TÜRKİYE’DE DEVLET TEŞKİLÂTININ ISLAHINA YÖNELİK BAZI TEKLİFLER

Türkiye’nin her kademesinde bir laçkalık, seviye erozyonu, eskilerin tâbiriyle su-i tefehhüm ve tefessüh hâkim hale gelmiştir.

Mecelle’nin 39. maddesi, “Zamanın değişmesiyle hükümler de kendiliğinden değişir.” der. Devlet hayatında istikrar hiçbir düzenlemenin zaman içinde değişmeyeceği mânâsına gelmez. O halde değişmek zamanın getirdiği bir zarurettir.

Şu anda Türkiye’de aşağı yukarı her kesim fetretin dibe vurduğu bir zaman diliminin içinde yaşamaktadır. Bu fetret döneminin sonrası Türkiye için yeni bir yükseliş devresi olacaktır. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Bu aydınlık ve ümitvâr olduğumuz geleceğe devlet yönetimini şimdiden hazırlamak lâzımdır.

Türkiye’de hâlâ iç dengeler bir türlü gerçekleştirilememiştir, içtimai uzlaşma sağlanamamıştır. Bu yolda hayli mesafe alınmıştır ama yetmiş yıl geçmiş olmasına rağmen istenilen seviyeye ulaşılamamıştır. Bu konuda hepimiz tek tek sorumlu ve vebal altındayız. Ülkemizde yaşayan herkes ve her zümre üzerine düşen görevi büyük bir sorumluluk bilinci içerinde gerçekleştirmek zorundadır. (1)

Birçok aklı başında insanın dediği gibi kanaatimce “Türkiye’de problem tabanda değil tavandadır.” (2)

Devlet konusunda ciddiyete ihtiyacımız vardır. Gidişimiz tehlikelidir, zira “Devlet sorumluluğu” ve “Ferdî sorumluluk”tan uzak düştük. Politikacı şöhreti adına heba ettiğimiz değerlerin yanı sıra yakıp yıktıklarımızın hesabını ve muhasebesini yapmaya ihtiyacımız vardır.(3)

Müstebit idare düşünce ve hür aklı öldürür. Baskı ve istibdat kimden, nereden ve nasıl gelirse gelsin toplumda düşünce hürriyetini yok eder, tarih boyunca çeşitli medeniyetler inşa etmiş olan hür insan aklı ve iradesini kökünden kurutur, sosyal, iktisadî ve hukukî hayatı donuklaştırarak çağın icaplarının gelişme ve seviyesinin gerisine iter. Türk münevveri ve bürokratı da hür, demokratik Batı toplumunun kıymetli bir üyesi olarak, her şeyi rahatça düşünen, söyleyen ve yazan Avrupa münevveri ve bürokratı gibi, yaptığı hizmet sırasında rahat, huzurlu ve cesur olabilmelidir.

Vatandaşın, yönetimden kesinlikle yalıtılmış mevhum bir alanda tutulmasına son verilmeli, işe adlî yargıya jüri sistemini ilâve ederek başlamalı, vatandaşın devlet hizmetine iştiraki yargıda da sağlanmalıdır.

Ülkemizin sorunlarına bürokratlarımızın getirdiği pratik ve uygulanabilir çözümler ve hazırlanan reform paketleri çeşitli zamanlarda siyasî otorite tarafından birçok sebep ve endişelerin tesiriyle uygulamaya konulamamıştır.

Çocuklarına helâl rızk yedirmek ve alın teri ile onları doyurmak isteyen memuruna yeterli maaşı veremeyen devletimiz; ölüm, emeklilik ve istifa ile boşalan kadrolardaki boşlukları gözden geçirerek uzun zaman içinde memur sayısında azaltma yaparak ücret artışı sağlamalı, bunalan insanlara bir çıkış kapısı aralamalıdır. Dünyanın gelişmiş ülkeleri bu sıkıntıyı böyle aşmışlardır.

Osmanlı Devleti azınlıklara bugün bizlerin öz yurdumuzda sahip olamadığımız en geniş anlamda din, inanç, ibadet, düşünce, can, mal, ırz ve ticaret emniyetini çağdaş demokratik ülkeler seviyesinde sağlamış ve bu hakları garanti altına almıştı. Geçmişten ibret almaya ihtiyacımız vardır. Güzelliklere karşı gözlerini, doğrulara karşı kulaklarını, insanlığa karşı vicdanlarını kapatanların bolca bulunduğu ülkemizde çağdaş demokratik değerlere kavuşmamızı sağlayacak reformlar ancak liyakatli, işinin ehli, yetişmiş insanlar marifetiyle yapılabilir. Diğer yandan günümüz Türkiye’sinde bazı kesimler “Selâmın rüşvet değil diye almadılar.” diyen Fuzuli’nin devrindeki yolsuzluklardan fazlasıyla çalkalanmaktadır. Bu yüzden milletin ve devletin beraberce mesafe kazanması lâzımdır. Millet ile devlet arasında uçurum olmamalıdır.

Niye ülkemizde birtakım insanlar kendilerini devletin savunucusu, başkalarını da devletimizin karşısında yer alan kişiler olarak görüyorlar? Bu sorunun cevabı devlet teşkilâtında nemelâzımcılığı ortadan kaldıracak, hizmet yapmak isteyen herkese sorumluluk yükleyecektir. Türkiye’de milletinden kopmuş, milletinin karşısında, milletine yabancı ve beceriksiz yönetimler var oldukça mevcut yapının ıslâhı mümkün değildir.

“Türkiye,(son 15 yıldır) devlet sistemindeki birçok müessesenin işlemediği, her yıl başkanlık sisteminin (rejim tıkanıklığına) çare diye ortaya getirilerek tartışıldığı bir ülke haline geldi. Bu kadar yoğun problemlere rağmen milletimiz, Türk Devleti’nin sıkıntılarını aşabilecek güçte olduğu inancını şu ana kadar hiçbir zaman kaybetmedi. Çünkü insanımızın bu potansiyele sahip olduğunu biliyor.

Toplumda süregelen bütün tartışmaların iyiye, güzele, gelişmeye dönük bir arayışın ürünü olduğunu da unutmamak gerekir.”(4)

Bir tespite göre, kitabın ihtiyaç listesi içinde 160. sırada yer aldığı ülkemizde iki yakası bir araya gelmeyen memur milletin başına hem problem olmuş, hem de problem üretmiştir. Üreticiliğin böylesine can mı dayanır? Bütün kapitalist âlemde olduğu gibi ülkemizde de para, para kazanmakla kalmadı, değer de kazandı. Paranın kazandığı değer, pek çok değeri silip, süpürdü. ”Benim memurum işini bilir.”mesajı zayıf iradeleri parayla, rüşvetle satın aldı, devlet kadrolarını rüşvet dehlizine attı. Dinin vicdanda, imanın kalpte, faziletin hafızada mahkûm edildiği bir ülkede paranın yön verdiği insanlara hiçbir mukaddes değer, hiçbir kanun, nizâm yön veremez hâle geldi. Devlet kadrolarındaki bozulma böylece had safhaya ulaştı.(5)

Türkiye’de toplum politikacının önüne geçmiş ve koşar hale gelmiştir, ancak Ankara bu gelişmelerden haberdar değildir. Türk Milleti bugüne kadar giydiği gömleği artık yırtıp atmıştır. Şimdi yeni bir gömlek arayışına başlamıştır. Toplumun cevvaliyetine karşılık ülkemizdeki yöneten azınlık yönetilen çoğunluğu her zaman kendisinden uzak tutmuş, hiçbir zaman milleti yanına almayı düşünmemiştir. Türkiye’deki yöneten azınlığın millete şüphe ile bakması ve toplumdan korkması, ürkmesi, milleti tehlikeli bir unsur ve güdülecek bir sürü gibi görmesi teknoloji çağı devlet anlayışına ters bir anlayıştır, tavırdır. Ankara halen bir rüyâ âleminde milletinden kopuk kendi halinde yaşıyor.

Devlet mes’eleleri hakkında “siyasî mantık yürütme”yi bile yasakladığımız devlet memurunu sadece masa adamı gibi görmekten artık kurtulmalıyız. Devlet menfaatleri hakkında söz söylemek isteyen bırakalım fikrini açıklasın. Bulunduğu her mekânı hizmet zemini telâkki eden memleket sevdalılarına devlet göğsünü açmalıdır. Hâlden ziyade istikbâli soluklayan nice cevher gün yüzüne çıkartılmayı bekliyor. Türkiye için zaman artık hamasetle lâf değil, gayretle iş üretmek zamanıdır. Çünkü dünyada artık söz sahibi olacaklar için aranan tek şart günümüz şartlarında kişinin âyinesi iş olmaktan ibarettir. Lâfazanlığın iki yüz yıldır hezimetini yaşayan Türk Milleti’nin boş lâfa karnı tok, ama hizmete her sahada ihtiyacı vardır. Güzel ahlâk, dürüstlük, güvenilir ve doğru sözlü olma, merhamet, şefkat, dostluk, arkadaşlık, vefa, dayanışma ve yardımlaşma, hayırda, iyilikte, güzeli elde etme gayretinde yarışma gibi nice insanî hasletlerle mücehhez emsâlsiz şahsiyetleri devlet hizmetinde ön plâna çıkarma konusunda millet olarak lâfa değil, temsile ihtiyacımız vardır. Şekil değil, artık öz öne çıkarılmalı, şekilcilikten vazgeçmeliyiz.

Dil, din, tarih, vatan, millet, milliyet, bayrak şuurunu insanımıza kazandırmadan mes’elelerimizin hiçbiri halledilemez; durmadan mes’ele üreten tezatlar içinde millet olarak bir buhrandan diğerine sürüklenir dururuz. Günümüz Türkiye’sinde siyasiler önlerine koydukları hedeflerin çok uzağındalar. Ufuksuzluk, projesizlik yarınsızlık vizyonuna sahip politikacılarımızın millete sundukları meyveler çok acı. Oysa Millet olarak çoktandır.”büyük düşünme” yi unutmuştuk; zihnimizi ve ufkumuzu çemberleyen onca alelâdeliğin ortasında bize kürevî heyecan ve perspektif açanlara (6) ve açacak olanlara ne kadar muhtacız. Bir toplumda “mükemmel fertlerin sayısı arttıkça mükemmel bir millet teşekkül eder, o millet makro planda değişiklikler yapabilir. Kurtuluş ferdî inkişâftadır.”(7)

Çalışan ve üreten insanlar devlet kadrolarında bir yerlere gelmelidir. Devlet kendinden emin olmalı, bünyesinde çalışanları serbest bırakmalı, baskı altına almamalıdır. Devlet adamı sorumluluğu içinde hareket eden, memleket mes’elelerine karşı son derecede duyarlı, nazik ve nezih nice değer sistemin dişlileri arasında heba olup gitmektedir. Türkiye, başarının ve hizmet insanlarının cezalandırıldığı, belki de dünyanın tek ülkesidir. Vehimlerini kanun zannedenler, memleket yararına yapılan, her türlü hayır, güzellik ve hizmetleri tükenmek bilmeyen kibirlerine yediremeyenler, her doğruyu sadece kendisinin bildiğini, kendi dışındakilerin daima yanlış yapacağını karakterleri haline getirenler, her gün akşam yatağa tenkitle yatıp tenkitle kalkanlar ve çokbilmişler ülkesi oldu ülkemiz. Ülkemizin geleceği ile ilgili her olumlu gidişatın karşısına sürekli olarak birileri çıkmıştır. Bunlar genelde bizim gibi konuşanlardan, bizim gibi olanlardan seçilmiştir. Devlet, elbette bir gün halktan yana, kanundan yana, aklın emrettiği çizgide yer alacaktır. Millet olarak ümit, bizim ekmeğimizdir. Ama bizim ömr-ü perişanımız birçok güzelliği görmeye herhâlde vefa etmeyecektir. (8)

Çinlilerin bir sözü vardır: “Kişi gittiği yere kendisini de beraberinde götürür.” Yetişmiş insanların hizmet farklılığı yetişme ve eğitim kalitesinde gizlidir.

“Akli yönetimler bir problemle karşılaştıkları zaman onu en makûl tarzda, yani bir daha problem teşkil etmeyecek şekilde çözer. Çıkması muhtemel (olan) yeni problemlere yönelirler.” (9) Ülkemizde ise reform ismiyle gündeme gelen faaliyetlerin çoğu sonuçlandırılmadan devlet mekanizması tarafından gündemden çekilir. Zamanı geldiğine inanılan bir vakitte ısıtılarak tekrar tekrar aynı şeyden gündem maddesi yapılır. Çünkü iyi niyet ve basiretten uzak olan bu tür teşebbüslerin sadece insanımızı oyalamak adına yapıldığı kanaati artık toplumda hâkim olan düşüncedir. Türkiye’nin esas meselelerinden birisi “kötü idare edilmesi”dir. Yönetim ve politikacı kadroları genel olarak vatandaşa güven vermiyor. Yani vatandaş politikacı ve idarecisine yeterince güvenemiyor. Ortada bir güven sarsıntısının varlığı hissedilmektedir. Her sahada olduğu gibi politika ve idare sahasında da mesleğin icaplarından ziyade şahsî menfaatlerini ön planda tutan insanlar vardır.

 

TAŞRADA DEVLETİ GÜÇLENDİRMEK ÜZERE ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER KONUSUNDA BELLİ BAŞLI ÖNERİLER

Merkezî hükümetin taşra teşkilâtlanmasını sıkıntıya sokan ilk problem, İl İdaresi Kanunundaki âmir hükme rağmen, daire âmirlerinin tayininde valilerin görüş ve teklifleri yerine günümüzde siyasî parti başkanlarının görüş ve tekliflerinin üst mercilerce dikkate alınması ve bu yolla taşra teşkilâtının neredeyse yardımcı hizmetliye kadar politik nüfuz alanına açılmasıdır. Devleti vali ve siyasetçi arasında tercih ikilemine sokmak fevkalâde büyük bir hatadır. Halk nezdinde hem valinin otoritesi sıfırlanmamalı, hem de taşrada mahallî halk temsilcisi ve halkın sesi olan politikacının istekleri göz ardı edilmeden adem-i merkeziyetçi bir taşra teşkilâtlanmasını sağlayacak olan ve yol, su, okul, sağlık, eğitim gibi hizmetlerin ifası konusundaki merkezî hükümet yetkileri taşrada valiye süratle devredilmelidir.

Zamanı, lüzumu ve faydası olmayan hiçbir sözün devlet mekanizmasında yerinin olmaması lâzımdır. Ancak yapacaklarımız söylenmeli ve söylediklerimiz de mutlaka hayata geçirilmeli, hayatın gerçeklerini göz ardı etmemelidir. Hâlbuki Türk idare hayatında yapılan seviyeli araştırmaların ortaya koyduğu idarî ihtiyaçlar politik karar mercilerince hep görmezden gelinmiştir. Bu cümleden olarak, kamuda reform ve yeniden yapılanma ile ilgili olarak TODAİE tarafından 1963 yılında tamamlanan ‘MEHTAP’(Merkezi, Hükümet Teşkilâtı Araştırma Projesi) ve 1991 yılında ikmal edilen KAYA (Kamu Yönetimi Araştırma Projesi) projelerinin öngördüğü uygulamaların ya hiç yapılmadığı veya çok azının gerçekleştirildiği bilinmektedir. Devlet idaresi geçmiş tecrübeleri yok saymamalı, ancak geleceğe göre kendini her zaman yenilemelidir. Yani devletin yüzü geçmişe değil, geleceğe dönük olmalıdır.

Politik baskılar sonucunda bürokrasi masasının başına sinmiştir. Politikacılar artık birtakım idarî tasarruflardan ellerini çekerek bürokrasiyi daha verimli ve aktif hale getirmelidirler. Siyasî otoritenin bürokrasi üzerindeki baskısı, teknik ve ilmî esaslara göre çalışma yapılması gereken kurallara kadar inmiştir. Bunun en çarpıcı misâli 1983 yılında çıkan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile bu kanunun bazı maddelerini değiştiren ve 1987’de yürürlüğe giren 3386 sayılı kanunla ihdas edilen Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu ve bölge koruma kurullarının siyasî otoritenin baskısıyla, Kültür Bakanının zorlamasıyla kültür ve tabiat varlıklarını koruyan değil, menfaat grupları ve rantiye çevrelerinin talepleri istikametinde bu değerleri âdetâ kullanan kurullar haline dönüşmesidir. Türkiye’nin Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz sahillerini gezen vicdan sahipleri buraların nasıl beton yığınlarıyla kaplanmak üzere parası olanlara peşkeş çekildiğini göreceklerdir. Türkiye sahillerinden yer kapma kavgası bütün hızıyla devam ederken yetkili merciler gelişmelere seyircidirler.

Türk kamu idaresi içinde liyâkat sistemi politikacının elinin tersiyle itilmiştir. Bu yüzden mevcut sistem neredeyse zekâ seviyesi yüksek olanların mutlaka bir şekilde elenmesini gerektirdiği için öne çıkıp kendilerini ifade imkânı bulamayan nice değerler köşeye bucağa itilmiştir. Devlet kendisine sadece emir kulu aramamalıdır.

Devlet kadrolarında “kaliteli insan”a, “başarılı insan”a ve “metodlu düşünme” kapasitesine sahip bürokrata dayanamayan, tahammül edemeyen politikacı “silik” ve “zavallı” insanlar aramaktadır.

Bürokrasimizde yapılan işlerin karma karışık yapısı; devlet müesseselerinin içine düştükleri laubalilik ve ciddiyetsizlikten kaynaklanmakta ve beslenmektedir. O halde bürokrasinin içinde de ıslahâta ihtiyaç vardır.

İdarenin merkez ve taşrada müessir kılınması için hizmet birimlerinin faaliyet ve etki alanları net bir şekilde belirlenmeli, birimler arası iç çatışmaya fırsat verilmemelidir. Günümüzde bunun en çarpıcı misâli istihbarat teşkilâtları arasında yaşanmaktadır. Tarihî eserlerimizi merkez ve taşrada takip altında bulunduran 14 ayrı yetkili merci vardır ve yetki karmaşası bu sahada da gözlenmektedir.

Çok kötü bir idarenin sorumluluğu altında idare edildiğimizi dost-düşman biliyor. Ülke olarak dünyadaki imajımız incir çekirdeğini bile doldurmayan, çok ilkel meselelerle uğraşan bir ülke konumudur. Oysa mükemmel bir sistemin temelinde yetişmiş insan unsuru ve onun liyakati ve ehliyete saygı vardır. Sistem emrinde çalışanların ve vatandaşlarının kılık kıyafetleri, dinî görüşleri veya ideolojileri ile uğraşmak yerine merkezine “mükemmel insan” faktörünü koyarak kendi sıkıntılarını aşma gayreti içine girmelidir. Yabancı dil bilen, bilgisayar teknolojisinden her işinde istifade edebilen, Türkiye’nin Kamu İdaresinin ıslahı için; evrensel standartları olan, kültürel değerlerini bilen ve onlara saygı duyan, vatanı için gece gündüz demeden durmadan çırpınan, didinen fedakâr insanlardan müteşekkil kadroların işbaşına gelmesi şarttır.

Devletin emrinde çalışanda aranacak ilk özellik dürüstlük olmalıdır. Dürüstlük; cesareti, ciddiyeti devlet hizmetine getirecektir. Türk devlet yapısında insana eşyayla, elbiseyle makam ve mevki ile kıymet verenler insan olarak değer vermedi. Kendisini başkasına, üstlerine beğendirme yarışına girenleri acaba milletimiz ne kadar beğendi?

Dernekler Kanununa koyduğumuz “politika yasağı” bile toplumun sivil teşkilâtlanmasının memlekete hizmet etme yarışı demek olan siyasetten insanımızı uzak tutma gayretinin bir tezahüründen başka nedir?

Devletini, milletini, vatanını, bayrağını, Türk Milletini çatısı altında tutan bütün değerleri seven ve yücelten insanlara yetki vermekten kimse korkmamalı, bu insanların vatanına hizmetinden devlet yönetiminin her sahasında istifade edilmeli, politik, sempatizan ve militan kadrolarından vazgeçilmelidir. Zira bir kimse insanı ne kadar biliyorsa her şeyi de ancak o kadar bilir ve tanır. İnsan, yetişmiş insan medeniyetin ölçüsüdür. O halde insan unsurunda kaliteyi olabileceği kadar yükseğe çıkarmaya mecburuz. Ülkemizin açmazı milletimizi meydana getiren asıl kitlenin inanç sistemi, zihniyeti, gelenekleri, yaşama biçimi hakkında genellikle kulaktan dolma bilgilerle fikir yürüten insanların devlet idaresinde fazlasıyla yer işgâl etmelerine rağmen içinde bulundukları garabet halidir. Bu memleketin idaresine talip olan insanların Türk’ü Türk ve Müslüman yapan değerleri bilmeleri, o değerleri sayıp, sevip yüceltmeleri şarttır. Devlet hizmeti ifa edenlerin hep bir fikri olmalıdır. Ülkemizin yüceliği! İdeal budur!

Türkiye’nin en büyük sıkıntısı politikanın kalitesiz olmasıdır. Politik istekler menfaat zemini üzerine inşa edilerek yöneticilerin önüne getirilmektedir. İnsanın kendi kendisini yenilemesi zaman içinde çok zordur. Karakter yapımızın oluşumundan sonraki ilâveler çok cüz’idir. O yüzden devlet kadrolarına seçilecek olanlarda iyi tahliller yapılması şarttır. Benim için asıl olan, Türkiye içinde yaşayan Türk insanının geleceği, mutluluğu, huzuru ve Türkiye’nin büyük, gelişmiş, müreffeh, bölgesinin lideri ve dünyanın önem verdiği bir ülke haline gelmesidir idealine sahip kadroların hasretini çekiyoruz. Devletler muvazenesindeki yerimizi ve bölgedeki itibarımızı yeniden kazanma arzusu taşıyan herkes, bu büyük milletin uluslar arası arenada bir köşeye sıkıştırılmasını hazmedemeyip, devleti ve milleti için bir karar alırken vatanını müreffeh kılmanın gayreti içine girmelidir. Ancak müesseselerin yenilenmesi, kendilerine çeki düzen vermeleri, onların içinde yer alan insanların fikirlerini hür bir ortamda ifade edebilmeleriyle mümkündür. Siyasetin ve düşünce ve konuşma hürriyetinin önünü tıkayan kanunî engeller ortadan kalktığı takdirde müesseselerde yenileşme beklenir.

Türkiye’nin her şeyden önce göstermelik bir eğitime değil, gerçek, derin ve çağdaş bir eğitime ihtiyacı vardır. Eğitim insanımıza içinde kullanabileceği ve öncelikle milletiyle ilgili bilgileri vermelidir.

Zamanı ve mekânı çok iyi bir organizasyon ve iş disiplini ile plânlayabilen vatana hizmet sevdalılarını çeşitli yollarla bezdiren sistem, insanımıza nefes aldıran, ümit bahşeden esintilerin bile önünü kesiyor. Bu hal zihniyetten mi, yoksa iş bilmezlikten mi doğuyor? Öncelikle sistemin tıkandığı her yerde bu soruya doğru cevabın araştırılması gereklidir. Sistem kendi kendini aşamayınca kendisini yenileyemiyor ve hantallaşan bürokrasi ile devleti atalete sevk ediyor.

Ceza hukukumuz devlet malını çalanlar açısından yeniden düzenlenmelidir. Ziya Paşa’nın Terkib-i Bendinde dediği gibi:

Milyonla çalan mesned-i izzetle ser-efraz,

Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir.”

hükmü hırsıza cesaret vermektedir.

Türk idarî yapısında ”İdarî gelenekler” in oluşmasına fırsat hazırlamalıdır.

Güçlü bir Türkiye’nin kurulabilmesi için her konuda olduğu gibi idarî sahadaki zenginliklerimizin de dününün, bugününün ve geleceğinin hesabını ve envanterini ortaya çıkarmak zorundayız.

Mülkiye akademisi” adıyla kurulacak bir müessese lisansüstü bir eğitimle mülkî idare âmirlerini üst kademe vazifelere hazırlamalı, tarihte “Enderun”un bıraktığı boşluğu doldurmalıdır.

Kamu idaresinin küçültülmesini sağlamak ve bürokratik çarkın işleyişine hız kazandırmak üzere, elektronik kamu yönetimine geçilmeli, devlet kuruluşları arasında resmî evrak yerine geçecek olan elektronik belge sistemi kurulmalı, böylece devletin istihdam kapısı olmaktan çıkarılması suretiyle işsizlik sigortası sisteminin kabulüne doğru devletin adım atması sağlanmalıdır.

Kamu yönetimi sistemimizde teftiş sadece “mevzuata uygunluk“ denetimi esasına dayanmakta olup çalışanın başarısı ve performansına dönük değildir.

İdarî tasarruflardan biri olan personel görevlendirilmede, kıdemden daha ziyade liyakate öncelik verilmelidir.

Ülkemizde çalışanlara ödenen ücret tespitinde verimlilik ve adalet esaslarına uyulduğunu tam anlamıyla söyleyemeyiz.

Devletin norm kadro ve iş tanımına uygun istihdam politikası genel olarak yoktur.

İşsizlik sigortası devletin üzerindeki siyasî gayeli istihdama yönelik politikacı baskılarını yok edecektir.

YETKİLER NİÇİN DEVREDİLMEZ?

* Yetki, idareciyi güçlü kılacak başak bir şey olmadığı için devredilmeyebilir.

* Yönetici, yetkiyi devrettiğinde lüzumsuzlaşabileceğinden korkabilir. Başka bir deyişle idarecinin ciddi bir uzmanlığı veya bilgi birikimi ve meslekî tecrübesi yoksa bulunduğu ve işgâl ettiği mevkiden aldığı gücü, otoriteyi ve yetkiyi devretmekten çekinebilir.

* İdareci, astlarını yeterince tanımadığı veya potansiyel, bilgi, tecrübe ve liyakatlerinden habersiz yahut yeterince tahkik etme imkânı bulamadığı için yetkilerini devretmeyebilir.

* Teşkilât içinde yetkilerin devredilmemesinden kaynaklanan sorunlar çıkmasını ve problem çıktığında da meseleyi çözen kilit adam olmak istediği için yetki devretmeyebilir.

* Psikiyatrik rahatsızlıklar olarak tanımlanabilecek bir hastalığın insanları aşağılama eğiliminin bir sonucu olarak idareci yetki devretmeme yoluna gidebilir.

* İdareci astlarının yetkiyi ele geçirmeleri halinde kendisinden daha iyi bir performans sergileyerek daha başarılı olabilecekleri korkusuyla da yetkiyi devretmekten kaçınabilir.

* Yönetici, kendisinin her şeyi en iyi bildiğini, her şeyi kendisinin yapabileceğini, her şeye kendisinin en iyi karar verebileceğini düşünerek yetki devrinden kaçınabilir.

* İdareci mevcut üst yönetim yetki devrini tasvip etmediği için yetki devretmeyebilir.

* Yönetici, bir türlü “ben merkezlilik” ten uzaklaşıp “biz anlayışı”na geçemediği için yetkiyi devretmeyi başaramayabilir.(10)

 

MERKEZDEN YÖNETİM VE AŞIRI MERKEZİYETÇİ İDARE

İdarecilerin başarılı olmak için güçlü müesseselere ihtiyacı olduğu hepimizin bildiği bir hakikattir. Sadrazamına “Sırrımı kavuğumuz bilseydi bu başı götürürdüm” diyen Fatih Sultan Mehmet’in gücünü Osmanlı Devletinin güçlü müesseselerinden ve kişiliğinden altığına şüphe yoktur.(11)

Toplumların varlığını sürdürmede vazgeçilmez nitelikteki sosyal müesseselerinden biri olan devlet kavramı 21. yüzyılın demokratikleşme sürecine uygun bir temayül göstererek küçülme ve yumuşama dönemine girmiştir. 20. yüzyılda klasik fonksiyonlarına(güvenlik ve yargı) ilâveten sosyal güvenlik ve ekonomik fonksiyonlar da yüklenerek cemiyet hayatının geniş bir alanını kuşatan devlet, 21. yüzyılda sosyal aktörlerin iktisadî, sosyal ve kültürel olarak kendilerini göstermiş olmalarının bir sonucu olarak, kendi tabiî alanına (güvenlik ve yargı) doğru çekilmeye başlamış veya sivil ve demokratik mekanizmalar tarafından belirli bir meşruiyet içine itilmeye mecbur bırakılmıştır. Büyük ve hayatın her alanını saran devletin şeffaf olamaması,, hızlı değişimler karşısındaki hantal yapısı ve çağımızın en önemli değer ölçüsü olan ”verimlilik” konusundaki bariz duyarsızlığı, pahalı ve kalitesi düşük ürünler üretmesi, iktisadî ve siyasî bunalımların çıkmasındaki doğurganlığı ve benzer sebepler yüzünden, “küçük devlet”in daha “kuvvetli devlet” olduğu tecrübesi , modern toplumların devlet olgusuyla ortaya çıkmıştır.

Toplumun, aile ve devlet şeklindeki sosyal teşkilâtlanmasında, bir taraftan “ss” daralırken, öte yandan da “otoritenin kullanımı“ merkeziyetçi eğilimlerden uzaklaşmakta, yetki merkezden taşraya devredilmektedir.

Modern devlet belirli bir ideolojisi ve siyasî tercihi olmadan, bütün içtimaî kesimler karşısında tarafsız, insan hak ve hürriyetlerine son derece saygılı, optimal bir amme hizmeti alanını(güvenlik ve yargıyı) kapsayan; lâkin hukuken maksimum kuvvete sahip olan, demokratik ve katılımcı bir üst seviyede karar mekanizması ve tatbikatçısı olarak ortaya çıkmaktadır.

O halde günümüz dünyasında, gelişmiş ve uygar milletlerle medeniyet yarışına katılabilmek için ”yetişkin aile fertlerinin” veya “içtimai güçlerin” de katkıda bulunabildiği katılımcılık kültürünü, hoşumuza gitse de gitmese de, bir an önce devlet yapımızdan başlayarak bünyemize sindirmek ve bu yeni vaziyete kendimizi hazırlamak mecburiyetindeyiz. (12) Dünyanın gidişi bu yöndedir.

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 18.04.2005, 25.04.2005 tarih ve 120, 121 sayılı nüshalarının 4. sayfasında yayımlanmıştır.

 

 

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı

Web: www.halkapinar.gov.tr/ekremyaman

e posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr

DİPNOTLAR:

1- Gaffar YAKIN, “Türkiye’nin Ümidi Müslüman Demokrat Hareket,” Yeni Mesaj Gazetesi, 19 Ocak 1998 tarih ve 53 sayılı nüsha, s. 8.

2- Yeni Mesaj Gazetesi, 19 Ocak 1998 tarih ve 53 sayılı nüsha, s. 9.

3- İlhan BARDAKÇI “Gizli Belgeler İşportada,” Zaman Gazetesi, 21 Ocak 1998 tarih ve 11900 sayılı nüsha, s. 2.

4- Musa ÇAKMAK, Mehmet SAKİN, “Düşünce Üretim Kurumları,” Zaman Gazetesi, 02 Şubat 1998 tarih ve 11912 sayılı nüsha, s. 14.

5- Hekimoğlu İSMAİL,”Kapitalizm,” Zaman Gazetesi, 03 Şubat 1998 tarih ve 11913 sayılı nüsha, s. 14.

6- A.Turan ALKAN “İbrahimi Bir Nükte,” Zaman Gazetesi, 14 Şubat 1998 tarih ve 11924 sayılı nüsha, s. 2.

7- Hekimoğlu İSMAİL, “Ülkelerin İniş ve Çıkışları,” Zaman Gazetesi, 14 Şubat 1998 tarih ve 11924 sayılı nüsha, s. 14.

8- Ali BULAÇ “Zaman Durağı,” Zaman Gazetesi, 20 Şubat 1998 tarih ve 11930 sayılı nüsha, s. 10.

9- A.Turan ALKAN “Derin Dondurucuda Buhran Saklamak,” Zaman Gazetesi, 21 Şubat 1998 tarih ve 11931 sayılı nüsha.

10- Melih ARAT “Yetki ve Organizasyonel Öğrenme,” Zaman Gazetesi, 17 Ocak 1998 tarih ve 11986 sayılı nüsha,.s. 2.

11- Hüseyin GÜLERCE, “Susurluk Tartışmaları Üzerine,” Zaman Gazetesi, 26 Ocak 1998 tarih ve 11905 sayılı nüsha, s. 11.

12- Prof. Dr. Feyzullah EROĞLU, “Devlet Kavramının Yapısal Değişimi,” Zaman Gazetesi 27 Ocak 1998 tarih ve 11906 sayılı nüsha, s. 2.