TÜRK EKONOMİSİ VE BORÇLANMA

2000 yılında Japonların harcanabilir gelirlerinin % 130’u kadar borçlandıklarını ve bu oranın diğer Batılı ülkelerdeki gibi son 10 yıldır devamlı olarak arttığını biliyoruz. İnsanlar genel olarak gelirlerinden çok daha fazlasını harcama temayülü içindeler. Bu da iktisadî mânâda gelecekteki gelirlerine el konulması anlamına geliyor. Gelecekteki gelirlere el konulması, çalışanlar açısından bir işareti gösterse de, hükûmetler açısından devlet gelirlerinin, özellikle vergi tahsilâtının düşeceğini görmek bakımından önemli bir göstergedir. Turgut Özal’ın idareyi ele aldığı günden beri bu ülkenin insanları neredeyse daha çok tüketme temayülü içine girdiler. Borçlanma hırsında sınır tanımaz hâle geldiler. Yarın endişesini unuttular. Zaman içinde kredi kartı gibi bir tuzak içimizdeki müsriflerin sığınma kapısı oldu. Kazanmadıkları parayı sanki bir daha hiç geriye ödemeyecekmiş gibi bol keseden har vurup harman savurdular. Ardından felâketler, intiharlar, yıkılan aileler, mutsuzluklar, icra tâkipleri hiç eksik olmadı.

Türkiye açısından devlet borçlanması olayına bakarsak, bizim de iç ve dış borçlarımız artıyor ve bizde de reel faiz yüksek; ama enflasyon da yüksek. Nerede ise % 1-2 civarında bir enflasyon oranı olan Batı ekonomileri veya gelişmiş ülke ekonomileri karşısında Türkiye çok yakın bir geçmişte uzun zaman % 80 oranındaki enflasyon ile boğuştu. Enflasyonu düşürmeyi hedeflemek üzere alınan iktisadî tedbirlerin bir kısmı ise büyüme hızını azaltıyor. Türkiye ise devletin sahip olduğu iktisadî kaynaklar ve değerler yönünden devamlı olarak küçülüyor. Bir ülke ekonomisinin küçülmesi ise issizliğin artması anlamına geliyor. Resmî rakamlara göre, son yıllarda 1,5 milyon insan işini kaybetmiş durumda. Borçlanma ise issizliği önlemeden, enflasyonu düşürmeden, faiz hadlerini indirmeden artmaya devam ediyor. Türkiye bir yerde ekonomisini idare edemeyen, borç idaresi ile uğraşan bir ülke hâline geldi. Ödemeler dengesi açıklarını uzun zamandır kapatmayı bir türlü başaramadık. Yani Türkiye ihracat geliri ile ithalâtını karşılama başarısını neredeyse hiç gösteremedi. Türkiye’de bir zamanlar kişi başına düşen 2 bin 500 Dolarlık gelir bölgeler arası hukukî, ekonomik ve sosyal yapı farklılıklarına rağmen AB’ye girmeyi zorlaştırıyor. Fert başına düşen gayri safi millî hâsılanın düşüklüğü bir fakirlik göstergesidir.

Türkiye biraz da artacak döviz kurunun vereceği itme ile Avrupa ile ticaretini büyültmeye yönelik girişimlerde bulunabilir. Türkiye, ne pahasına olursa olsun, AB’ye daha çok mal ve hizmet satmak zorundadır. Rusya ile Türk dünyasına da ekonomi varlığını daha çok hissettirmek durumundadır. Türkiye’nin ekonomik canlılığı için Afganistan’ın, gerekirse Kıbrıs’ın ve Irak’ın tekrar imarı konusunda, bölge içindeki ve dışındaki ekonomik güçleri yanına alarak teşebbüslerde bulunması gerekir.

Günümüzde ekonomi ve politikayı birbirinden ayırmak çok zor! Ekonomi olmadan bir politika çizemiyorsunuz, ama politikasız da bir ekonomi imkân dışı! Bütün maharet, ekonomi gerekleri ile politik menfaatleri bir arada toplayıp insanların refah seviyesini yükseltmek için kullanmaktadır.

Truva Atı” tâbiri dost görünüp düşmanca hareket edenler için kullanılan bir tâbirdir. Soyguncuların, hırsızların tamamı Truva Atıdır. Memleketimizde çok yakın bir geçmişte bazı insanlar menfaat mabuduna zevkle ibadet edebilmek için bankaları soydular. Milletin parasını zimmetlerine geçirip yabancı bankalara aktardılar. Milleti ağlattılar. Soygun tokadından sonra Türkiye, dış borç olarak aldığı kredilerle, iç borç olarak vatandaşından devlet tahvili ve hisse senediyle topladığı paralarla iki koltuk değneği buldu. O şekilde ayakta durup ilerlemeye çalışıyor.

 

TÜRKİYE’NİN DIŞ BORÇLARI

Bu ülkenin geçmişte o kadar çok dış borcu vardı ki, hesabın silinmesini talebe cür’etimiz yoktu; ufkumuz, faizleri öderken anlayış görmekle sınırlıydı. Körfez Harekâtı sırasında Mısır’ın yaptığı gibi borçlarımızı ABD’nin üstüne yıkıp kendi yağımızla kavrulmak yerine “Biz borcumuzu kendimiz öderiz!” efelenmesiyle süper gücün jestini elimizin tersiyle ittik. Hâlen dış borç belâsıyla savrulup duruyoruz.

Öyle anlaşılıyor ki, bizim iç politikada bükülmez prensiplerimiz var, ama konu, komşularımızı da ilgilendiren diplomatik mes’elelere gelince bükülmezlik bir yana, prensipten bile söz edebilmemiz mümkün olmuyor. İç siyasette şahin, diplomaside 1938’den beri tâkip ettiğimiz amorf bir yönetim felsefesi, şahıslara bağlı olarak görülen ufak tefek sapmalar hâriç tutulursa, herhalde vaziyetimizi ifade etmeye yeterlidir. Hani o sefahat ve şatafata çok düşkün olduğu ileri sürülen müsrif Osmanlı padişahlarının hayâl hanesinden bile geçmeyen bir iç ve dış borç batağının altında neredeyse ülkenin bütün idarî cihazlarının kontrolü elden çıkarılmıştır. Siyasî elitlerin mühim bir kısmı çâreyi Avrupa Birliği’ne iltihakta görmekten başka alternatif telâffuz edemez hâldedir. [1] AB’nin müzakere sürecinde ise aldığımız yol bir arpa boyu değildir.

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 17.01.2011 tarih ve 378 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

 

 

 

 

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.ekremyaman.com

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Uğur ÖZAKINCI, “Kargalar, Tilkiler ve Dolmakalemler…,” Zaman, 20.7.2002, s. 12.