TÜRKİYE’NİN HUKUK SİSTEMİ HAKKINDA GENEL BİR DEĞERLENDİRME

 

Türk hukuk sisteminin geliştirilmesi adına şunlar yapılmalıdır:

Halkımız devletinden öncelikle iki şey istiyor; ülkenin kalkınması ve hukukun hâkimiyeti… Bunları bir yana bırakarak sun’î gündemler ve o gündemlere göre hedefler icât edip, halkı oyalamak sokaktaki vatandaştan Meclis’teki milletvekiline kadar herkesi sıkıntıya sokacaktır.

İnsanda yaradılıştan mevcut olan utanmak duygusu yitirilmişse; hürmet ve merhamet azalmışsa; ülkeyi bu duruma düşürenler hâlâ alkışlanıyorsa, alkışlar da def-i belâ kabilinden ise, Türkiye’de hangi kriz atlatılmış olacaktır? İçinde yaşadığımız hayat el birliği ile hazırladığımız kendi eserimizdir. Hadiseler insana her şeyi öğretiyor. Ancak tenkit etmenin vatan hainliği ile eş anlamlı hâle gelmesi, bizim gibi demokrasi kültürü yerleşmemiş az gelişmiş toplumların ürünüdür. Tenkide tahammülsüzlüğün kaynağı burada aranmalıdır. Büyük bir devlette her türlü insanın bulunması gayet normaldir. Herkes kendi hayatını yaşarken hukukun üstünlüğü sağlanır, fertler bu sayede rahat ederler. Bir Cumhurbaşkanının ağzından “Tek tip insan yetiştireceğiz” sözünü duymak ne talihsizliktir? Tek tip insan istemek milleti böler, devleti küçültür. Tek tip insan yetiştirmeyi Rusya, Çin ve onların peyki olan ülkeler 70 senelik inatçı bir mücadeleye, baskı, korku ve zulüm rejimine rağmen başaramadılar.  

Türk adlî sisteminde suç işlenmesine mâni olmak, suçu önlemek kaygısı yoktur. Sistem suçluyu yakalamak üzerine kurulmuştur. Millî eğitim sisteminin “iyi insan” yetiştirme mantığı üzerine oturmaması gibi sakat bir mantıkla adlî sistemin mantığı belirlenmiştir. Kendi ülkesinde işe yaramadığı için yurt dışına gidenler oralarda harikalar yaratıyorlar. Eğitim sistemimiz kaliteli insandan memleket yararına yeterince istifâde kapısını açmadığı gibi, siyasî sistemimiz de kendi kötülerini ayıklayacak mekanizmalardan mahrumdur.

 

Şimdi çağdaş dünya, alabildiğine Türkiye’yi gizli bir sömürge olmaktan kurtarmaya çalışıyor. Onun için “insan hakları” ile “hukuk devleti” kavramları üstünde duruyor.

Ülkemizde insan hakları ihlâllerinde önemli bir yer tutan kadına karşı uygulanan şiddette, basın şiddetten yakınan kadınları yem olarak kullanmaktadır. Şiddet ile toplum olarak mücadele etmemiz gerekiyor. Türkiye % 58 ile kadın dövmede dünyâ birincisidir. İçini boşalttığımız bütün değerler hayatımızdan bir, bir çekip gidiyorlar. Onların yerine ikame etmeye çalıştıklarımız ise, şiddetin ve bu şiddeti besleyen nefretin önüne geçmeye yetmiyor. Düne kadar övündüğümüz birçok özelliğimiz artık yok. İnsanların konuşturulmadığı, söz söyleme ve konuşmanın hemen cezalandırıldığı bir ülkede, şiddet en tehlikeli ifâde biçimlerinden biridir. Toplumun manevî merkezleri tahrip ediliyor. Sanki bir boşluk içinde yuvarlanıyoruz. Kutsal ve manevî bütün bağlar çözülüyor. Aslında ayaklar baş olmuş, farkında değiliz. Her şey tepe taklak olmuş durumda. Hürriyet; insanın fıtrî özelliklerini, kabiliyetlerini, aklını, yüreğini, iradesini; tekâmül yolunda, doğru, güzel, iyi, faydalı için geliştirip serbestçe kullanabilmesidir. Her fırsatta köstek olduğumuz insanımız ne kadar hürdür? İşsizlik, yolsuzluk, eğitimsizlik, haksızlık, akılsızlık, ahlâksızlık, hukuksuzluk ve kaza şampiyonu olunca, her değeri karalamak, herkese endişe ile bakmak yerine, hiç değilse, “Bir yerde büyük bir hata mı yapıyoruz?diye biraz insaf etmek gerekir. Suçluların yüzsüzlüğü, çığırtkanlığı, kendini temize çıkarma ve başkalarına çamur atma huylarını bu millet târihinde belki de hiç yaşamadığı kadar bâriz bir şekilde gördü ve gördüklerinden irkildi. Etrafı vaveylâya veren hırsızların tek hedefi kirli çehrelerini toz bulutu arkasına saklamaktır. Düşünmeye, aklın ve kalbin sesini dinlemeye kapalı, hâlleri vahşi çağların insanlarını hatırlatan gerilerin gerisindeki bu insanlar her çığlıklarında çağdaşlık ve gericilik naraları atarlar. Bizde “duruma göre bakmak” esas olduğu için kaba gürültü ortalığa bir anda hâkim olur. Günümüzde insanımız ve insanlık kendisini canavarca istismar eden, her gün ayrı bir girdabın ve sıkıntının içerisine sürükleyen idârecilerine, güç odaklarına, Roma’ya esir düşünce efendisinin bacağını bir işkence aletine koyarak sıkıştırması üzerine “Kıracaksın!” diyen Epiktetos gibi ikaz etmektedir, ama onların duymaya pek niyeti yoktur. Özellikle Anadolu insanı fevkalâde bir asaletle gülümsemekte, her gün ve her vesileyle mukaddes değerlerine hakaret eden, kendisini hakir gören, hiç ahvâlini sormayıp hep elindekini isteyen, kendi içinden çıktığı hâlde el adına ve elin ağzıyla konuşan zavallılara tahammül etmekte, hakikî medeniyetin bir hâl olduğunu, sahte süsler ve suretlerle kazanılamadığını ders vermektedir. Bugün dahi bu halk, yine tok gözlü, almayıp veren, yemeyip yedirendir. Temenni edelim ki, yakın zamanda arlanmazlar utanır ve bu necip milleti bütünüyle kırıp Epiktetos misâli, “Sana kıracaksın dememiş miydim?” sözünü söyletmeye mecbur bırakmazlar. Zira tahammülü yüksek olanın, “Yeter!” demesi başka olur. [1]

Zalimlerin zulmünün sınırı yoktur. Önce kurallarını koyarlar ve sonra da insanların en meşrû haklarına, günlük şahsî hayatlarına kadar müdahâle etmek isterler. Zillet gösterilirse, iştahları kabarır. Arkasından, arsız aslan misâli diş kirası talebi başlar. Zalimin kendi nefsinden başka hiçbir mantığı yoktur. Günlük hayatta bir kısım güçlere sahip olan, en küçük bir mekânda âmirliği eline geçiren insanlar, nefisleri, kaprisleri ve hırsları gözlerini kör edince karşılarındakine aynı zulmün benzerlerini yapabilirler. Orada artık tek mantık, güce hâkim olana teslimiyettir. İnsanların nelerine karıştığınıza bir dikkat edin!

Bize târihî hasımlığı ve düşmanlığı olanların dünlerinden etkilenmedikleri düşünülemez.

Profesör Burhan Kuzu’nun tespitlerine göre, normal dönemimiz olağanüstü hâl olmuş, Türkiye târihinin yüzde altmışını olağanüstü hâlle geçirmiştir. “Olağanüstü dönemlerde yargıya direkt müdâhale vardır. En bâriz örnek 12 Eylül döneminde Anayasa Mahkemesi üyelerinin Evren’i tebrik etmesidir.” diyen Nazlı Ilıcak’ın tespiti haklıdır. Bahri Öztürk’e göre de demokrasi tam olarak işlemediği için Türkiye’de yargı bağımsızlığından bahsetmek imkânsızdır. Olağan denilen dönemlerde bile demokratikleşebilmiş değiliz. [2]

Meselelerimizi kültür ve medeniyet bazında ele almalıyız. Türkiye’de antidemokratik yollarla alanı daraltılmış bir siyâset var. Türkiye, bundan on sene önce, bırakın küresel modernliği, geleneksel modernliğin de gerisine düşüp bir tür zaman dışı bir telâkkiye hapsoldu.

Türkiye’nin halksız, siyasetsiz, çözüm üretmeyen temel yapısını değiştirmesi gerekir.

Bugünkü sistemin en problemli ve demokratik parlamenter sisteme en aykırı yanı, askerî gücün MGK yapılanması ile yürütmeye ağırlık koyup, yetki kullanması ve bunun sonucu olarak da yasama organını güçsüz kılmasıdır. MGK ile ilgili olarak yapılan son Anayasa değişikliği yukarıdaki tabloyu değiştirecek nitelikte değildir. Yine bu kurulun kararlarının Bakanlar Kurulu’nca “öncelikle dikkate alınacağı” ibâresi yerine “değerlendirileceği” şeklinde yapılan değişiklik de mes’eleyi çözemez. Kelime oyunuyla sistemin muhtevası değişmez. 2945 sayılı MGK Genel Sekreterliği Kanunu’nun verdiği Anayasa dışı yetkiler ve asker bürokrat ağırlıklı Genel Sekreterlik yapılanması aynen muhafaza edilmektedir.

MGK’nda askerî güç siyasî iktidarı etkisiz, siyaset üretmeyen bir siyasî güçle birlikte kullanmakta, kurul üzerinden parlamentoya etkisini de sürdürmektedir. Askerî gücün kendi anlayışı içinde ülke mes’elelerine hâl çâresi olarak ürettiği çözümler, çözüm üretemeyen veya ürettiği çözümleri kabul ettirmekte acze düşen siyasî kadro karşısında tek ve alternatifsiz çözümler olarak kalmaktadır. Bu durumda MGK’da sivil siyasetçiler sadece görüntüde var olmaktadır. Demokratik bir sistemde MGK’na ihtiyaç yoktur. Mevcut devlet teşkilâtı ve uygulaması ile ne Cumhuriyetin gerçek anlamıyla var olması, ne Cumhuriyete demokratik nitelik kazandırılması, ne de fert-vatandaşın yaratılması imkân dâhilindedir.

Yine güçlü bir yargının bulunmayışı ve ifade hürriyetinin önündeki kanunî engeller de sistemin sorunları çözmesini engellemektedir. Bu mes’eleler halledildiği takdirde, İngiltere misâlinde olduğu gibi, Türkiye’nin çağdaş parlamenter sistemi uygulama şansı olabilir. Ancak bu sistemin uygulanabilmesi için de sağ ve sol kesimde parti içi demokrasisi işleyen, güçlü ve disiplinli iki büyük partinin varlığına ihtiyaç vardır. Ne yazık ki, askerî darbelerle törpülenen sistemin en kıdemli partisinin yaşı çeyrek yüzyıla bile ulaşamamıştır. Yani Türkiye’de siyasî partiler henüz müesseseleşememişlerdir.

Sonuç olarak Türkiye demokratik mücadele ve tecrübe birikimi bakımından çağdaş parlamenter sisteme yakın bir noktada bulunmaktadır. Ancak bu noktaya ulaşabilmesi siyasî partilerin gücü ve işleyişi ile doğrudan doğruya bağlantılıdır. Bu sebeple siyasî partilerin dağınıklıktan kurtularak sağda ve solda olmak üzere iki büyük partinin sistem içinde yerini alması mecburîdir. Ayrıca bu iki büyük partinin güçlü, demokratik, disiplinli ve halkla diyalog kanallarını sonuna kadar açık tutacak bir organizasyona sahip kılınması Türkiye için hayatî önemi haizdir.

Türk siyasî hayatında siyaset adamları, çözüm edebiyatıyla çözümsüzlük, değişim edebiyatıyla statükoculuğu savunuyorlar. Bu âlemde herkes, kendinden başka herkesi yok sayıyor. Kimsenin kimseden fikren bir şey almaya, kimsenin kimseye bir şey vermeye, yetişmiş insanların fikir ve projelerinden istifade etmeye niyeti yok. Herkes kendi payına düşenin statüsünü yahut kendi statüsünün meşrûiyetini, küllî şablondaki herkesçe malûm söylemle savunuyor. Kavganın, çekişmenin ardında böyle bir kilitlenme tükenmişliği ve çözümsüzlüğü yatıyor.

Her siyaset adamı dümeni bir özel uygulamayla bir tarafa çekmek istiyor da, kuvvetler bileşkesi dümeni sabit tutuyorsa; o oyundan her rol sahibi sorumludur! Milletimiz artık bu durumu seziyor. Koruyup esirgeyecek ve insanî değerleri her şeyin üstünde tutacak bir nirengi lâzımdır.

Dün ne yapıyor idiysek, bugün de aynı işe devam etmekten daha iyi bir ibadet olamaz. Kim ne yapıyorsa sadece düne göre daha güzelini yapmakla mükelleftir.

 

Not: Bu makale, Mersin Tercüman Gazetesi’nin 31.12.2007 tarih ve 234 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.mersintercuman.com

Ekrem YAMAN

Antalya Vali Yardımcısı

Web: www.halkapinar.gov.tr/ekremyaman

e.posta: ekrem.yaman@icisleri.gov.tr


[1] Mehmet Akar, Mesel Ufku, s. 169.

[2] Hamit Karalı, “Yargı Bağımsızlığı ve Medyanın Yargısız İnfazı,” Zaman, 25.01.2001, s. 15.