TÜRKÜLERİMİZ

GİRİŞ

Modern teknoloji insanın dış dünyasını imar etti, ancak iç dünyası hep tatminsiz kaldı. Bu dünyanın da tatmini gerekir.

İnsanoğlu için hayatta “bilinçli yaşamak, entelektüel bağımsızlık ve merak gerektirir.[1] Merak etmeyen için hayatta neyin önemi vardır?

Muğla yöresinin meşhûr “ormancı” türküsünü dinlerken yaşanmış trajik bir olayı âdetâ yeniden yaşarsınız. Türküde haksız yere ormancı tarafından öldürülmüş iki gencin acıklı hikâyesi anlatılır.

Gaziantep yöresinin Barak Türkmenlerinin “Ceren” türküsü ayrı bir lezzettir.

Repertuarında 3 bin türkü olduğunu bir televizyon programında kendisinden dinlediğim Belkıs AKKALE’nin o kendine has tarzı kolay ulaşılacak bir seviye değildir. İbrahim TATLISES’ in ağzından 1970’li yıllarda dinleyip doyamadığımız “Ayağında kundura” türküsü Anadolu insanının gönül zenginliğine has eşsiz örneklerdendir. Malatya Arguvanlı sanatçı Sebahat AKKİRAZ’ ı dinlerken âdetâ o içli söyleyişiyle türküdeki olayları yeniden yaşarsınız. Davut SULARİ’nin yetiştirdiği bu eşsiz sesi yakın bir geçmişte, 3 Mayıs 2004’de Mersin Kültür Merkezi’nde dinlemeye doyamadık.

Muzaffer SARISÖZEN, Nezahat BAYRAM, Nida TÜFEKÇİ, Neriman ALTINDAĞ TÜFEKÇİ isimleri Türk Halk Müziğinin ölümsüz isimleridir. Günümüz Türk Halk Müziği sanatçılarından bazıları akademik kariyer yapmakta, bürokrasi içinde zirvelere kadar tırmanmaktadır. Prof. Dr. Can ETİLİ ve Güzel Sanatlar Genel Müdürü Bayram Bilge TOKEL bunlardan iki örnektir. Can ETİLİ aynı zamanda avukattır. Neşet ERTAŞ ve Bayram Bilge TOKEL hakkında ilmî kitap yazılmış iki sanatçımızdır. Nesilden nesle sözlü nakille intikal ettirilen türkülerimiz Muzaffer SARISÖZEN’ in gayretiyle ilk defa koroya kavuşmuş, devlet radyolarında Türk Halk Müziği programları ve derleme çalışmaları planlı bir ivme kazanmıştır. SARISÖZEN merhumun bu konudaki emeklerinin hakkı ödenemez.

Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.[2]

Atatürk, millî kültürümüzün özünü teşkil eden folklor değerlerimizin derlenmesini ve araştırılmasını istemiştir. Halk türkülerimizin derlenerek kompozitörler eliyle işlenip senfonik eserler bestelenmesi üzerinde durmuştur.

 

TÜRKÜ NEDİR?

Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi’nin 6. cildinin 1482. sayfasında Nida TÜFEKÇİ’nin hazırlamış olduğu bölümde halk müziğinin özellikleri şu şekilde sıralanmıştır:

1-Sahibinin bilinmemesi,

2-Halk tarafından benimsenip onun ifadesine bürünmüş olması,

3-Kulaktan kulağa verilmek suretiyle hayatını sürdürmesi,

4-Gelenek haline gelmesi,

5-Zaman içerisinde derin bir geçmişi olması,

6-Hayatın ortak bir malı olması,

7-Mekân içinde yaygın olması,

8-Yöresel müzik ve müzik özelliklerini bünyesinde taşıması,

9-İddiasız olması,

10-Kişisel yapım olmaması.

Bu tespitler anonim olan türkülerimizin kıstaslarıdır. Aksi takdirde bu özellikleri taşımayan ezgiler türkü olarak kabul edilmeyecektir.

Şimdiye kadar çeşitli türkülerimiz bu özellikleri taşıyarak çalınmış, söylenmiş ve TRT repertuarına girmiştir. Ama şimdilerde bu kural ihlâl edilmektedir. Kuralın ihlâl edilmesi çağın getirdiği yeniliklerden ve “son sistem” iletişim araçlarından kaynaklanmaktadır.

Cahit ÖZTELLİ Evlerinin Önü isimli kitabında iletişim araçlarının hızlı gelişmesinin Türk Halk Müziğine etkisi hakkında şöyle diyor:

Bir türkü en kısa süre içinde yurdun en uzak yerlerine, dağda koyunlarını otlatan çobana varıncaya dek yayılmaktadır.

Bu hızla yayılma bir bakıma iyi olmadı denebilir. Toplumlar san’at isteklerini teknik araçlarla sağladıkları için yeni türküler pek az çıkıyor. Değişmeler hemen hemen olmuyor. Türküler bir merkezden yayıldıkları için de donmuş olarak kalıyor.

Bu haklı tespitin yanında günümüzde anonim türkü üretiminin durduğunu tespit eden ilgililer bu ihtiyacı “beste” ezgilerle karşılamaya başlamışlardır, türkü karakterindeki “beste” ezgiler sanki anonimmiş gibi gösterilerek TRT Kurulundan geçirilmiş ve halka sunulmuştur. Bu şekilde anonim olmayan ezgilere meşrûluk kazandırılmış, dolayısıyla bir aldatmaca döneminin de başlaması sağlanmıştır. Bu aldatmacayı tespit eden Yalçın Tura Türk Müziğinin Meseleleri isimli eserinin 47. sayfasında aynen şöyle demektedir:

Ne yazık ki, bilhassa 1940’lardan sonra Türk Musikisinin sadece halk musikisinden ibaret olduğu iddiası böl ve hükmet görüşünün ajanları ve yardakçıları tarafından bol bol işlenerek masum zihinler bulandırılmış ve sun’î bir halk musikisi icrası bilhassa radyonun da yardımıyla yaygınlaştırılarak yeni ve ayrı bir tür haline getirilmiştir. Halkın musiki zevki üzerinde son derece menfî tesirler yapan bu cereyan giderek çözülmesi müşkül bir mesele haline gelmiştir. Folklor malzemesi ile ciddî sanat mahsulü arasındaki fark gözden kaybedilmiş, giderek tükenen repertuar, yeni bestelerin derleme imişcesine sunulmasıyla şişirilmeye çalışılmış, hattâ bestekârı bilinen dış kaynaklı birtakım yeni mahnılar Kars folklorundan örnekler yutturmasıyla radyo mikrofonlarına getirilmiş, Kolhoz Kahramanı Süreyya için bestelenmiş şarkı, Doğu Anadolu türküsü yapılmak istenmiştir.

Şimdi yapılanın da bundan farkı yoktur. Kaynağı ve yapımcısı belli olan türküler anonim diye TRT repertuarından geçirilip vatandaşa sunulmaktadır. TRT Müzik Dairesi Nota Yayınları arasında 1190. sırada yer alan “Varıp Neylemeli Sılayı Gayrı” türküsü, 1989 Kasım ayında kaybettiğimiz Adana’nın halk müziğine emeği geçen diş hekimlerinden Çetin Ünal ÖZÜLKÜ’ye ait bir bestedir. Başka örnekler için Halil ATILGAN’ın Türk Halk Müziği ve Folklorla İlgili Makaleler isimli çalışmasının 222-230. sayfalarına bakılabilir.

“Âşık Veysel,

Sazım ben gidersem sen kal dünyada

Gizli sırlarımı âşikâr etme.’ diyerek, Türk Milleti için bağlamanın dertlerimize yoldaş, türkülerimizin de iyi bir sırdaş olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Halkımızın yaşama mücadelesinin dile ve sazın teline yansımasını sağlayan bir aynadır türkülerimiz. Onun içindir ki, Anadolu insanı düğününü, kara gününü, kınasını, yakınmasını, mizahını, taşlamasını, aşkını, gurbetini, gurbette çektiği çilesini hattâ sevgilisine sitemini turnanın nezdinde dile getirmeye çalışmıştır. Milletimizin gönül bahçesinin gülleri olan türkülerimiz, Çukurova’da bozlak, Şanlıurfa’da hoyrat, Aydın’da zeybek olmuş, gönüllerimize dolmuştur. Gönlümüzü dolduran türküler yâr üstüne, ayrılık üstüne, gurbet üstünedir.

Hâsılı türkülerimiz gün olmuş gönül almış, dert dinlemiş, çaya giden Gelin Ayşe’nin feryadını dile getirmiştir.

Türkülerde ana kucağının sıcaklığı vardır. Türkülerden sevdaların dumanı yükselir. Sevip de sevdiğine kavuşamayan âşıkların arzuları siğim siğim gözyaşı olur türkülerde.” [3]

Eledim eledim…” diye başlayan ve dinlerken burnunuzun direğini sızlatan türkülere, göbek ve kalça dansıyla eşlik eden kalabalıkları görüp, tarifsiz duygular içine sürüklendiniz mi hiç? Şarkı ile türküyü birbirine karıştıran sunucuların bunca cehâleti karşısında siz de

Bu derecede cehl sehl olmaz,

Ancak mürekkep yalamakla kazanılırmış.” diye kendi kendinize düşündünüz mü? Türk Halk Müziğinin anonim eserlerine kendi keyiflerine göre ilâveler yapan “üretken ve kabiliyetli müzisyen ve icracı”ların “yorum” adı altında yaptıkları türkü tahrifâtı türkülerimizi bozmuyor mu? Türkülerin güfteleri, bu toprağın insanının kıskançlığını, sevdasını, namus anlayışını ciltler dolusu kelâmın imbikten süzülmüş hâliyle anlatmıyor mu?

A benim ahtı yârim,

Başımın tahtı yârim,

Yüzünde göz izi var,

Sana kim baktı yârim? diyeceklerine, son iki mısraı değiştirip,

Eller bana acımaz,

Sen bari acı yârim.” diyenleri, günümüzün “yeni yetmeleri”ni Devlet televizyonu da “san’atçı” yaftasıyla halkımıza dinletiyor, türkülerin bozulmasından para kazananlara sadece seyirci kalıyor. TRT’de yıllarca “denetim” diye tutturan zihniyetin yerinde bugün yeller esiyor. “Ham çökelek” türküsü aynı âkıbeti paylaşmadı mı? Nasılsa “anonim”dir, sahibi yoktur diye aslı bozularak para kazanma metaı hâline getirilen türkülerimize sahip çıkıp, bu nezaketsizlere “Buna hakkın yok!” deme cesaretini kim gösterecektir?

Türkülerimiz, halkın iç âlemini yansıtan, beşikten mezara kadar bütün yaşayışını içine alan en dikkate değer edebî mahsullerdir. Onda halkın acıları, sevinçleri, aşkları, büyük bir sadelik içinde yüzyıllar boyunca, bütün canlılığı ile sürüp zamanımıza kadar gelmiştir.

Türkülerimizde millî musikimizin bütün özellikleri yaşamaktadır. Modern Türk Müziğinin doğuşu da ancak bu melodilerin ilmî bir görüşle tetkikinden sonra mümkün olacaktır.

Türküler, bazen tarih vesikalarından değerli olabilir. Tarihi konu edinen türküler, o devrin bilinmeyen olaylarını, halkın bu olaylar karşısındaki durumunu da aydınlatabilir.

Geleneklerle ilgili merasim (düğün, merasim eğlenceleri vb.) türkülerinde eski yaşayışın düzeni görülür.

Bu saydığım yönleriyle türküler, tarih, müzik, toplum, hayat, edebiyat bakımlarından iç ve dış yapıları ile daha ziyade önem kazanırlar.

Türküler ancak ait oldukları milletin ortak malıdır. Kesin delil ve belgeler bulunmadıkça türküler için yer ve zaman tâyini doğru olmaz.

Türkülerimizin önemli karakterlerinden birisi de tabiatla iç içe bulunmasıdır. Bu hâl halkımızın ruhundaki tabiat sevgisinin en canlı belgesidir. Denebilir ki, tabiat sevgisi milletimizi san’atkâr yapmıştır.

Türkülerimiz, halkımızın edebî ve ruhî varlığının canlı birer hazinesidir. Türkülerimiz lâyık olduğu derecede ele alınmamış, tetkik edilmemiştir.

Türkülerimiz;

1) Çoban ve tabiat türküleri,

2) Aşk türküleri,

3) Yiğitlik türküleri,

4) Tören (merasim) türküleri,

5) Karşılıklı türküler,

6) Oyun havaları,

7) Ninniler,

8) Ağıtlar (ölüm türküleri) başlığı altında 8 ayrı grupta toplanabilir. [4]

Türkü söylemek ruhî bir ihtiyaç olduğundan yeryüzündeki her halk türkü söyler. Türk folklorunun çok ilgi çekici türkülerinin benzerlerini Norveç tabiatı ve halk duygularını anlatan İbsen’in Gynte isimli piyesinde görmek mümkündür. Ayrıca Goethe Alman Halk Türkülerini toplayıp işlemiştir. [5]

Türk Halk Müziğini sevip de “Yozgat Sürmelisi”ni bilmeyen var mıdır? Merhum Nida TÜFEKÇİ’nin derlediği bu eser türkülerimiz içinde zirve bir eserdir. Nida TÜFEKÇİ eşi Neriman ALTINDAĞ TÜFEKÇİ ile birlikte 1953/1959 yılları arasında İstanbul’da Yurttan Sesler Kadınlar Topluluğunu kurdu. Yurttan Sesler Erkekler Korosu, 4 ses, 4 saz, Divan-Bağlama-Cura toplulukları da onun hâtırasıdır. UNESCO’nun hazırladığı Dünya Müzik Tarihi adlı eserin Türk Halk Müziği bölümünü yazdı. Memleket Türküleri isimli eseri 1963’de yayımlandı.[6]

Irak Türkmenlerinin türkülerini en güzel söyleyen şüphesiz Şanlıurfalı Türk Halk Müziği San’atçısı Mehmet ÖZBEK’tir. ÖZBEK Folklor ve Türkülerimiz adlı kitabında 50 adet Şanlıurfa türküsünün sözlerini vermiştir. [7]

Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Başkanlığının (MİFAD) Şanlıurfa’dan Derlenen Türküler ve Oyun Havaları isimli eserinde 39 adet türkü yer almaktadır.

Ben ve emsâllerimin çocukluğundan beri türkülerini dinleyerek büyüdüğü bazı THM sanatçılarının isimlerini zikretmek herhalde bir vefâ borcunu ödemek sayılır: Ahmet YAMACI, İzzet ALTINMEŞE, Nida TÜFEKÇİ, Neriman ALTINDAĞ TÜFEKÇİ, Şahin GÜLTEKİN Can ETİLİ, Saniye CAN, Yalvaçlı Ali CAN, Nezahat BAYRAM, Ahmet BAYRAM, Yücel PAŞMAKÇI, Yavuz TAPUCU, Soner ÖZBİLEN, Mehmet ERENLER, Ümit TOKCAN, Kâmil SÖNMEZ, Ramazan ŞENSES, Selahattin ERORHAN, Selahattin ALPAY, Özay GÖNLÜM, Ali Rıza GÜNDOĞDU, Sümer İZGÜ, Mehmet ÖZBEK, Ömer ŞAN, Bilge ŞAN, Tuğrul ŞAN, Bedri AYSELİ, Bedia AKARTÜRK, Muharrem ERTAŞ, Neşet ERTAŞ, Ürgüplü Refik BAŞARAN, Huri SAPAN, Nuri SESİGÜZEL, Ruhi SU ve daha nice isimler saz, söz ustası ve derlemeci olarak unutulmazlar arasına girmişlerdir. Fakülte dönem arkadaşım olup Kültür Bakanlığı Ankara Devlet THM Korosu Sanatçısı olan Salih TURHAN 300 halk ezgisi derlemiş, notaya almış ve bazısı ortak bu konuda 15 eser yayımlamıştır. Halil ATILGAN’ın Çukurova Türküleri isimli kitabını herhalde görmüşsünüzdür. Sadi Yaver ATAMAN, oğlu Adnan ATAMAN da folklor, türkü derlemelerinde önemli isimlerdir. “Hekimoğlu” türküleriyle tanıdığımız Ümit TOKCAN sahasında zirve isimlerden biridir.

Öğretmene varamadım,

Naylon çorap giyemedim,

Karyolada yatamadım.

Abum abum kız abum,

Sebebim sensin abum.” diyen bu Tokat türküsüne iyi kulak verelim. İnsanlık, tabiat karşısında tahribatının gücü ölçüsünde elde ettiği üstünlük yolunun çıkmaz sokak, hatta uçuruma açılan yol olduğunu fark edip, dün uğrunda çabaladığı nice şeyden bugün kaçar hâle gelmiştir. Nerede 25 yıl öncesinin naylon çorapları… “Naylon çorap giyemedim” diye hayıflanan genç kız hasretini türküye dökmüştür. [8]

Ahmet Hamdi TANPINAR Beş Şehir isimli kitabında türküyü şöyle tarif eder: “(…) ezik, eritilmiş kurşun gibi yakıcı ve yaktığı yerde öyle külçelenen türküler…[9]  

TANPINAR’a göre türküler, hayatın sürekliliği içinde bir yığın değişmeye rağmen daimi kalan, aslî yanımızı ifade ederler. Yazar Huzur isimli romanının kahramanı Mümtaz’ a şöyle söyletir: Mümtaz “Aç kapıyı bezirgân başı” diye türkü söyleyerek oyun oynayan kız çocuklarını görünce: “Nuran bu oyunu çocukluğunda muhakkak oynamıştı. Ondan evvel annesi, annesinin annesi de aynı oyunu oynamışlardı. Devam etmesi gereken işte bu türküdür. Çocuklarımızın bu türküyü söyleyerek, bu oyunu oynayarak büyümesi… Her şey değişebilir, hattâ kendi irademizle değiştiririz. Değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeylerdir.

Yazar, Huzur romanında Mümtaz’ a söylettiği bu fikirleri bir makalesinde aşağı yukarı aynı şekilde tekrar eder: Zamanın ritmi, yaşama zarûretiyle bizi değiştirse de hayat devam etmesini bilir. Bu türkülü çocuk oyunu yüzyıllar önce olduğu gibi şimdi oynanmakta, yüzyıllar sonra da oynanacaktır.” Tanpınar, “Her şey değişecek, fakat o kalacaktı ve olduğu gibi kaldığı için biz de, bir yığın değişiklik üstünden yine eskisi olarak kalacaktık.” der ve bu sürekliliği hayatın mucizesi olarak görür.

Halkımıza ve hayatımıza ne kadar yaklaşırsak o kadar mes’ut olacağız. Biz bu türkülerin milletiyiz.” [10] Bu sözleri Huzur’ da İhsan söyler.

Türkülerde ıstırap vardır, doğru. Fakat türkülerde sadece söyleyiş vardır. Onların “kederleri hakikî olsa insan kalbi yarım saat tahammül edemez. Burada bir kalabalıkla karşı karşıyayız. Tecrübe bir kişinin değil, bütün medeniyetindir.” [11]

Bizim insanımızın romanı türkülerde gizlidir. Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka Konya türkülerinden gitmelidirler. Yemen türküsü ile ona benzer türküler Anadolu’nun iç romanını yaparlar. “Di gel di gel da aaş gel!” diye atılan çığlıklar bu toprağın üstünde yaşayanların asıl romanını verirler. [12]

“ ‘Yaz gelende çıkam yayla başına,

Kurban olam toprağına taşına,

Zâlim felek ağu kattı aşıma.

Ağam, nerden aşar yolu yaylanın?’ diye başlayan bu acayip, kudretli ıstırap hangi ümitsiz gurbetten doğmuştur?”[13]

Gezi bağlarında bir top gülüm var” diye başlayan türkü ise hiç fark edilmeden yutulan bir avuç zehre benzer. [14]

Gençliğimizin her Kerkük türküsünde içinden bir şeyler kopmalı, kırılmalı, ezilmeli.

Eğer gözümüzün nurunu, alnımızın terini ve tecrübelerimizi bu genç ve verimli topraklardan esirgersek, yarın çiçeklerle gülümseyen baharlar yerine, ucu kanlı hançerleriyle sırıtan fırtınalar yaşarız.” [15]

Türkülerimiz de hayatımızın birer parçasıdır, bizden ayrılamaz. Çok meşhur Kerem ile Aslı hikâyemizin kahramanı Âşık Kerem Erzurum dağlarında kışa tutulur ve sevgilisi Aslı’ya şöyle seslenir:

Bir han köşesinde kalmışam hasta,

Gözlerim kapıda kulağım seste,

Kendim gurbet ilde gönül sılada!

Gelme ecel gelme üç gün ara ver,

Al benim sevdamı götür yâre ver.

Gönlümüze ve ruhumuza hitap eden bu lirik türkünün ardından okuyacağınız “Estergon Kal’ası” manzumesi, bizleri büyük mücadelemizin şuurunda birleştirecek kudrettedir.

Estergon kal’ası subaşı durak,

Kemirir içimi bir sinsi firak,

Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak!

Akma Tuna akma ben bir dertliyim,

Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım.

“Kâtip” türküsü, sözü ve ezgisi ile yalnız İstanbulluların değil, hepimizindir.

Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur,

Kâtibimin setresi uzun eteği çamur,

Kâtip uykudan uyanmış gözleri mahmur.

Kâtip benim ben kâtibin el ne karışır,

Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır.

“Havada bulut yok” türküsü imparatorluğumuzun son savaşları sırasındaki ıstırabı büyük bir sâdelik içinde dile getirir.

Havada bulut yok bu ne dumandır,

Mahlede ölen yok bu ne figândır.

Soğuksu, Kırım’da Sudak ilinde bir kasabadır. “Soğuksu” türküsü, Rusların kasabayı işgâlinden sonra yakılmıştır.

Biz gideriz Kırım’dan ey yâr ittifak idüp,

Aytır da ağlarım.

 

YEMEN TÜRKÜLERİ

380 yıllık hâkimiyetimiz sırasında Yemen, bizden çok daha fazla maddî imkânlar kazanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ise devamlı kaybetmiştir. Yüz binlerce şehide mezar olan Yemen toprakları, Anadolu’nun bağrını devamlı olarak dağladı; yakılan içli türkülerin dul gelinler, sıska öksüzler ağzından hicranla karışık dökülüşleri kalplerde acı bir tortu ve gözlerde ebedî gözyaşı bırakmıştır.

MIZIKA ÇALINDI

Mızıka çalındı, düğün mü sandın,

Al yeşil bayrağı gelin mi sandın,

Yemen’e gideni gelir mi sandın.

Tez gel ağam tez gel dayanamirem,

Uyku gaflet basmış uyanamirem,

Ağam öldüğüne inanamirem.

(Erzurum-Faruk KALELİ’den) 

Yemen’e gidenin dönmeyeceği bilinen bir husustu. Ancak hiç kimse bunun sebebini araştırmıyordu. Yalnızca “nedendir?” diye soruyor, ötesini Allah’a bırakıyordu:

HAVADA BULUT YOK

Havada bulut yok bu ne dumandır,

Köyde bir ölüm yok bu ne figândır,

Şu Yemen illeri ne de yamandır.

Ah o Yemen’dir gülü çimendir,

Giden gelmiyor acep nedendir?

Şu dağın ardında redif sesi var,

Sorun, çantasında acep nesi var,

Bir çift yemenisi bir de fesi var.

Ah o Yemen’dir gülü çimendir,

Giden gelmiyor acep nedendir?

Şu dağların ardı sıra gideriz,

Tüfek elde düşman için bekleriz,

Hatice’yle Fatma’yı da severiz.

Ah o Yemen’dir gülü çimendir,

Giden gelmiyor acep nedendir?

Bağrı yanık Anadolu insanı duygularını Yemen üzerine türküler yakarak, destanlar düzerek dile getirmiştir. Etraflı bir araştırma yapıldığı takdirde Yemen üzerine söylenmiş daha yüzlerce türkünün ortaya çıkacağı muhakkaktır.

Şu da bir gerçektir ki, dört yüz yıllık acı tortu bu halk türkülerinde açık seçik görülmektedir. Böylece dün ve bugün olduğu gibi yarın da bu acı tortu kalplerimizi yakacak, gözlerimizi sulandıracaktır. Yemen’den bize kalan hâtıra bu acı tortu ve gözyaşlarıdır! [16]

Yukarıda yapılan açıklamalar Selimiye hakkında Arif Nihat ASYA’nın aşağıdaki mısralarını hatırlatıyor:

Ne bir santim ileri ne bir santim geri,

Her taş beğenmiş konulduğu yeri.

Türkülerimizde de öyle değil midir?

 

AĞITLAR

Ağıtlar, insanoğlunun ölüm karşısında veya canlı cansız bir varlığını kaybetme korkusu, telaş ve heyecan ânındaki üzüntülerini, feryatlarını, tâlihsizliklerini düzenli düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türkülerdir. En az Hun Türklerinden itibaren ölü gömme ve yuğ törenlerine bağlı olarak ananesi zamanımıza kadar gelen ağıtlar, bir bakıma, ölen için söylenmiş medhiye demektir.

Tekirdağ’ın Yağcı Köyü’nde bir ninenin torunu için söylediği ağıt şöyledir:

Oy neye bakıyorsun,

Neye ağlamıyorsun?

Acıkmadın mı, susamadın mı?

Kurbanın olsun nenen!

Boş beşiğine nasıl bakayım,

Kimi koyayım nasıl katlanayım,

Nasıl dayanayım oy!

Erzurumlu bir avcı ava gider, dönüşte hasta olan karısı ve çocuğunun ölümü ile karşılaşır, feryada başlar:

Ağcadağ’a ava gitti vurmağa,

Av getirüp hatırını almağa,

Yavru kucağında memek vermeğe,

Kalk yârim sana geyik getirdim. [17]

Batı Trakya türküleri hakkında şair, yazar, araştırmacı öğretmen Reşit SALİM ve müzisyen Osman Hüseyin ARDA’ nın ortak çalışması; üzerinde durulması, tartışılması, yorumlanması gereken bir eserdir. [18] Bu eser Batı Trakya coğrafyasında kitaplaşabilen halk edebiyatı alanındaki ilk eserdir.

 

NAZIM ŞEKLİ OLARAK TÜRKÜLER

Nazım şekli bakımından türküleri belirli bir tip halinde göstermek zordur. Halk, besteli ve acıklı olan her şiire türkü adını vermektedir. Ancak türkü denebilecek parçaları, mani ve koşmalardan ayırt edecek en çok rastlanan biçimi aşağıdaki gibidir:

                                   a                                                                     b

                                   a          (Hane)                                     b          (Hane)

                                   a                                                                     b

                                   k          (Kavuştak)                               c          (Kavuştak)

                                   k                                                                     c

Bu en çok görülen şekli ile türküler, üç mısralık bentler ve onlara ekli iki mısralık kavuştaklardan meydana gelir. Bend, mısraları kendi aralarında; kavuştaklar, bazen her bendin sonunda değişir, bazen de nakarat halinde olurlar. Bazı kavuştaklar ise tek mısradan ibarettir. Çoğu türküler, halkımızın sevdiği (yedili, sekizli, on birli gibi) hece kalıpları ile söylenmişlerdir. [19]

Genel olarak türkü denilince, usullü, ritimli sözlü halk ezgileri anlaşılır. Oysa ezgileri dikkate alarak türküleri inceleyecek olursak karşımıza iki tip olarak çıkarlar. 1-Usulsüz olanlar, 2-Usullü olanlar.

Usûlsüz olanlara uzun havalar diyoruz. Uzun havalar ezgilerine göre çeşitli isimler alırlar. Bozlak, Divan, Hoyrat, Kayabaşı, Maya, Çukurova, Garip, Kerem, Kesik, Müztezat, Aydost, Engin, Türkmeni v.b. çeşitli uzun havalar ağız denilen mahallî üslûplarıyla da birbirlerinden ayrılırlar. Şanlıurfa ağzı, Kerkük ağzı, Erzurum ağzı gibi.

Usûllü olanlara yani belli bir ölçü ve ritmi olan türkülere Şanlıurfa’da kırık hava, Konya’da oturak adı verilir. Ayrıca türküler bölgeden bölgeye ezgilerine ve ölçülerine göre değişik isimler alırlar. [20]

 

FOLKLOR NEDİR? BU SAHADA NELER YAPILMALIDIR?

Folklor denince ülkemizde halk müziği ve halk oyunları anlaşılmaktadır.

* Derleme çalışmalarına ağırlık verilerek zaman geçirmeden folklor değerlerimiz ilmî metotlarla derlenmelidir. Derleme çalışmaları yalnızca MİFAD personeline bırakılmamalı, üniversiteler ve gönüllü derleyiciler de bu çalışmalara katılmalıdır.

* Kendisinden çok sayıda kaliteli derleme yapılan kaynak kişiler himaye edilmelidir.

* Folklor dernekleri denetim altına alınmalı, çalışmalarına yön verici eğitim seminerleri ve paneller düzenlenmelidir.

* Halk şairleri desteklenmelidir.

* Türk Folkloru ile ilgili Türkçe ve yabancı dillerde bol yayın yapılmalıdır.

* Türk müziği Devlet Konservatuarı’nda Türk Halk Oyunları Bölümü açılmalıdır.

* Halk oyunları ve türkülerimizi illere mal etme anlayışından vazgeçilmesi gerekir.

* Türkçe üzerindeki aşırı müdahaleler halk edebiyatımızı okunmaz bir edebiyat durumuna düşürmüştür.

* Üniversitelerin Halk Bilim kürsüleri folklorun çeşitli dallarında uzmanlaşmış ilim adamlarıyla takviye edilmelidir.

* Okullarımızda Halk Müziği eğitimi üzerinde yeterince durulmamaktadır.

* Devlet Halk Müziği Korosu’nun kuruluşunun tamamlanarak bu konuda en güzel örneklerin verilmesi gereklidir. [21]

 

TOPLUMLAR MİLLÎ KÜLTÜRLERİ İLE VAR OLMAKTADIRLAR

Üretim teknolojinin hızla gelişmesi, kitle iletişim araçlarının aynı anda bütün ülkelerdeki etkisi sonucu, millî kültür olgusunun geleceğini tehlikeye düşürmektedir.

Günümüzde, yöneticiler, politikacılar, eğitimciler, bilim adamları, sanatçılar bilmelidirler ki, milletleri birbirinden ayıran coğrafya sınırları artık önemini yitirmektedir. Toplumların kültürel kimliklerini belirleyen millî kültürleri veya folklorları daha da önem kazanmıştır.

Kültürel kimliğimizi koruyarak, maddî ve manevî birlik içinde varlığımızı sürdürmek zorundayız. Atatürk’ün dediği gibi, “millî varlığımızı devam ettirmek istiyorsak millî kültürümüze ve folklorumuza sahip çıkmalıyız.

Bunun etkili yolu da, folklorun eğitim sistemimizin her seviyesinde uygulanabilen bir disiplin haline getirilmesidir. [22]

Not: Bu makale, İçel Sanat Kulübü Aylık Bülteni’nin Mayıs-Haziran 2004 tarih ve 128. sayısının (30-31.) sayfaları arasında özet halinde, Yeni Gazete’nin 08.07.2004 tarihli nüshasının 4. sayfasında, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 15.05.2006, 22.05.2006, 29.05.2006, 25.01.2010, 01.02.2010, 08.02.2010, 15.02.2010 tarih ve 164, 165, 166, 332, 333, 334, 335 sayılı nüshalarında, Selam Gazetesi’nin 08.08.2007-13.08.2007, 14.08.2007, 22.08.2007, 23.08.2007, 24.08.2007, 27.08.2007, 28.08.2007 tarih ve 912-917, 918, 925, 926, 927, 929, 930 sayılı nüshalarında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı

 

 

KAYNAKLAR:

1-                  Müzik Ansiklopedisi, 4 cilt, Sunem Matbaası, 1985.

2-                  Nazif AKGÜN, Tülin DEĞİRMENCİ, Isparta Folkloru 1, Süleyman Demirel Üniversitesi Yayın No: 7, Ankara, Fersa Matbaası, Ekim 2000.

3-                  Halil ATILGAN, Ceyhanlı Âşık Ferrarî Hayatı, Şiirleri, Türküleri, Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları: 264, Halk Edebiyatı Dizisi: 54, Ankara, 1997.

4-                  Halil ATILGAN, Çukurova Türküleri 1, Adana Valiliği Yayını, Ankara, Burcu Ofset, 1998.

5-                  Halil ATILGAN, Türk Halk Müziği ve Folklorla İlgili Makaleler.

6-                 Kubilay DÖKMETAŞ, Salih TURHAN, L. ÇELİK, Notalarıyla Türkülerimiz ve Hikâyeleri.

7-                  Cahit ÖZTELLİ, Evlerinin Önü, II. Baskı, Özgür Yayıncılık, 1983.

8-                  Yalçın TURA, Türk Müziğinin Meseleleri.

9-                  Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. 6, s. 1482, THM maddesi.


[1] Selçuk ÖLÇER, “Bilinçli Yaşamak,” Hâkimiyet Gazetesi, Sayı: 17026, 12 Mayıs 2004, s. 1.

[2] Atatürk

[3] Dr. Halil ATILGAN’ın bir eserinden iktibas olup kaynak eserlerinden bu makalenin hazırlanmasında yeterince istifade edilmiştir.

[4] Cahit ÖZTELLİ, Halk Türküleri, 4. Baskı, Varlık Yayını Türk Klasikleri: 15, 1959, s. (3-9).

[5] Abuzer AKBIYIK, Sabri KÜRÜKÇÜOĞLU, Folklor (Halkbilim) ve Şanlıurfa, ŞURHOY Yayınları: 1, Şanlıurfa, Altındağ Matbaası, s. 35.

[6] Durali DOĞAN, Yozgat Şair ve Yazarları, Yozgat İl Özel İdare Müdürlüğü Kültür Yayınları Dizisi: 1, Ankara, Aslımlar Ofset Tipo Matbaası, 1988, s. (377-378) iktibas Yurt Ansiklopedisi Yozgat maddesi, c. 10, s. 701’den.

[7] Abuzer AKBIYIK, Salih TURHAN, Sabri KÜRÜKÇÜOĞLU, Osman GÜZELGÖZ, Kubilay DİKMETAŞ, Şanlıurfa Halk Müziği, Şanlıurfa Valiliği Yayını, s. 29.

[8] Galip ADIYOK, “Naylon Çorap Giyemedim,” Cemre Dergisi, Sayı: (2-3), 1995, s. 18.

[9] Ahmet Hamdi TANPINAR, Beş Şehir, İstanbul, 1969, s. 103.

[10] Ahmet Hamdi TANPINAR, Huzur, s. 275.

[11] Ahmet Hamdi TANPINAR, Huzur, s. 275.

[12] Ahmet Hamdi TANPINAR, Huzur, s. (56-57).

[13] Ahmet Hamdi TANPINAR, Beş Şehir, s. 55.

[14]TANPINAR, Beş Şehir, s. 104; Cemal KURNAZ, “Tanpınar ve Türküler,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 44 (Mart 1984), s. (44-47).

[15] Tarık KILIÇARSLAN, “Atiye Şavkı Vuranlar,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 51 (Aralık 1985), s. (78-79).

[16] Şükrü ELÇİN, “Folklor ve Halk Edebiyatının Millî Birliğin Oluşmasındaki Rolü,” Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 351 (Temmuz 1992), s. (398-402).

[17] Reşit SALİM, Osman Hüseyin ARDA, Öyküsüyle Notasıyla Batı Trakya Türküleri, Gümülcine (Yunanistan), 1994.

[18] H. Fehmi GÖZLER, “Yemen Denen Bilmece ve Halk Edebiyatımızdaki Yankıları,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 41 (Ağustos 1983), s. (35-38).

Redif: Eskiden askerlik ödevini tamamlayarak salıverilen ve yedeğe geçirilen erlere verilen ad.

[19] Türkiye Gazetesi Rehber Ansiklopedisi, C. 13, s. 60.

[20] Abuzer AKBIYIK, Folklor-(Halkbilim) ve Şanlıurfa, s. (34-35).

[21] Nail TAN, “II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi’nin Ardından,” Millî Kültür Dergisi, C. 3, Sayı: 3 (Ağustos 1981), s. (61-64).

[22] Taciser ONUK, “Folklor Sanat İlişkileri,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 58 (Eylül 1987), s. (95-96).