ŞEHİRLERİ KORUMAK, SAVUNMAK

Tarihi ve kültürü ile canlı yaşayan şehirler bizi mazi ile buluşturur. Birçok şöhretimizin kişiliğine; geleneğin, mekânların ve hadiselerin rengi yansımıştır. İnsan biraz da bu yönüyle şehir hayatının bir parçasıdır.

Şehirler yaşayan canlı birer organizmaya benzerler. Bu organizmanın hücreleri devamlı olarak, bir insanın her saniyede ölen milyonlarca hücresinin yerine yenilerini üreten organizması misâli, yenilenmeye mecburdur.

“ (…) Şehir bir mahz-ı edebdir [1]; hukuku, bir arada yaşamayı, hoşgörüyü, bizim gibi olmayanlara tahammülü, insan ilişkilerinde nezaketi, haklara saygıyı evde değil ‘şehir’ denilen irfan fırınlarında pişerek öğreniyoruz.” [2]

Dünyada yaşadığı sürece “insan bildiği kadar derin ve bildiği duyduğu kadar da muzdariptir.” [3]

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de birçok meşhur şair, edip, ressam, mimar ve diğer meslek mensuplarından bazıları doğup büyüdüğü şehirlerle anılır hale gelmiştir. Selânik ile Mustafa Kemal Atatürk’ü, Konya denilince ilk olarak Mevlânâ Celâleddin Rûmî’yi, Şanlıurfa’da Nâbî’yi, İstanbul’da Nedim’i, Yahya Kemal Beyatlı’yı, Bağdat’ta Fuzûlî’yi, Bodrum’da Halikarnas Balıkçısını, Kayseri’de Mimar Sinan’ı, Ankara’da Hacı Bayram Veliyi, Kırşehir’de Hacı Bektaş-ı Veliyi, Gelibolu’da Namık Kemal’i, Çanakkale’de Piri Reis’i, Erzurum’da Kâzım Karabekir Paşa’yı, Nene Hatunu, Giresun’da Topal Osman’ı hatırlamamak mümkün müdür? Bu ve emsâli dev şahsiyetler yaşadıkları şehirlere canlılık, hayat ve asırlardır yâd edilen ve Kıyamete kadar yâd edilecek olan haklı bir şöhret katmışlardır ve şehirleriyle bütünleşmişlerdir.

Şehirlerin yapısıyla hoyratça oynanmamalıdır. Tarihî değerleri korumak, yaşatmak, aslına uygun olarak restore etmek hassasiyeti sadece bu sahanın profesyonellerinin ve devlet ricâlinin sahip olmaları gereken bir haslet olarak kalmamalı, sade vatandaşın da bu sahada idrak seviyesi yükseltilmelidir.

Tarihî, mimarî ve kültür dokularını, özelliklerini, güzelliklerini bozmadan kentlerimizi çağın teknolojilerine uygun imkânlara kavuşturmak, yenilemek, eskinin bakımı ve restorasyonu ile maziye ait eserleri canlı ve hizmet içinde kullanarak muhafaza etmek ve gelecek nesillere devretmek mecburiyetindeyiz.

“Şehirleri korumak” kavramını telâffuz eder etmez aklınıza, imar plânlarını yapma ve değiştirme yetkisinin Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde yapılan tâdilât ve yetki devriyle mahallî idarelere verilmesinin hemen ardından, bu yetki devrinin İskenderun’dan Hopa’ya kadar Türkiye’nin üç cephesinde de nasıl sû-i istimâl edilerek, kentlerin Çin Seddi’ni hatırlatırcasına sahil yağmasına uğrayacağı, talan edileceği, zevksiz, birbirinin kopyası, hiçbir estetik ve mimarî değeri ve özelliği olmayan, çevre düzenlemesine yeterince alan, emek, kalite ve para ayrılmayan, kumsalın üzerine, çoğunda depreme karşı dayanıklılığı arttıracak ilâve alt yapı hazırlanmadan, yerden bitercesine devasa gökdelenlerle doldurulacağı aklımıza geliyor muydu? Bu yağmacılık; geri dönüşü olmayan bir çevre kirliliğine, bina ve inşaat kalitesinin bozulmasına, zevksizliğe, israfa, her şehirde müşterilerini ve adetâ tabut misâli içine girecek taliplilerini bekleyen, Kocaeli ve Bolu, Düzce depremleri gibi güçlü bir depremle yıkılmaya âmâde hayaletler ortaya koydu. Bunu yapan bizim insanımızdır. İbretle çözüm arayacak olanlar bu ülkenin teknik elemanlarıdır. Bu gidişi durdurmanın yolu; durup düşünmek, içine düştüğümüz bu felâket çukurundan çıkış yolunun yetkinin yine eski sahibine iade edilmesinde olduğunu akletmek olduğu kanaatindeyim. Mahallî idareler imar uygulamalarının hakkaniyet ölçüleri içinde ifâsından mağlûp olarak çıkmışlardır.

Ülkemizin Akdeniz, Ege ve Marmara bölgelerini süsleyen mis kokulu zeytinlikleri, narenciye bahçeleri ve bakir sahilleri şimdi nerede? “Kendi gitti, adı kaldı yadigâr!”

“Geçmişe dönük değerlendirmeler, bugüne fayda sağlamalı ve geleceği aydınlatmalıdır. İnsaflı, adaletli, vicdanlı, itidalli, akıllı, dengeli yorumlar yapmaya çalışmalıyız.” [4]

“Az yanlışla, kaliteli iş yapalım. İşimiz ne olursa olsun orada bizim ahlâkımız okunur. Değerimiz görünür. İşimiz bizi anlatır. Bizi ele verir.” [5]

“Tepkilerimizi pozitif alanda seslendirmek her zaman daha verimli ve etkilidir.” [6]

“Geri kalmış milletlere bakarsak görürüz ki, bireyleri lüzumsuz şeyleri âdet haline getirmişler(dir).

(Türkiye’de) kahvehaneler, kendisini başbakan zannedip, Türkiye’yi kurtarmaya çalışan adamlarla doludur.” [7]

“Bir mum yakmak karanlığa küfretmekten iyidir.

Karga her yerde eşit derecede siyahtır.” [8]

“Türkiye önüne bakmalı ve büyük oynamalıdır. Bunun için de tüm ülkeyi kucaklayacak ve heyecanlandıracak hedeflere ihtiyaç vardır.

İnsanlar hayalleriyle geleceğe demir atarlar. Gelecekten beklediğiniz bir şey varsa, hayata daha çok bağlanırsınız. Hedeflerinize erişme hayaliniz, geleceğe yürüyüşünüzdeki en büyük enerji ve motivasyon kaynağınız olur. Hedeflere varmak ise, sağlam bir strateji ve yol haritası ister. Sadece büyük bir sadakat ve heyecanla çalışmak, sizleri hedefe ulaştırmaz. Sarf edilen emeklerin amaca doğru, iyi koordine edilmesi gerekir.” [9]

“ ‘Açık denizlere bakmak gözleri dinlendirir’ derler. Bunun mecazı daha doğru (bir ifadedir). Ufuk aydınlığı insanın gözünü de gönlünü de beynini de (dinlendirir).” [10]

Not: Bu konuşma, 06.11.2009 tarihinde TMMOB Şehir Plancıları Odası Antalya Şubesi’nin düzenlediği Dünya Şehircilik Günü 33. Kollokyumu’nda yapılmıştır.

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.halkapinar.gov.tr/ekremyaman

E-posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Mahz-ı Edep: Edebin ta kendisi

[2] Ahmet Turan ALKAN, “Köylülerden Özür Dilerim,” Zaman, 24.06.2000, s. 3.

[3] Yoksulluk, İnsan ve Kültür Vakfı Kitapçık Serisi: 2, Berke Yayın Eğitim Ltd. Şti., s. 3.

[4] Ahmet SELİM, “Hayretler İçindeyim,” Zaman, 19.01.2006.

[5] Atike ÖZER, “Sen Özelsin!,” 03.02.2009.

[6] Ahmet SELİM, “Üslûp ve Metot Yanlışları,” Zaman, 11.11.2005.

[7] Hekimoğlu İsmail, “Zamanın Kıymetini Bilmeyen, Zamanla Kıymetsiz Olur!..,” Zaman, 13.12.2008.

[8] Metin MÜNİR, “Zula Çağında Çin Atasözleri,” Milliyet, 08.11.2008.

[9] Prof. Dr. İhsan IŞIK, “2023 Türkiye Vizyonu,” Zaman, 20.08.2008.

[10] Ahmet SELİM, “Acılardan Ufuk Aydınlığına,” Zaman, 23.12.2005.