattaki sanal görüntü uzun süre devam ettirilemez.

Genç Türkiye Cumhuriyeti 1925’te Kayseri’de neden uçak fabrikası yaptı? 140 tane avcı uçağı satacak bir seviyeye ve kaliteye ulaştı Şimdi uçak sanayiindeki halimizle o günleri mukayese etmek bile mümkün değildir.

Elimizdeki KİT’lerin neredeyse tamamını sattık. Bu gidişin sonu ne olacak? Ülke nereye doğru gidiyor diye kendimizi sorgulamalıyız. Ekonomik bağımsızlığımız nereye gitti? 1923-1935 yılları arasında gerçek mânâda ekonomik bağımsızlığımız sağlandı.

Milletlerarası sermayenin baskısıyla TEKEL iflâsa ve zarara mahkûm ettirildi. Türkiye’de TEKEL’in sigara piyasasındaki payı % 40’dı. Bunun haraç mezat satışı gündeme geldi. Bunun sonrasında ne olacak? Yabancı sermayenin sigaranın içine ne koyacağını biliyor musunuz? Bu ülkedeki 25 milyon sigara tiryakisinin âkıbetinin ne olacağına dair endişeler taşıyorum.

Türkiye üzerinde IMF’nin takip ve denetimi ile günümüzde de Düyûn-u Umumiye’nin baskısı âdetâ hâlâ devam ediyor.

Türkiye’de “doğrudan yabancı sermaye yatırımı” yapan sermayenin 20 milyar dolar olduğu Maliye Bakanlığı tarafından açıklandı, ancak bu rakam çok sıhhatli değildir. Bu yabancı sermaye nerede ve ne üretti? Türkiye’de hangi alanda istihdamı arttırdı? Kaç kişiye ilâve olarak istihdam imkânı sağladı? Ülke ekonomisine ne kadar katma değer ilâve etti?

Yugoslavya 20 yıl IMF kanalıyla borçlandırıldı. Ülke iflâsa sürüklendi ve Yugoslavya’da yaşayan çeşitli etnik guruplara mensup halklar iflâsın ardından birbirlerine düştüler. Sonunda Yugoslavya parçalandı ve dağıldı.

Türkiye’ye gelen yabancı sermaye bizim temel ekonomik ve sınaî tesislerimizi, bankalarımızı, KİT’lerimizi, köprülerimizi alıyor ve halen de almak isteğiyle yanıp tutuşuyor. Sözgelimi bizim finans sistemimizin % 42’si yabancıların elinde olduğu gibi sigorta sistemi de aynı kaderi paylaşıyor. Sigorta sisteminin % 50’si yabancıya satıldı. Elimizdekileri satarak oradan gelecek gelirle, el parasıyla günü kurtarabiliriz. Ya sonrası ne olacak? Özelleştirme adı altında yapılan satışlar yarın ülkede sıkıntıların kaynağı haline gelecektir.

Ülke gerçeklerini bilmek insanlara sorumluluk yükler. Ülkemiz; iktisaden bağımsız, her türlü icraatıyla şeffaf, aydınlık, güvenli ve huzurlu olmalıdır. Bu ülkede yaşayan yetişmiş insanlar olarak tek istediğimiz Türk Milleti’nin tarihî düşmanlarının kölesi olmamaktır. Devlet parası kullanarak vatandaşı devlete muhtaç hale getirmek marifet değildir. Ülkemizde hiçbir kararımızı yabancıların buyruğu ile vermemeliyiz. Emir ve direktif almak bu ülkenin insanlarını zedeler, rencide eder. O yüzden Türk Milleti’ni bugün bulunduğu iktisadî refah seviyesinden daha iyi bir noktaya taşımak için gerekenler yapılmalıdır. Bu ülkenin sahip olduğu çok önemli değerler vardır. İktisadî kaynaklarımızı en ekonomik ve ülke yararına iyi kullanabilmek için önce kafalardaki ipoteği ve zincirleri kırmak lâzımdır. Bu ülkenin yeraltı ve yer üstü zenginlikleri, tarihî, millî ve kültürel değerleri, jeopolitik ve jeostratejik konumunun sunduğu imkânları yerinde, zamanında ve israf etmeden kullanılmalıdır.

Amerika işgâl ettiği günden beri Irak’ta 4 milyon insan öldürdü. Saddam bu kadar adam öldürmedi. 12 Eylül 1980 öncesi biz Amerika için birbirimizi boğazladık. Ekonomik mânâda biraz daha zayıflarsak aynen geçmişe döneriz. 40 bin kişi sadece Güneydoğu’da, 5 bin kişi 12 Eylül öncesi öldürüldü. Türkler bin yıldır Anadolu’da kendi varlıklarını korumak için şehit vermektedirler. Osmanlı’nın yaptığı savaşlar aynıdır. 500 yıl boyunca Rusya ile devamlı olarak savaştık. Türkiye’ye karşı Kürtleri saldırtan A.B.D.’dir. Amerika, damarlarımızda kan olarak akıyor. Türkiye’nin bu konumundan dolayı Amerika Türkiye’den çıkmaz. Amerika Irak’ta kendisine bağlı ekonomik bir güç kuruyor. Dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de medyanın bir kısmı toplumu milletlerarası gücün istediği kıvama getirme misyonunu ifâ ediyor. Oysa “aklımız imtihanımızdır.[2] Aklımız olmasaydı Mevlâ bizleri imtihana tâbi tutmazdı. Hıristiyanların Müslümanlara karşı en büyük hasetlerinin sebebi dinlerinin sünnetinin olmamasındandır. İslâm’ın sünnetini o yüzden kıskanırlar. Bizdeki sünnetin karşılığı Hıristiyanlıkta kilisedir. Hıristiyanlar düşman icat etmek suretiyle bugüne kadar birbirlerini bir arada tutmuşlardır. Onlar insanları ötekileştirmeden yapamıyorlar. İnsanı ve emeğini sömürmek hırsı genlerine işlemiş. Müslüman’ın düşmanı ise şeytandır, kendi nefsidir. Başka düşmana ihtiyacımız yoktur.

Türkiye’nin Güneydoğu sınırları 1998’de Batı’nın bazı ülkelerinde yeniden tartışılır oldu. Bu devletlerin beyanlarının ciddiye alınması lâzımdır.

I. Dünya Savaşı’nın sonunda galip devletlerin arzusu hilâfına Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Tarihe ekonomik bir boyut katarak tarihi okumak lâzımdır. Osmanlı Devleti’ni aslında 1850’lerden sonra yavaş yavaş kaybetmeye başladık. Osmanlı 1854-1874 yılları arasında 20 civarında borç anlaşması yaptı. Türkiye’nin 2008 Bütçesinde 56 milyar Y.T.L. faiz borcu hesaplandı. Gelirlerimizin borca oranı % 28 civarındadır. Osmanlı borçları 1854’de gelirlerinin % 25’i civarındaydı. Bu oran zamanın Osmanlı bürokratlarını korkuttu. Korkmakta da çok haklıydılar. Osmanlı Devleti’ni boğan ve çökerten şey dış borçlar ve onların faiziydi. Osmanlı borçlarının yarısı nakden, kalanı tahville ödendi. 1875’de Ramazan ayında yapılan bu düzenlemeler 1879’da alacaklıların müdahalesiyle karşılaştı. Arkasından yeniden düzenlemeler yapıldı. Rüsûm-u Sikke İdaresi 6 vergiyi tahsil yetkisini aldı. 1881’de ise Düyûn-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Tahsilât İdaresi kuruldu. Osmanlı’nın yıkımı o zaman başladı. Ardından Osmanlı I. Dünya Savaşı’nı gördü. Genç Cumhuriyet İdaresi II. Dünya Savaşı’na girmemekle beraber sıkıntılarını yaşadı. Osmanlı’nın dış borçlarının ödenmesi 1954’de sona erdi. Osmanlı’nın dış borçlanmasıyla ilk borç 1854’de alındı, ama 1954’e kadar ödemesi sona ermedi. 23.08.1923’de İsmet İnönü’nün yaptığı tarihî bir konuşmadaki şu cümleler çok dikkat çekicidir: “Borçlanma şayan-ı teessüf, mucib-i elem bir hâldir.

Günümüzde dış borçlanmaya pek dikkat çekilmiyor, ancak çok dikkat edilmesi gereken bir mes’eledir. Günümüzün dış borçlanma sürecini takip edelim. 2002’de dış borç 2001 kriziyle 80 yıllık Cumhuriyet idaresine en büyük ekonomik zararı verdirdi. Ekonomimiz % 10 daraldı. II. Dünya Savaşı yıllarında toplam olarak ekonomimiz % 5 daraldı. 2001 iktisadî krizi AKP’yi iktidara getirdi. Her hükûmet nasıl iktidara gelmişse öyle iktidardan gider. Yani krizle iktidara gelen krizle, yolsuzlukla iktidara gelen yolsuzlukla iktidardan gider.

Günümüz Türkiyesinde on binlerce üniversite mezunu asgarî ücretle iş bulmakta zorlanıyor. Bu husus, üzerinde uzun uzun müteşebbis insanlarımızı ve devleti idare edenleri düşündürmesi gereken bir sorundur.

Günümüzde Türk ekonomisinin gerçek rakamları acaba Başbakan’ın önüne getirilmiyor mu? Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı, DPT Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı Müsteşarının getirdiği rakamlardan geleceğe yönelik neticeleri ve dersleri Başbakan çıkartacaktır. İlgili bakanların Başbakana arzı ayrı bir bilgilendirme kanalıdır. “Devlet müktesebâtı” olanlar bu rakamlardan Türk ekonomisinin içinde bulunduğu hâl hakkında bir netice çıkartabilirler. Bestekârlığı ile marûf ve Türk San’at Mûsikîsinde yeni bir makam keşfedebilecek kadar bu alanda derin bilgi ve tecrübeye sahip III. Selim’in devlet işlerini vezirlerine ve bürokratlarına bırakıp müziğe daldığını gören annesinin oğluna söylediği çok güzel ve ibretli bir söz vardır: “Ahvale vâkıf değilsen vah hale!

Türkiye’nin iç borcu 2001’deki 89 milyar dolardan 2008’de 208 milyar dolara, dış borcu 84 milyar dolardan 89 milyar dolara çıktı. Özel sektörün dış borcu 2002’de 44 milyar dolar iken 2008’de 140 milyar dolara ulaştı. Ailelerin borçları da bu dönemin başında 4 milyar dolar iken 2008’de 70 milyar dolara çıktı. Aynı şekilde şirketlerin borçları da ciddî bir artış içindedir. 80 yıllık Cumhuriyet idaresinin dış borcu toplam 218 milyar dolar iken bu meblâğ 2008’de 436 milyar dolara baliğ oldu. Yani Türkiye’nin dış borcu 218 milyar dolar daha arttı. Türkiye bunun karşılığında ne yaptı? Hangi il 5 yıl içinde nereden nereye geldi? Hangi yatırımları yaptık? Özelleştirme 30 milyar dolar gelir getirdi, ancak o da yatırıma dönüşemeden tüketildi. Kamunun taahhüt ettiği borcun tamamı ülkenin borcudur. Devletin, özel sektörün ve ailelerin borçları dış borçlarımızı teşkil eder.

Her Cumhuriyet hükûmeti enerji sektöründe bir şeyler yapmıştır. DPT Özel İhtisas komisyonu 2007’de hazırladığı raporunun 118. sayfasında “Böyle giderse 2009’da Türkiye karanlıktadır.” kaydını düştü. Aynı şekilde Dünya Bankası’nın Hilton’da düzenlediği 1 Nisan 2007 tarihli toplantının raporunda “Türkiye 2008’de karanlıktadır.” kaydı düşüldü.

Türkiye’ye kimse hatır için borç vermiyor. 218 milyarlık son 6 yılın dış borcunun karşılığında ödenen faiz toplamı 184 milyar dolardır. Dünyanın iftihar kaynağı olan Atatürk Barajı’nın arkasındaki su öksüz bekliyor. Sadece dış borcun 184 milyar dolarlık faizi ile 60 tane Atatürk Barajı çapında baraj yapabilirdik. Oysa hâlâ Atatürk Barajı’nın ihtiyacı olan sulama yatırımlarını hâlâ tamamlayamadık. Türkiye dış borçlarla ayakta kalacağına kendi yağı ile kavrulsaydı daha iyi olmaz mıydı?

2003 Mart’ında Türkiye’ye gelen Yunanlılar 2006’da borsamızdan emekli fonları eliyle epey yüklüce faiz geliriyle birlikte çekildiler. Böylece Yunanistan’ın emekli fonları Türkiye’den sıcak para transferiyle mensuplarını hayli zengin etti. Dolar 1.700.000,- T.L. seviyesini bulunca Hükûmet yerli faiz yatırımcısının gelirinden % 10 stopaj almaya başlarken yabancı yatırımcıdan sıfır faiz almak üzere düzenleme yaptı. Yani yabancılardan borsamızdan para kazananları açıkça korudu.

Her borcun bir politik bedeli vardır.

Türkiye’de 2008 yılı verilerine göre 108 milyar dolar sıcak para dolaşıyordu. Bunun 70 milyar doları bankalar arasında dolaştı. Hükûmetin anladığı mânâda kısmî refah göstergesi olan bu sıcak paradır. Yunanistan % 4,5, Mısır % 5, Pakistan % 9, Türkiye % 17,20 faiz ödeyerek borçlanıyor. Bu vahim bir hâldir. Türkiye’yi idare edenler buna çok dikkat etmelidirler. Çünkü Türkiye’deki bu saadet zinciri bir gün kopacaktır. Ülkemizde bu kabil ikazları birçok kişi yapıyor. Bu rakamlar devlet bürokrasisinde vardır. Yerli uzmanların ikazlarına dikkat edilmiyorsa bari yabancılara kulak asılmalıdır. 11 Kasım 2007’de Goldon Sack “Kriz bandına girme riski en yüksek ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin durumu en vahim hâldedir.” dedi. IMF 16 Kasım 2007’de 158 sayfalık raporunda özetle kriz bandında 7 aday ülke içinde Türkiye’yi de saydı. IMF raporuna göre Türkiye’de iktisadî krize sebep olacak göstergeler şöyle sıralandı:

1)      Kısa dönemli faizler,

2)      Carî işlemler açığı,

3)      Toplam faiz borçları,

4)      Özel sektöre açılmış olan kredilerin oranının yüksekliği.

Uluslar arası ekonomi uzmanları çok kibar bir lisan kullanırlar. “Kırılganlık göstergesi” deyimi istikbâlde risk gördükleri ekonomi için kullanılır. IMF raporunda en kırılgan ekonomi olarak Türkiye ekonomisi gösteriliyordu.

İdrak-i meâli” yüksek Osmanlıcada kullanılan bir bürokrasi kavramıdır. Mes’elenin aslını kavramak, anlamak, gelişmelerden dersler çıkartabilecek anlayış kabiliyetine sahip olmak anlamına gelir. Herhalde III. Murad’ın “Uyan ey gözlerim uyan!” isimli ilâhisine atıf yapmak lâzımdır.

Amerika’daki Mortgage sisteminin çöküşünü önlemek için 30 milyar dolar sübvanse yetmedi. Bu çöküntüyü kurtarmak için 500 milyar dolar gerektiği telâffuz edilmeye başlandı. Bu rakam sonraki yıllarda daha da büyüdü. Amerika kendi krizini halledemedi. Kapitalizmin kuralları bir kenara itilerek Amerikan Hükûmeti ekonomik hayata müdahale etmeye başladı. Amerika’da bu krizin sebebi carî işlemler açığıdır. A.B.D. carî işlemler açığı % 6,2’dir. Yani A.B.D. % 6,2 carî işlemler açığı ile ekonomik krize girdi. Bizde ise carî işlemler açığı % 10’dur ve bu oran hükûmet yetkililerince hafife alınıyor. Carî işlemler açığımız Türkiye’yi acaba nasıl etkileyecektir? Bunu zaman içinde göreceğiz. 2008’de, Amerika’nın büyük bankaları dünya ülkelerine açtıkları kredileri daralttılar, verdikleri kredileri tahsil edebilmek için garantiye alma gayretine girdiler. TÜSİAD’ın telâffuz ettiği 45 milyar dolar carî işlemler açığı, 15 milyar dolar kamu faiz borcu 40 milyar dolar da şirketlerin borç faizlerinin toplamı olan 100 milyar doları 2008’de bulmamız gerekirdi. Amerikan ekonomisi nezle olursa dünya ekonomisi zatürre olur. Üretim düşmeye başlar. Dünyanın birçok ülkesinde istihdam arttırmayı bırakın, işten çıkarmalar arttı. 2008’de A.B.D. krizinin yansımaları her ekonomiyi sıkıntıya soktu.

Türkiye’de ekonominin can damarı sanayidir. Ülkemizde artık sanayileşme konuşulmuyor. Sıkça borsa konuşuluyor. Tekstil ve inşaat sektörleri Türk ekonomisinin iki temel direğidir. Bizim yatırımcılarımızın yurt dışında yatırım yapmalarını memnuniyetle karşılıyorum. Ancak organize sanayi bölgesindeki sanayi tesisleri sökülüp yurt dışına götürülüyor. Niye Türkiye’de faaliyette olan fabrikaları söküyoruz ve yurt dışına taşıyoruz? Demek ki, ortada, sanayiciyi buna mecbur eden iktisadî sebepler ve zaruretler var. İşte üzerinde düşünülmesi gereken mes’ele de budur.

Türkiye’de Batı ve Doğu illerinin iktisadî teşvikleri aynı olamaz. Ayrı olmalıdır. Çünkü illerin içinde bulunduğu şartlar ve her bölgenin ekonomik gelişmişlik seviyeleri ayrıdır. Türkiye’de üretene teşvik verilmelidir. Dünya ile rekabet etme şansı olan sektörlere daha çok teşvik vermeliyiz.

Türkiye’de tarım âdetâ yılların ihmâli, terör belâsı ve çeşitli sebeplerin etkisiyle lânetli hâle getirilmiştir.

Enerji sanayinin can damarıdır. Biz sanayiciye Japonya’dan sonra dünyanın en pahalı enerjisini veriyoruz. OECD ülkelerinde bir kişinin istihdamının sanayiciye yükü % 26’dır. Bizde ise bu oran % 43’dür.

Geçmişte üzerinde uzun uzadıya tartışmaların yapıldığı bir husus olan Merkez Bankası, Ziraat Bankası ve Halk Bankası’nın Ankara’dan İstanbul’a taşınmasını istemek bir garabettir. O yüzden hükûmet yetkilileri ciddî bir gerekçe gösteremediler. Eğer Merkez Bankası İstanbul’a taşınacaksa Maliye Bakanlığı’nın, Hazine Müsteşarlığı’nın ve T.B.M.M.’nin de İstanbul’a taşınması lâzımdır. Türkiye’nin gündemi; işsizlik, sanayileşme, faiz, borç, enerji ihtiyacının karşılanması ve karanlıktır. Türkiye’nin sorunlarını ciddîye alan insanların elinde bu problemler aşılabilecek sorunlardır. [3]

Gümrük Birliği Antlaşması imzalandığı günden beri AB Türk ekonomisine 220 milyar Dolar zarar verdi. Bu zarar her yıl daha da ilâvelerle büyümeye devam ediyor. Türkiye yeterince üretemiyor. Bir de bunun üzerine tek taraflı bir jest yapmak üzere imzalanan Gümrük Birliği Antlaşmasıyla Türkiye’de KOBİ’ler takatsiz kalmıştır. Türkiye AB’ne verdiği bu rüşveti istirdat etmelidir.

Sıcak para Türkiye’de niçin taban buldu? Sıcak paraya Türkiye’yi nasıl soyduruyoruz? Borsanın % 76’sı yabancı paradır.

AB bizi uyuşturmuştur. AB’nin 1963’den beri bizden aldıklarına ve bize verdiklerine bakalım. Yüzü Batı’ya dönük Türkiye AB’ne üyelik adına kendisini pasifize etmiştir. Türkiye bu sayede ithalat cenneti hâline gelmiştir.

“Ekonomide bir ‘maestro’ ihtiyacına en fazla ihtiyaç duyulan Türkiye’de Merkez Bankası Başkanı’na bile tahammül edilemiyor! (Türkiye ekonomisi hakkında eğitim almış olanların fark edeceği ilk hususlardan biri hükûmetlerin kendi göreve getirdikleri Merkez Bankası Başkanları ile ters düşmeleridir. Zıtlaşma teknokratların ilmin verilerine göre karar verme iradelerinden vazgeçmemeleridir. Aldığı eğitimin kazandırdığı bilgi ve tecrübesini yaptığı işe katıp işinin hakkını veren herkes bu ülkede başarılı olmuştur.)

(2008 yılında) kapatılma davasına odaklanan AKP, ‘türbülansa giren Türkiye’yi seçim ekonomisi’ ile yönetebileceğini düşünerek tarihî bir hata (yaptı). Cari açık ve petrol faturasını, ekonomideki durgunluğu, para musluklarını açarak gidermek çözüm olmayacak. Başbakan Erdoğan yüzde 47 ile seçim kazanmanın avantajını, (Türkiye’nin en acil çözüm bekleyen tek mes’elesi sanki sadece başörtüsü problemi imiş gibi bu sorunu her şeyin önüne çekerek) ‘türbana serbestlik’ yerine, kırılgan ekonomiyi güçlendirmeye vermiş olsaydı belirsizliğe girilmezdi.” [4] Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye’nin en önemli problemleri aciliyet sırasına göre; işsizlik, sanayileşme, faiz, borç, demokratik hak ve hürriyetlerin sınırlarının Batı standartları seviyesine getirilmesi, enerji ihtiyacının karşılanması, eğitim kalitesinin çok daha ileri seviyelere taşınması ve karanlıktır. Türkiye’nin sorunlarını ciddîye alan insanların elinde bu problemler aşılabilecek sorunlardır. [5]

Günümüzde ekonomik değer, fizikî varlıklardan çok fikrî sermaye ile ifade edilmektedir. Bu durum telif hakları, marka, patent, tasarım ve coğrafî işaret gibi fikrî ve sınaî mülkiyet haklarını ülkelerin fikrî hazineleri haline getirmektedir. Öyle ki, bu haklar uluslar arası ilişkilerin temel unsurlarından biri haline gelmiştir.[6]

“Türk ekonomisi sağlığına kavuşturulmadıkça, kalıcı bir iç huzurun sağlanması da beklenemez. Haksızlıklar, ekonomik yetersizlikler ve halkın durumundan şikâyetçi olması tedhişi kışkırtan en müsait şartları yaratır.

Öte yandan, halka da inandığı bazı ortak değerler, ortak bir hedef için çalışıldığı hissinin verilmesi gerekir.” [7]

“Türkiye ekonomisinin büyük problemi enflasyondur.

Devlet bütçesinde tek sıhhatli kaynak kamudaki memurların ödedikleri vergilerdir. (Devlet memurları ve işçilerin dışında kalanlar) çeşitli çarelerle gelir vergisi olarak hiçbir şey ödememeyi başarıyorlar.

Devlet, giderlerini karşılayabilmek için daimi para basılmasına başvurmaktadır.” [8]

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 24.01.2011, 31.01.2011, 07.02.2011 tarih ve 379, 380, 381 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com

e.posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Yaman TÖRÜNER, “Daha Çok Aşağılamalar Göreceğiz,” Milliyet, 13.11.2007, s. 8, www.milliyet.com

[2] Yazar Mustafa İSLÂMOĞLU’nun güzel bir sözü.

[3] Bu makaledeki görüşlerin çoğu 28.01.2008 günü akşam yayın kuşağında Avrasya TV(ART)’de ekonomi gündemini yorumlayan C.H.P. İstanbul Milletvekili İlhan KESİCİ’nin konuşmasından kayda alabildiğim satır aralarıdır. Şahsî görüşlerime de yer verilmiştir.

[4] Derya SAZAK, “Türbülans Çağı,” Milliyet, 22.05.2008, s. 18, www.milliyet.com

[5] Ekrem YAMAN, “Türkiye’nin Mes’eleleri,” Yeşilgiresun Gazetesi, 23.03.1995, s. 3.

[6] Başbakanlık Genelgesi (2008/7), 21.05.2008 tarih ve 26882 sayılı Resmî Gazete, s. 14. www.basbakanlık.gov.tr

[7] Dietrich SCHLEGEL, “Türkiye’deki Son Gelişmeler,” Almanya’nın Sesi Radyosu, 22.12.1978, iktibas, Dış Basında Türkiye 1977-1987, s. 11’den.

[8] K. ÇALOĞLU, “Türkiye Ekonomik Çıkmazda,” Kathimerini, 22.02.1979, iktibas, Dış Basında Türkiye 1977-1987, s. 15’den.