TÜRKİYE’DE MERKEZÎ VE TAŞRA İDARE TEŞKİLÂTININ REORGANİZASYONU

Toplumların varlığını sürdürmede vazgeçilmez nitelikteki sosyal müesseselerinden biri olan devlet kavramı 21. yüzyılın demokratikleşme sürecine uygun bir temayül göstererek küçülme ve yumuşama dönemine girmiştir. 20. yüzyılda klâsik fonksiyonlarına (güvenlik ve yargı) ilâveten sosyal güvenlik ve ekonomik fonksiyonlar da yüklenerek cemiyet hayatının geniş bir alanını kuşatan devlet, 21. yüzyılda sosyal aktörlerin iktisadî, sosyal ve kültürel olarak kendilerini göstermiş olmalarının bir sonucu olarak, kendi tabiî alanına doğru çekilmeye başlamış veya sivil ve demokratik mekanizmalar tarafından belirli bir meşrûiyet içerisine itilmeye mecbur bırakılmıştır. Büyük ve hayatın her alanını saran devletin şeffaf olamaması, hızlı değişimler karşısındaki hantal yapısı ve çağımızın en önemli değer ölçüsü olan “verimlilik” konusunda duyarsızlığı, pahalı ve kalitesi düşük ürünler üretmesi, iktisadî ve siyasî bunalımların çıkmasındaki doğurganlığı ve benzer sebepler yüzünden, ‘küçük devlet’in daha ‘kuvvetli devlet’ olduğu tecrübesi modern toplumların devlet olgusuyla ortaya çıkmıştır.

Toplumun aile ve devlet şeklindeki sosyal teşkilâtlanmasında bir taraftan ‘kaplanılan alan’ daralırken, öte taraftan da ‘otoritenin kullanımı’ merkeziyetçi eğilimlerden uzaklaşmakta, yetki merkezden taşraya devredilmektedir.

Modern devlet belirli bir ideolojisi ve siyasî tercihi olmadan, bütün içtimaî kesimler karşısında tarafsız, insan hak ve hürriyetlerine saygılı, optimal bir amme hizmet alanını (güvenlik ve yargıyı) kapsayan; lâkin hukuken maksimum kuvvete sahip olan, demokratik ve katılımcı bir üst seviyede karar mekanizması ve tatbikatçısı olarak ortaya çıkmaktadır.

O hâlde günümüz dünyasında, gelişmiş ve uygar milletlerle medeniyet yarışına katılabilmek için “yetişkin aile fertlerinin” veya “içtimaî güçlerin” de katkıda bulunabildiği bir katılımcılık kültürünü, hoşumuza gitse de, gitmese de, bir an önce devlet yapımızdan başlayarak bünyemize sindirmek ve bu yeni vaziyete kendimizi hazırlamak mecburiyetindeyiz.[i]

Türkiye’de fikrî ürünlere ve eserlere değer verilmediği hepimizin çok iyi bildiği bir hakikattir. Ancak gelişmenin yolu, yeni fikirleri tartışmaktan ve ortaya çıkan hakikatlere göre yeniden yapılanmadan geçmektedir.

Paul Witlek ve benzeri büyük tarihçiler Osmanlı’nın kuruluş sırrını bulamadıklarından yakınırlar. Kimilerine göre yıkılışının sırrı da henüz çözülememiştir. Bu sırlar insanda gizlidir. Osmanlı, insanı gerekli özelliklere sahip bulunduğundan, o muhteşem devleti kurabildi; özelliklerini yitirdiği için de devletini koruyamadı. Dış dünya; ancak ortam hazırlar; medeniyetin mimarı ise insandır. İnsan bu kabiliyetini metafizikten alır; ortaya koyduğu da inancının işaretlerini taşır.[ii]

Günümüzde Devleti yönetmeye tâlip olanlarda samimiyet ve sorumluluğa bağlı olarak ciddiyet ve takım şuuru yok denecek mertebelerdedir.[iii]

Hayatın içinde pek çok konuda ciddî kontrol mekanizması yoktur, belki de bu mümkün değildir. Burada devreye vicdan girmektedir. Kişi “vicdanî sorumluluğu” nispetinde işine dikkat edecek, iyi bir vatandaş, âmir, memur, idareci vs. olacak, her konuda üzerine düşen vazifeleri hakkıyla yerine getirecektir.

“Büyük dâvâlar, büyük insanların omzunda yürür.”[iv]

Bugün ülkemizde yaşadığımız problemlerin kaynakları araştırıldığında, bu sorunların hem insan, hem de sistem faktörüne dayalı olduğu görülür. Eğitim ve kültür düzeyinin düşük olduğu toplumlarda iyi bir sistem mevcut değildir. Sistemi oluşturacak olanlar insanlardır. Çünkü sistem kendiliğinden oluşmaz… Bu bakımdan bir sistemi, yapıyı veya düzeni oluşturacak olan insanların kalitesi büyük önem taşır. Kısaca insanın kaliteli olduğu bir toplumda, daha iyi bir düzeni ve sistemi inşa etmek daha kolaydır.[v]

Bir ülkede eğer dürüst yönetim varsa, orada demokrasi var demektir.[vi]

Bizde hoşgörü var, kural ve ceza yoktur. Dürüstle dürüst olmayan aynı muameleyi görür. Bazen tam tersine uygulamalar da mevcuttur.[vii] Dürüstlük her şeyin temelidir. Dürüst tavır ilkesini elden bırakmamak lâzımdır.

Türkiye’nin sorunlarının halledilmesi için hukukun üstünlüğü, katılımcı demokrasi ve devlet reorganizasyonunun gerçekleşmesi gerekir.[viii]

A.B.D.’deki memur sayısının iki katı olan memur sayımızı kısa vadede azaltma şansımız yoktur.[ix]

Amerika veya Avrupa gibi ileri demokrasilerde uygulanan yasakları ülkemize aynen getirmeliyiz.

Büyük başarıların sahipleri, küçük işleri titizlikle yapabilme sabrını gösteren kişilerdir.[x]

Türkiye şartlarını bilmeyen, bilip de değerlendirmesini yapamayan bu ülkeye faydalı olamaz. Bu tür kişilerin bir mes’ûliyet altına girmeleri yanlış olur ve bedelini de bu fakir millet öder.[xi].

Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand, Türkiye için “Büyük bir ülke olmaya, devlet olmaya mahkûmdur.” demişti. Artık dünya da ülkemizin asıl boyutlarını idrak etmeye başlamıştır.[xii]

Türkiye yıllardan beri terör mes’elesine köklü bir çözüm bulamadı. Susurluk ile ortaya çıkan mafya ve çete söylentilerini demokratik-hukuk devletine yakışır tarzda netliğe kavuşturamadı. “Mülkün temeli” olarak adaleti bütün ülkede hâkim kılamadı. Enflasyonu ülkenin değişmez gündem maddesi olmaktan uzun zaman çıkaramadı. Siyasî, sosyal, ahlâkî ve kültürel yozlaşmanın önüne geçemedi. Demokratik rejimin temel ilkesi olan kuvvetler ayrılığını sağlayamadı. Teknoloji ya da teknolojik ürün transferine indirgenen modernleşmeyi zihniyet plânına çıkartamadı. Gelişmiş ülkeler bilgi çağına koşar adım ilerlerken, bir türlü sanayileşme sürecini tamamlayamadı.

Uzak geçmiş itibariyle üç asır, yakın geçmiş itibariyle 70-80 yıldır Batılı devletler ölçüsünde yapı değişimini tamamlayamadı, önceliklerini belirleyemedi, toplum kesimlerini millî menfaatler doğrultusunda homojenleştiremedi.[xiii]

Tarihe bakınca toplumlarına hizmet etmek isteyen, sorumluluğunu müdrik, hassasiyet sahibi, ileri düşünceli insanların ne acılar çektiklerini görüyoruz.[xiv]

Türkiye’nin düzeni birey-devlet ilişkisinde devleti sistemin merkezinde tutacak biçimde kurulu olup, bu durum bireyin hak ve özgürlüklerinin aşınmasına yol açıyor. Oysa Türkiye’nin kalkınması ve onurlu ülkeler arasında hak ettiği yeri alması için insanların daha hür olduklarını hissetmeleri gerekir.[xv]

Dün Avrupa krallarına “vilâyet valisi” statüsünde fermanlar gönderen ve dünya barışından, insanların mutluluğundan sorumluluk duyan büyük bir medeniyetin temsilcisi olan milletimiz, bugün eli, kolu, dili, dini, hayatı, mutluluğu bağlanmış “çağdaş mahkûm” statüsünde nasihat ve ikazlar dinlemektedir. [xvi]

Tarihimizin en büyük zaaflarından birisi Türk Milleti’nin bilhassa idarecilerinin ve aydınlarının kendi kültürlerini ihmâl etmeleridir. Türk aydınlarında şaşılacak bir dışa dönüklük, yabancı hayranlığı ve kendi değerlerine sahip çıkmama hâli görülür. Türk’teki hoşgörü anlayışı, millet ve devleti teşkil eden unsurların Türk’e karşı kavmiyetçilik yapmalarına da yol açmıştır.[xvii]

Aslında temel mes’elemiz devletin bir hukuk devleti olamamasıdır. Kanunları çıkartan devlet kendi çıkarttığı kanunlara uymazsa, zaten hukuk devleti gerçekleşemez. Bazıları, Türkiye kanunlarla idare edilen bir kanun devletidir demek istiyorlar, hukuk devleti değil. Kanunların olması bir ülkede hukuk devletinin olmasını gerektirmiyor. Türkiye, bir hukuk devleti değil, nizam devletidir. Vatandaş hukukunu savunamıyor ve o gücün kendisine uyguladığı bir otoriteye, nizama uymak zorunda kalıyor. Türkiye’de kanunlar ve hukuktan çok fiilî durumlar geçerlidir.

Demokrasinin temel özelliği her şeyin denetlenmesi ve o ülke içindeki güçlerin değişik başka güçler tarafından dengelenmesine dayanır. Türkiye’de devletin ve diğer güç odaklarının karşısında onu dengeleyecek demokratik kuruluşlarımız yoktur. Onları dengeleyecek güç odaklarımız, gerçek sivil toplum örgütlerimiz ve gerçek siyasî partilerimiz olmak zorundadır.[xviii]

Mahallî idareler şu anda hastadır. Yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. Demokratik sisteme geçildikten sonra çıkarılan her kanun belediyelerimiz üzerinde yeni vesayetler yaratmıştır.

Hep yerinden yönetim deriz. Yerinden yönetimin en güzel açıklaması, sorunların, halka en yakın olan birimler tarafından çözülmesidir. Yalnızca sorumlulukla belediyecilik yapılamaz. Avuç açanın hürriyeti olmaz!

Merkezî idare ve mahallî idare arasındaki ilişkileri düzenleyen idarî vesayet mekanizması, bugüne kadar hep tek yanlı olarak işlemiş, devletin belediyeleri aşırı derecede “zapturapt” altına alması biçiminde anlaşılmış ve uygulanmıştır.

Belediye başkanı, makamında, evinde, vakit bulabilirse eğlencesinde, yolda, telefonda, hattâ yatağında hep sorumlu mevkiindedir.

Peki ya yetki? Yetki Ankara’dadır!..

İşleyiş böyle olunca, yapılanma böyle sürünce belediyeler çalışamıyor. Kentler tıkanıyor ve Ankara her türlü derde derman olmaya yetişemiyor.

Temel problem, mevcut işleyiş ve yapılanma tarzının değişmeye karşı direncinde yatıyor. Bu belirsizliğin devam etmesinde kurum menfaatleri ve şahsî çıkarlar doğrudan doğruya rol oynuyor. Yani mahallî yönetimler üzerinde kontrolü elinde bulunduran organ, kendi savunma duvarları arasında direncini sürdürüyor. Bu da, “Merkezî idareyi idare edin” anlayışını egemen kılıyor.

27.6.1984 tarih ve 3030 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Hakkındaki Kanunun uygulamada aksayan hükümlerinin düzeltilmesi için yapılan çalışmalar Kanun Tasarısı olarak Meclis Genel Kurulu’nda görüşülme aşamasına uzun süreli bir ekip faaliyetinden sonra geldi. Tasarıda önemli değişiklikler vardı. Meselâ, belediyelerin belde yönetimindeki görev ve yetkileri arttırılmaktadır. Arsa ve konut üretimi, spor, eğitim, gayri sıhhî müesseseler, yer altı ve yer üstü sularının kullanımı ve âfetler konularındaki görev ve yetkiler arttırılmaktadır. Son yıllarda belediyelerin elinden alınan yetkiler (gıda maddesi üretim yerlerinin ruhsatlandırılması ve denetimi gibi) iade edilmektedir. Belediyelere-kanunların münhasıran başka idarelere vermediği veya yasaklamadığı- her türlü mahallî hizmeti yapma yetkisi verilmektedir. Belediyelere her türlü kurum ve kuruluş ile doğrudan yazışma yapabilme yetkisi verilmektedir. Belediye organlarınca alınan kararların müeyyideler ve yaptırım gücü arttırılmaktadır. Büyükşehir belediyelerinin kendi sorumluluk alanlarında imar, plânlama, uygulama ve denetleme yetkisi arttırılmakta, imar plânlarının hazırlanmasını hızlandırıcı tedbirler alınmaktadır. Şehir içi trafik hizmetlerinin belediyelere devri imkânı getirilmektedir. Büyükşehirlerde il ve ilçe trafik komisyonlarına ait görev ve yetkiler Büyükşehir Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME)’ne devredilmektedir. Belediye kurulması, büyükşehir belediyesi kurulması ve sınır değişiklikleri daha rasyonel alan büyüklükleri sağlayacak esaslara bağlanmaktadır. Belediye kurulması için gerekli olan nüfus 2000’den 5000’e çıkartılmakta ve üniteler arasındaki mesafe arttırılmaktadır. Belediye ve büyükşehir belediyeleri dışında bulunan köy ve belediyelerin belediye sınırları içine alınarak daha optimal bir hizmet alanı büyüklüğüne ulaşılması ve üniteler arasında sağlıksız ve uyumsuz büyümenin önlenmesi imkânı sağlanmaktadır.

Aynı yasa tasarısıyla belediyeler güçlü malî kaynaklara kavuşturulmak istenmektedir. Belediyelerin nüfus esasına göre genel bütçe vergi gelirlerinden aldıkları pay % 6’dan % 10’a çıkartılmakta ve % 15’e çıkartma imkânı getirilmektedir. İllerde toplanan genel bütçe vergi gelirlerinin % 5’i, nüfuslarına göre o ildeki belediyelere dağıtılmaktadır. İl özel idare bütçelerinin % 10’unun belediyelere ayrılması öngörülmektedir. 1992 yılından bu yana değişmeyen belediye maktu harç ve tarifeleri günün şartlarına uygun hâle getirilmekte ve enflasyona karşı değer kaybını önleyecek düzenlemeler yapılmaktadır. Belediye bütçelerinden diğer kamu kurum ve kuruluşlarına ayrılan kanunî paylar kaldırılmaktadır. Belediye mücavir alan sınırları içinde bulunan Hazinenin özel mülkiyetindeki araziler belediyelere devredilmektedir. Belediye meclisi kararları mülkî idare âmirlerinin tasdikine tâbi olmaktan çıkartılmaktadır. Belediye başkanlarına makam aracı hakkı verilmekte ve bunun temininde gerekli olan Bakanlar Kurulu kararı kaldırılmaktadır.[xix]

Yapılan çalışmalar müspet netice vermiş, 10.7.2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ve 7.12.2004 tarih ve 5272 sayılı Belediye Kanunu yürürlüğe girmiştir. Her iki kanun da Türkiye için bir kazançtır.

Merkezde oturup da Edirne’den Kars’a kadar her şeyi sıkı kontrol altında tutanlar, hâlâ içerdeki ve dışarıdaki gelişmeleri anlamaktan ve algılamaktan aciz bir şekilde, sosyal güçlerin dinamizmini boşaltmak, boşa çıkarmak için olağanüstü bir direnç göstermeye devam ediyorlar. Türkiye kabına sığmıyor, bir avuç insan ise Türkiye’yi algılamakta güçlük çekiyor.[xx]

Ankara halkla barışır, sistemi işler hâle getirebilirse, Türkiye önümüzdeki yüzyılın önemli bölgesel güçlerinden biri hâline gelecektir.

‘Ülkenin kalkınma hamlesini başlatmak için, siyasî istikrarsızlığa bir an önce nokta koymamız gerekiyor.’ Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu problemlerden birincisi istikrarsızlıktır. 82 yılda 58 hükûmet. 1950’ye kadar 15 hükûmet kurulmuş. Darbelerle geçen yılları çıkarırsanız, neredeyse 40 senede 42 hükûmet. Bizim gibi devâsa problemleri olan ve acilen bunları çözmesi gereken bir ülkenin, her sene yeni bir hükûmetle tanışması ne demektir?

Türkiye’de siyasî yelpazede dağınıklık vardır. Dargınların devamlı olarak siyasî parti kurduğu bir ortamı yaşıyoruz. Birçok konuda ittifak eden partilerin, bir araya gelebilmeleri lâzımdır.

Türkiye’de adalet reformuna ihtiyaç var. Çeteler ve mafyalaşmanın önüne geçebilmek için adaletin hem çabuk, hem de âdil kararlar verecek bir yapıya kavuşturulması gerekir.

Hem para, hem de yetkilerin çoğu Ankara’da toplanmış. O yüzden herkesin gözü Ankara’da. Herkes o pastaya hücum ediyor. Meclis’e, günde ortalama 7 ilâ 10 bin kişi geliyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir sistem yoktur. Milletvekilleri çalışamıyor. Bu insanlar mahallî kurum ve kuruluşlarda mes’elelerini çözemedikleri için başkente geliyor. Mahallî idareler güçlendirilirse; ilde, ilçede ve beldede problemlerin büyük bir bölümü çözülecektir. Ardından Ankara iki önemli görevi hakkıyla yerine getirecektir: Denetim ve yönetim.[xxi]

 

TÜRKİYE’DE BELEDİYE SİSTEMİ TARTIŞMAYA AÇILMALIDIR

Türkiye’de belediye sistemini tartışmaya açmak gerekir.

Ülkemizde uygulanan belediye modeli ve sistemi ne parlamenter sistem ve ne de başkanlık sistemine uygun bir sistemdir. Başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı vardır. Belediye başkanı ve belediyenin karar organı olan meclisini ayrı ayrı halk seçer. Belediye meclisi de kendi başkanını seçer. İki organ, yürütme ve karar organı birbirini dengeler.

Ülkemizdeki uygulamada halkın seçtiği başkan aynı zamanda karar organı olan belediye meclisinin de başkanıdır. Böyle bir uygulama dünyada yoktur.

1961 Anayasası’ndan önce halk belediye meclisini seçer, belediye meclisi kendi arasından belediye başkanını seçerdi. Dünyada yaygın olan uygulama böyledir.

Bizde belediye başkanı direkt halk tarafından seçilmekte, genel olarak belediye meclisi de müstakbel belediye başkanının hazırladığı listeye göre şekillenmektedir.

Başkanın direkt olarak halk tarafından seçilmesi onu çok güçlü kılmakta; karar organlarının fonksiyon ve ağırlığı, kurtarıcı lider ve pederşahi kültür dolayısıyla da fiilen etkisiz konuma gelmektedir.

Batıda çok yaygın olan profesyonel yönetici ihtiyacı karşılanamamakta, katılımcı yönetim ve dolayısıyla kolektif sorumluluk gerçekleşememektedir. Bu sebeple 5 yıl için seçilen başkanlar, âdetâ seçilmiş diktatörler hâline gelmekte, tek şef yönetimi geçerli olmaktadır.

 

PROFESYONEL YÖNETİCİLER

Belediye başkanlarının siyasî, idarî yetki ve sorumluluklarının belediye meclislerine verilmesi suretiyle otoritelerini zayıflatmak ve belediye meclislerini kuvvetlendirmek gerekir. Mahallî topluluklar, mahallî mes’elelerin asıl sahibidir. Yetkili mahallî meclis, komisyon ve bunlara dâhil olacak sivil demokratik teşkilâtlar demokrasinin gereğidir.

Demokrasinin vazgeçilmez şartı, icra organlarının değil, karar organlarının halk tarafından seçilmesidir. Batıda çoğu zaman seçilmiş yöneticiler sembolik konumda olup, sevk, idare ve sorumluluk mahallî meclislerce atanan profesyonel yöneticiler tarafından üstlenilmektedir.

Tarihimizdeki otoriter yönetimler sonucu, her işi ve her şeyi, en başta sorumlu olan tek insana havale ve ihale etmek geleneği vardır. Kültürümüzde eli sopalı güçlü idareci özlemi çok yaygındır. Gerçek anlamda demokratik, katılımcı yönetim yaşanmadığı için, insanlar sorumluluktan kaçarak kurtarıcılara sığınır ve her şeyi onlardan bekler. Bu yüzden kurtarıcıların biri gider, biri gelir.

 

DEMOKRATİK HAYAT BİÇİMİ

Demokratik hayat biçiminin ve kültürünün gelişmesi; katı, bürokratik, merkeziyetçi, hantal yapı yerine; mahallî meclislerin, yetkili ve sorumlu olacağı yeniden yapılanma ile başlayacaktır.

Merkezî idarenin millî politika ve projeler dışındaki bütün yetkileri, il, ilçe ve belde meclislerine devredilmelidir. Şehir ve kasabalar başkanlık sistemiyle değil parlamenter sistemle yönetilmelidir. Belediye meclisi kendi arasında başkanını seçebileceği gibi dışarıdan profesyonel birini de seçebilmelidir.

Seçmenlerin üçte birinin mahallî seçim kuruluna başvurması hâlinde meclis seçimi yenilenebilmeli, bir kısım hayatî kararlar da halk oylaması ile alınmalıdır.

 

HALKTAN KOPUK YÖNETİCİLER

Makamlar hizmet yerleridir. Belediye başkanı halkın patronu değil, halkın emrinde olmalıdır. Saltanat, şatafat, astronomik maaşlar, araç-gereç ve görkemli makamlar, kalabalık maiyet, konfor, hava, çalım, caka, fiyaka, gösteriş, alayiş ve bunların sonucunda ulaşılmaz, karışılmaz, görüşülmez, halktan kopuk yöneticiler.

İstisnalar hariç hem atanmış, hem de seçilmiş idarecilerimizde yaygın olan durum budur. Bugün, atanmış bir kısım yöneticiler, seçilmiş olan yöneticilere göre halka daha yakın, kapıları halka daha açık bir hâldedir. Demokraside tek yetkili halk olmalıdır. Son sözü her zaman halk söylemelidir. Seçilmiş diktatörlük modeli demokrasiye ters düşer.

Bugünkü düzende belediyelerden kimse yaygın hizmet beklememektedir. Mevcut sisteme göre de belediyelerin yapacakları şeyler son derece sınırlıdır. Çöp, park ve kaldırım hizmetleri vs.

Yol, su, kanalizasyon, sağlık, eğitim, kültür, turizm, akla gelen her şey, belediye hizmet binaları, hâl, garaj merkezî idarece yapılmaktadır. Diyebiliriz ki, bugüne kadar Batılı anlamda belediyeciliği Türk toplumu hiç yaşamamıştır.

 

TEKLİFLER

  1. Taşrada kamu hizmetleri, il, ilçe, belde, köy ve mahallelerde yeniden kurulacak birimler tarafından yürütülmelidir. İhtiyaç olmaktan çıkmış birimler lağvedilmelidir. Sıtma ile savaş için kurulmuş birim gibi.
  2. Hâlen merkezî idareye bağlı müdürlük ve servisler; adalet, güvenlik, ulaştırma, haberleşme ve askerlik hariç; ilgisine göre taşra idarelerinin müdürlük ve servisleri hâline getirilmelidir. Mevcut müdürlüklerin personel, kadro, araç ve gereçleri, ödenekleri ile beraber bu idarelere devredilmelidir.
  3. Bölge teşkilâtları Türkiye genelinde tamamen kaldırılmalıdır. Bölge müdürlükleri kurulduğu günden beri Türkiye için lüzumsuz bir taşra teşkilâtı olarak idareye bir yük ve kambur halinde âdetâ taşra personelinin kaymakam ve vali otoritesinden kaçışı için icat edilmiş birer ara kademe vazifesini yapmıştır. Bölge müdürlüklerinin kaldırılması ile ortaya çıkacak olan her türlü imkân ve yetişmiş personel öncelikle taşrayı güçlü kılmak ve kaymakamlık ve valilik karargâhlarının güçlendirilmesi ve takviye edilmesi için tahsis edilmelidir.
  4. Bazı idarî birimler (il ve büyükşehir belediyeleri) merkezî idarece toplanan vergilere ek vergiler koyma yetkisini haiz olmalıdır. Mevcut sistemimizde olmayan ve sistem değişikliğini gerektirecek bu uygulama taşra idaresine geniş bir hareket serbestisi kazandıracaktır.
  5. İl ve ilçe sayısı üçte bir oranında azaltılmalıdır. Bütün dünyada idarî birimler alan reformu yapılarak azaltılmaktadır. Dünyanın demokratik ülkelerinin genelde üzerinde uzlaştığı ve hemfikir olduğu doğrular bizim için de doğrudur, doğrularımızı kendi gayretimizle arayıp bulmak milletimize sadece zaman kaybettirir.
  6. Bölge idare mahkemelerine paralel bölge Sayıştay mahkemeleri kurulmalı, idarî vesayetin icrası suretiyle yapılan denetimin yerini hukuka uygunluk denetimi almalıdır. Yerindelik denetimi bölge halkının yetkisinde olmalıdır.
  7. Mahallî demokrasinin geliştirilmesi, merkezî yönetime de işlerlik kazandıracak bir fırsattır. Yerinden yönetim anlayışını idarî sistemimize hâkim kılabilirsek, Türkiye’nin gelişme potansiyelini canlandırmış oluruz. Türkiye’nin her alanda küresel rekabet içinde yer alabilmesi buna bağlıdır. Küresel rekabet de ülkelere kalite, vasıf ve refah seviyesi yüksekliği, teknolojik gelişim ve çağdaş imkânlar sunacaktır.
  8. Personel rejimimiz mutlak surette gözden geçirilmeli, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu revize edilmelidir. Liyakat, ehliyet ve performans değerlendirmesiyle yapılan takdiri ön plâna çıkarma, başarıyı takdir ve taltif edip, kalitesizliği tecziye ve kaliteye tâlip olma zamanı artık gelmiştir.
  9. Amerika veya Avrupa ülkeleri gibi ileri demokrasilerde uygulanan yasakları ve personel rejimini ülkemize aynen getirmeliyiz. Bu değişim, köklü bir araştırmayı gerektirir ve yapılacak çalışma, cesaretle bazı hataları sistemden uzaklaştırmayı gerektiren reformist bir uygulama olmalıdır.
  10. Türkiye’nin sorunlarının halledilmesi için hukukun üstünlüğü, katılımcı demokrasi ve devlet reorganizasyonunun gerçekleşmesi gerekir. Ülkemizin bugün için ihtiyacı sistem tartışmasıdır. Demokratik hayat biçiminin ve kültürünün gelişmesi; katı, bürokratik, merkeziyetçi, hantal yapı yerine; mahallî meclislerin yetkili ve sorumlu olacağı yeniden yapılanma ile başlayacaktır.
  11. Günümüz dünyasında, gelişmiş ve uygar milletlerle medeniyet yarışına katılabilmek için “yetişkin aile fertlerinin” veya “içtimaî güçlerin” de katkıda bulunabildiği bir katılımcılık kültürünü, hoşumuza gitse de, gitmese de, bir an önce devlet yapımızdan başlayarak bünyemize sindirmek ve bu yeni vaziyete kendimizi hazırlamak mecburiyetindeyiz.
  12. Günümüzde Devleti yönetmeye tâlip olanlarda samimiyet ve sorumluluğa bağlı olarak ciddiyet ve takım şuuru yok denecek mertebelerdedir. Kamu sektöründe görev alan insanlarda “vicdanî mes’uliyet şuuru” uyandıracak bir eğitim müessesesine ihtiyaç vardır. Enderun’un boşluğu idarî yapımızda hâlen doldurulamamıştır.

 

SONUÇ

Mahallî idare reformu en genel ifadesiyle bir yerinden yönetim ve sivil katılım reformu olmalıdır. Bunun için mahallî idareler üzerindeki idarî ve malî vesayetin kaldırılması gerekmektedir. Merkezî yönetimin mahallî idareleri kendisine rakip olarak görmemesi gerekir. Öncelikle merkezî idare mahallî idareleri, devlet yönetiminin bir parçası olarak görmelidir. Mahallî demokrasinin geliştirilmesi, merkezî yönetime de işlerlik kazandıracak bir fırsattır. Yerinden yönetim anlayışını idarî sistemimize hâkim kılabilirsek, Türkiye’nin gelişme potansiyelini canlandırmış olacağız. Türkiye’nin her alanda küresel rekabet içinde yer alabilmesi buna bağlıdır. Kentin oylarıyla seçilen belediye meclisi tarafından alınan kararlar, onay için vilâyete gitmemelidir. Belediye başkanları bir tür idarî dokunulmazlığa kavuşturularak kesinleşmiş mahkeme kararı olmaksızın İçişleri Bakanı tarafından görevden alınmamalıdır. En alt kademedeki bir memurun ataması için Başbakanlığa kadar gidilmemelidir. Belediye başkanlarının yetkileri genişletilmeli, yetki ve sorumlulukları arasında bir denge kurulmalıdır. Yetkisiz sorumlulukla sorumsuz yetkililik hâlinin hizmet değil sorun üreteceği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Personel rejimi mutlak surette gözden geçirilmeli, 657 sayılı Kanun revize edilmelidir. Malî vesayetin kaldırılması günün şartları açısından kaçınılmaz hâle gelmiştir. Belediyeler kendi kaynaklarını geliştirmelidir. Şehirden toplanan vergi ve katma değer o şehrin imarına ayrılmalı ve kullanılmalıdır.

Belediyeler gerçekleştirecekleri büyük projeler için aylarca hattâ yıllarca beklemek zorunda kalmaktadırlar. “Yap-işlet-devret” kararı belediyelerce verilmelidir. Büyük projelerin hayatiyet kazanması için yıllarca süren bürokratik sürece mutlaka hız kazandırılmalıdır.[xxii]

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı


 

DİPNOTLARI:

[i] Prof. Dr. Feyzullah EROĞLU, “Devlet Kavramının Yapısal Değişimi,” Zaman Gazetesi, 27 Ocak 1998 tarih ve 11906 sayılı nüsha, s. 2.

[ii] Mehmet Niyazi ÖZDEMİR, “Yeşile Hasretiz,” Zaman Gazetesi, 27 Şubat 1998 tarih ve 11937 sayılı nüsha, s. 2.

[iii] Dr. Metin ERİŞ, “Sorumluluk, Ciddiyet ve Enflasyon,” Zaman Gazetesi, 27 Şubat 1998 tarih ve 11937 sayılı nüsha, s. 7.

[iv] Hekimoğlu İSMAİL, “Faydalı Çalışmalar,” Zaman Gazetesi, 5 Mart 1998 tarih ve 11943 sayılı nüsha, s. 14.

[v] Selçuk YAŞAR, Mesaj 14: Paramı Geri Verin!.., İzmir, Tükelmat A. Ş., 1995, s. 36.

[vi] Selçuk YAŞAR, Mesaj 15: Parlamentoya Saygılarla, İzmir, Tükelmat A. Ş., 1996, s. 23.

[vii] S. YAŞAR, Mesaj 16:İşadamlarına Saygılarla, İzmir, Tükelmat A. Ş., 1996, s. 16.

[viii] “Önce Demokrasi, Sonra Yatırım,” Yeni Yüzyıl Gazetesi, 25 Ocak 1996.

[ix] Kenan MORTAN, “İsraf Nasıl Önlenir?,” Gazete Ege, 24 Aralık 1995.

[x] Schiller’in meşhur bir sözü. Selçuk YAŞAR, Mesaj 16:İşadamlarına Saygılarla, İzmir, Tükelmat A. Ş., 1996, s. (42-45).

[xi] Ramazan EREN, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Hakkında Mülahazalarımız ve 21. Yüzyıl Üniversiteleri, Çan, Akgün Form Ofset, 1997, s. 37.

[xii] Ertuğrul ALASAĞ, Jak Kamhi İle Röportaj, Zaman Gazetesi, 11 Mart 1998 tarih ve 11949 sayılı nüsha, s. 14.

[xiii] Ahmet KURUCAN, “Gerçek ve Yapay Gündem,” Zaman Gazetesi, 20 Mart 1998 tarih ve 11958 sayılı nüsha, s. 14.

[xiv] Mehmet Niyazi ÖZDEMİR, “Elemli Bir Hadise,” Zaman Gazetesi, 10 Nisan 1998 tarih ve 11979 sayılı nüsha, s. 2.

[xv] Fehmi KORU, “Rahmetle Anıyoruz,” Zaman Gazetesi, 17 Nisan 1998 tarih ve 11986 sayılı nüsha, s. 1, 10.

[xvi] Mustafa YAZGAN, “John Stattuck’un Tespitleri,” Zaman Gazetesi, 19 Nisan 1998 tarih ve 11988 sayılı nüsha, s. 14.

[xvii] İlhan BARDAKÇI, “Türklerin Vasıfları ve Kaderleri,” Zaman Gazetesi, 12 Mayıs 1998 tarih ve 12012 sayılı nüsha, s. 2. Prof. Dr. Muharrem Ergin’in Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri isimli kitabından naklen.

[xviii] Koray DÜZGÖREN, “Bizi Ankara Yönetmiyor,” Röportaj, Zaman Gazetesi, 21 Haziran 1998 tarih ve 12051 sayılı nüsha, s. 8.

[xix] Muzaffer ÖNDER, “Sorumluluk Var Yetki Yok…,” Zaman Gazetesi, 1 Eylül 1998 tarih ve 12122 sayılı nüsha, s. 8.

[xx] Ali BULAÇ, “Kayıp Bir Yıl,” Zaman Gazetesi, 5 Ocak 1999 tarih ve 12247 sayılı nüsha, s. 15.

[xxi] İdris GÜRSOY, “Cevabı Aranan Soru,” Zaman Gazetesi, 14 Ocak 1999 tarih ve 12255 sayılı nüsha, s. 12.

[xxii] Kâmil OĞUZ’ un haberi, “Boğaz Köprüsünü Verin,” Zaman Gazetesi, 28 Ekim 1999 tarih ve 12542 sayılı nüsha, s. 4.