İLÇEMİZE KÜLTÜR MERKEZİ İSTİYORUZ

 

Karapınar, tarihin ilk çağlarından beri bir yerleşim merkezi olarak kullanılmıştır. Konya’mızın bu şirin ilçesindeki tarihî etnoğrafik değerlerin ve kültür hazinelerinin İlçe merkezinde kurulacak bir kültür merkezinin bünyesinde açılacak müzede sergilenmesiyle ilçenin modern bir kütüphaneye kavuşturulmasında zaruret vardır. Kültür merkezi kurulması için 8687 m2 tahsisli arsası mevcut olan İlçemiz Devlet yatırımı ile çocuk kütüphanesi, halk kütüphanesi ve müzeye kavuşacağı günlerin uzak olmadığını umut etmektedir.

Niçin kültür merkezi istiyoruz? Tarihî seyir içinde İlçemizi tanıtarak arkasından kültür kelimesinin kısa bir tanımından sonra Türkiye’nin kültürel alandaki eksiklikleri ile yapılması gereken hususlara ait bazı görüşleri ana başlıklar hâlinde açıklamak istiyorum.

İlçemizde müze kurulma izninin verilmesinden sonra yapılacak derleme çalışmalarıyla İlçemizden alınarak Konya civarındaki müzelerde sergilenen eserler zaten bir müzeyi dolduracak miktara ulaşmıştır. Müze kurulması hâlinde ellerindeki her türlü tarihî değeri müzeye bağış veya satış yoluyla intikal ettirecek Karapınarlılar İlçelerinde müze görmek istemektedirler.

KARAPINAR’IN TARİHÎ DURUMU

Karapınar, M. Ö. 3000-2000 yıllarında “HYDE” Kasabası üzerinde kurulmuştur. Proto Hitit ve Hititler tarafından yerleşim yeri olarak kabul edilmiştir. İlçemiz merkezinde haricî Âli Tepesi güneyinde ketir denen küçük tepeler ve doğusunda Karacadağ etekleri ilk yerleşim yeri olmuştur. Yukarıda isimleri verilen devletlerden başka sırasıyla Frigler, Asurlar, Lidyalılar, Romalılar ve Bizanslılar gibi devletlerin ve milletlerin egemenliğine girmiştir.

Karapınar, çevre köy ve kasabaları ile birlikte Emeviler tarafından Medine Vakfı olarak bir çeşit vergiye bağlanmıştır. Bu vergi Selçuklular, Karamanoğulları ve Osmanlı Devleti zamanında da sürdürülmüştür.

Selçuklulardan itibaren Karapınar’ın nüfus yoğunluğu artmaya başlamıştır. Özellikle Anadolu’nun beylikler hâlinde idare edildiği zamanlarda, gezici ve geçici olarak oturan çeşitli kabileler obalar halinde yerleşmeye başlamışlardır. İlçe zaman, zaman Osmanlılar ile Karamanoğulları arasında el değiştirmiş, Fatih Sultan Mehmed’in 1467 yılında Karamanoğulları Devletine son vermesiyle kesin olarak Osmanlılara katılmıştır.

Doğu ile batı arasındaki Bağdat İpek Yolu ticaret ve posta yolları üzerinde bir konaklama merkezi ihdası gayesiyle kurulan ilçede “Celâli eşkıyaları”nın soygunları, Osmanlı posta teşkilâtını, ticaret erbabını ve halkı bezdirmişti.

1514’de Çaldıran Seferi’ne çıkan Yavuz Sultan Selim ilçeye uğramış, askeri ile konaklamıştır. Vatandaşların şikâyetleri üzerine, Yavuz Sultan Selim o zamanın bazı imtiyazlarına sahip olan kolluk kuvvetleri ile beldenin bazı ihtiyaçlarını karşılama görevleri de verilerek “Derbentçi” teşkilâtı kurulmasını emretmiş, böylelikle merkez ilk def’a yerleşik yer hâline gelmiştir. Bu yerleşme yerine bütün ihtiyaçları karşılayacak şekilde bir külliyenin yapılması için aynı padişah tarafından emir verilmiş ve bu tarihte külliyenin temelleri atılmıştır. Daha sonra Kanunî’nin İran Seferi sırasında Karapınar’a uğraması ve inşaat mahallini tetkikini takiben Konya Valiliği yapan II. Selim(Sarı Selim)’in (1563-1564) önce Selimiye adıyla mârûf camii, daha sonra Külliyeyi bitirmesi ve Hürrem Sultan tarafından da Valide Sultan Hamamı’nın yaptırılması ile beldenin imarı tamamlanmıştır.

Selimiye Camii dışında Emirgazi yolu üzerinde Karapınar’a 20 Km. mesafedeki Yağmapınar Camii Kanunî Sultan Süleyman’ın emri ile yapılmıştır. İlçeye Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’ın dışında Bağdat Seferi’ne çıkan IV. Murad’ın da uğramış olduğu bilinen gerçekler arasındadır.

IV. Murad, beldeye Sultanlar tarafından kurulan ve imar gören mânâsına “Sultaniye” adını vermiştir.

Yavuz Sultan Selim’in 1514’de Padişahlık Fermanı ile eski harabeler üzerine kurulmasını buyurduğu bu yerleşim yeri, daha sonra 1868’de aynı isimle Konya’ya bağlı bir ilçe unvanını kazanmış ve 1882’de belediye teşkilâtı kurulmuştur.

1934 yılında Sultaniye adı değiştirilerek Karapınar adını almıştır.

İç Anadolu Bölgesi’nin güney batısında Konya-Ereğli Ovasının kuzeyinde bulunan Karapınar’ın doğusunda Ereğli, güneyinde Karaman, batısında Çumra ve Konya, kuzeyinde Aksaray İli ile çevrilidir. Konya-Adana yolu üzerinde 3030 Km2 yüzölçümüne sahip olup, rakımı 1026 metredir. İlçeye bağlı yeni kurulan iki kasaba ile birlikte 3 kasaba ve 19 köyü olup, 1990 Genel Nüfus Sayımına göre merkez nüfusu 26.849, kasaba ve köylerin nüfusu ise 17.405 olmak üzere toplam nüfus 44.254’dür. Konya’ya 95 Km. uzaklıktadır.

Kısa bir zaman öncesine kadar Emirgazi ve Belkaya Kasabası Karapınar’a bağlı kasabalar idi. Yeni ilçeler kurulması furyası sırasında Emirgazi ilçe hâline getirildi. Karapınar ile sınırı kalmayan Belkaya da Ereğli İlçesi’ne bağlı bir kasaba oldu.

İlçeye bağlı 129 yayla, Kayalı Kasabası ve köylerine bağlı 85 yayla olmak üzere toplam 214 yaylası mevcuttur. Zamanla bu yaylalardan bir kısmı daimî yerleşim yerine dönüşebilir.

KÜLTÜR NEDİR?

“Kültür, bir millete şahsiyet veren, diğer milletlerle arasındaki farkı tespite yarayan, tarihin seyri içerisinde teşekkül etmiş, o millete hâs maddî ve mânevî varlık ve değerlerin âhenkli bir bütünüdür.”[1]

İnsanoğlunu, iradesiyle bir inanç bütünlüğü içinde toplayan din, insanların karşılıklı anlaşmalarını sağlayan ve aralarında mânevî bir bağ kuran dil, sağlam ve geçerli bir hayatın müjdecisi ahlâk, geçmişten bugüne ulaşan gelenek, görenek, san’at değerleri, kısacası toplumun kökten gövdeye süregeldiği bütün değerler; kültürün muhtevasını teşkil eder. Bu sebeple kültür, kendine hâs kokusu ve rengiyle seziş, duyuş, düşünüş ve ifade tarzıyla bir milletin karakteridir ve en önemli özelliği de millî oluşudur.[2]

Bizâtihi millî olan kültürün “millî kültür” şeklinde vurgulanması, gelecek nesillerimizin şuurlandırılması ve özlerine dönüşlerine yardımcı olunması bakımından faydalı sayılmıştır…

Bilhassa son bir buçuk asırlık zaman içerisinde, millî kültüründen gittikçe uzaklaşmış, her şeyin yabancısına ve dışarıdan gelenine hayran, sözde münevver nesillerin âdetâ bir devamı olan bugünün bir kısım genç kitlelerinin yeniden bir millî idrak seviyesine yükseltilmeleri, milletimizin istikbâli ve huzuru için şarttır. Bunun çâresini, millet ve yurt gerçeklerine dayanan ölçülü ve metotlu bir mektep öğretimi kadar, yaşlı ve genç bütün bir millete sağlam, bilgili bir millî kültür terbiyesi ve idraki verilmesinde görüyorum.

Yabancı kültürlerden bölük pörçük edinilen, millî temel fikirler ve çizgilerden mahrum bilgileri “hakikî kültür” saymaya imkân yoktur.[3]

Kanaatimce ülkemizin en önemli problemi eğitimdir. En önemli ve en başta gelen, en zor ve en pahalı iş ise gençliğin terbiyesidir…

Gençliğimize kendi kültürümüzü, kendi değerlerimizi kazandırır, geçmişini tanıtır ve ondan ders almasını sağlarsak kötüler ve kötülükler gençliğimiz karşısında eriyecektir.[4]

Gencin üstünlüğü, duygu, düşünce, hayâl ve davranış bakımından enerji dolu olmasıdır. Gencin şansı yarınların sahibi olmasıdır. Gencin eksikliği ise tecrübesinin bulunmamasıdır…

Türk Milleti’ne mensup olmanın şuurunu, şerefini ve mutluluğunu taşıyan; milletin ve devletin hür ve bağımsız bir şekilde yaşamasını benimseyen; ülkenin insanlarına engin bir müsâmaha, derin bir aşkla bağlanıp onların mes’elelerini öze zarar vermeden çözmeye kararlı olan; çağın bilgi ve teknolojisinden faydalanmanın lüzumuna inanmış, imân, ahlâk ve seviyeli zevklerle huzur bulan, çalışkan ve azimli bir Türk gençliği istiyorum.[5]

Bilindiği gibi bir milletin kültür seviyesi milletlerarası değerler yetiştirip yetiştirmemiş olmasıyla ölçülür.[6]

Dev bir mâzinin omuzları üzerinde olma idrakinin bütün Türk Milleti’ne dün olduğu gibi bugün de köklülük ve kendine güven duygusu vermeye muktedir olduğunu söyleyebiliriz.[7]

Türklerin millet olarak bir zaafı hemen her devirde millî kültürlerini ihmâl etmeleridir.[8]

Türkiye’nin bugünkü mes’elelerinin çözümü konusunda tek çıkış yolumuz, nerden gelip nereye gittiğini bilen nesiller yetiştiren bir millî eğitim sistemini geliştirmektir.[9]

Türkiye’nin bugün en önde gelen mes’elesi dilde, duyguda ortak bir birlik şuuruna varmaktır…

Kalkınmada mânevî kültür unsurları en büyük hızlandırıcı ve itici güç kaynağını teşkil etmelidir. Şimdiye kadar, Türk entelektüel hayatında ileri sürülen kalkınma modelleri, umumiyetle ya Batı ülkelerinin veya Batılı araştırmacıların geri kalmış sömürge ülkelerinde uyguladıkları birtakım metot ve tekniklerin aktarılmasından başka bir şey değildir. Bu kalkınma modellerinin hiçbirinde toplumun dinî değerleri, kültür hayatları ve inanç sistemleri yapıcı, iyileştirici ve kalkındırmacı unsurlar olarak değerlendirilmiş değildir. Hemen hepsinde bu sosyo-kültürel sistemler, modernleşmenin karşıtı olarak kabul edilmiştir. Gelenekçilik ve muhafazakârlık gibi bir toplumun dünya görüşü ve hayat tarzını oluşturan tutum ve davranış biçimleri de, akılcı olmayan sübjektif değer yargılarıyla tahrip edilmeye çalışılmıştır. Oysa Batıda Protestanlık 17. yüzyılda İngiltere’de modern ilmin, siyasî rejim ve parlamenter sistemin, hukuk, san’at ve estetik kurumlarının gelişmesinde en etkili rolü oynamıştır. Hattâ bazı düşünürler, kapitalist sistemin, Protestan ahlâkından doğduğu görüşündedirler. İslâmiyet de çok çalışmayı, tasarrufu, yatırımları ve sosyal refahı teşvik etmesi bakımından kalkınma için en güçlü motivasyonu teşkil edebilir. Yeter ki, onu yüzyıllardan beri içine sızan menfaat hizipleşmelerinden kurtarıp saf biçimiyle kalkınma hamlesinde çok bataryalı bir değişken olarak kullanmasını bilelim…

Ülkemiz için temel felsefe kendi millî kalkınma modelimizi vakit geçirmeden tespit etmektir.[10]

Atatürk devrinde Türk vatandaşı rikkat uyandıracak derecede fakir, fakat dikkat çekecek derecede huzurlu ve mağrurdu. Bugün Türk vatandaşı, maddî plânda-o devre nispetle- büyük şeyler elde etmiştir, fakat huzursuzdur. Artık Atatürk devrinde olduğu gibi, tarihin en büyük milletine mensup bulunduğunun şuuru içinde bile değildir.[11]

Milletimize yüzlerce üniversite ve yüksek okul, binlerce üniversite ve firma laboratuarı, araştırma merkezleri, milyonlarca basılan ve aynı oranda okunan gazeteler, kitaplar, gençliği zararlı ortamlardan uzak tutacak kitle sporu yapılan spor tesisleri ve daha nice imkânları belki yurt sathında yeterince sağlayamadık.

Dünyayı alt-üst eden teknolojik buluşlar yapmak, satışı bir san’at hâline getirmek ve dünyayı dev bir Japon pazarına çevirmek en büyük gayeleri olan Japon gençleri gibi gençlerimize temel hedefler veremedik…

Ancak Türk gençliği dünya gençliğine oranla büyük ölçüde fazilet ve iyi vasıflara sahip olmasına rağmen, ne yazık ki, son yıllarda bu vasıflarından çok şeyler kaybetmiştir. Özellikle 12 Eylül öncesinde geçirdiğimiz kanlı terör yıllarının, zararlı yayınların ve akımların tesiriyle en azından meselâ:

◆ Büyüklerini saymak, küçüklerini sevmek,

◆ Dürüst, namuslu ve çalışkan olmak,

◆ Örf ve âdetlerimize saygı göstermek,

◆ Kanunlara uymak, büyük sözü dinlemek,

◆ Zayıfa, âcize ve düşküne yardım etmek,

◆ Özü, sözü bir olmak gibi hasletleri önemli ölçüde aşınmaya uğramıştır…

Yarınlarımızı güvenle teslim edebileceğimiz bir gençlik yetiştirebilmek için Devlet ve millet olarak neler yapmalıyız?

■ Sağlam bir gençlik yetiştirebilmek için her şeyden önce ahlâkî çöküş üzerinde durmalıdır.

■ Gençliği meyhanelerden veya sokaklardan kütüphanelerin ve ibadet yerlerinin huzur verici ortamına çekecek diğer tedbirler de zaman geçirilmeden alınmalıdır.

■ Gençliğin kitap okuması teşvik edilmelidir.

■ Zararlı davranışlar yerine spor gibi faydalı bir alışkanlık kazandırabilmek için bütün gençlik kuşağının faydalanacağı yeterli spor tesisi yapılmalıdır.

■ Devlet kuruluşları gençliğin meselelerine eğilmeli, iyi yetişmelerini, kendilerini geliştirmelerini sağlamaya çalışmalıdır. [12]Her şeyden önce çalışkan gençlik iyi anlaşılmalı, dertleri dinlenmeli, makinelerin başında yalnız bırakılmamalıdır.

■ Hevesli okul gençliği araştırma çalışmalarına yöneltilmeli, bilgiler, bölgeler, belgeler ve laboratuarlar çekinilmeden onlara açılmalıdır.

Türk toplumunda ana-baba ve yakın çevreye öyle bir eğitim verilmeli ki, genç ve çevrenin terazilerinin kefeleri hep denk olsun…[13]

Günümüzde gençlerin beklenti ve sorunları araştırılırken, genellikle bunlar, zirveye ulaşma, malî açıdan güvenlik, şahsî başarı ve mutluluk gibi “bencil istekler” ile cinsiyet ve günübirlik zevklerden ibaret hayatın alt problemleri olmaktadır. Maddî ve cinsî olanın yüceltilmesi ve genelleştirilerek hayatın esası hâline konulması, çağımız kültürünün bir özelliği olsa gerektir. Maddî ilerleme ve zihnî gelişmenin her şeyin üstünde tutulduğu günümüz toplumlarında gençlerin bütün dikkatleri bu dünyanın mes’elelerine yöneltilmekte, ruhlarında uyanmaya başlayan manevî âlemin sesi artık duyulamaz hâle gelmektedir. Gençlerdeki dinî eğilimleri açığa çıkarmak ve yönlendirmek millî ve insanî temeller üzerine kurulu bir eğitim sisteminin görevidir…

Kuvvetli bir imân ve idealden yoksun olarak yetişme, kişiyi günübirlik ve çılgınca zevklerde tatmin aramaya sürükleyebilir. Gençlerin güçlü hayat enerjileri zihinlerini ve vicdanlarını dolduran bir manevî gücün kontrolünde geliştiği sürece, günümüzde gençler arasında sıkça görülen alkolizm, fuhuş, uyuşturucu kullanma, suçluluk ve anarşi gibi olayların önüne geçmek daha kolaylaşacaktır.[14]

Eğlence her zaman, her yerde ve her yaşta bulunabilir, ama öğrenme ve uzmanlaşmanın ne yazık ki, zamanı, çağı sınırlı ve çok kısıtlıdır. Çocuklarımıza daha küçük yaşlarda, en geç okula başlama çağında kitap okuma zevkini vermek, gençlik çağlarında da onları okumaya teşvik ederek okuma imkânlarını hazırlamak gereklidir.[15]

Gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmak gayreti ve hamlesi içinde olan Türkiye, teknik adamlarının aracılığı ile ilim adamlarından faydalanıp, pratik alanda halkın seviyesini yükseltmek ve onunla bütünleşebilmek için, ilmî seviyeyi düşürmeden, bulundukları şehirleri birer kültür merkezi hâline getirebilen, bir milyon kişiye tam kadrolu 1-2 üniversite düşecek şekilde üniversitesinin sayısını arttırmak zorundadır.[16]

Türkiye’nin tarih ve san’at zenginlikleri ve coğrafyası sebebiyle belli büyük merkezlerde bölge müzelerinin kurulması bir zarurettir.[17]

Çağdaş medeniyet çok karmaşıktır. Çocukları küçük yaştan itibaren bu medeniyete oyuncakla ve çocuk müzeleri vasıtasıyla hazırlamak mümkündür. Bu medeniyete ait her şey çocukların dikkat ve zekâsını geliştirecek şekilde bir oyun, oyuncak veya müze eşyası şekline sokulabilir. Bütün okullara ve şehirlere yayılması için bunların standartlaştırılması da mümkündür. Avrupa, Amerika, Rusya ve Japonya bu işleri çoktan en mükemmel şekilde yapmışlardır. Onları bu konuda örnek alsak kâfidir.[18]

Dünyada pek çok ülkede etnoğrafya müzelerinde oyuncak seksiyonu veya bağımsız oyuncak müzeleri kurulmuştur.

Öncelikle folklorik oyuncaklarımızın tespit edilip, bütün kültürel unsurlarıyla derlenmesinde fayda vardır.[19]

Açık hava müzesi bulunmayan dünyanın sayılı ülkelerinden birisiyiz…

Açık hava müzeleri; çiftlik, mahalle, köy ölçeğinde ev ve çevresindeki yapılarla bütünlük içinde korunmakta, içlerindeki eşyalarla ziyarete açılmaktadır. Açık hava müzelerinde etnoğrafik eserler kullanıldıkları şekilde sergilenmektedir. [20]

Bunca zamandır tiyatronun kitlelere mâl edilemediği, kâğıt fiyatlarının pahalı olması yüzünden kitap, hattâ gazete alıp okumanın güçleştiği, konser salonlarının “sokaktaki adam”a kapılarını yeterince açamadığı ülkemizde halkın kültür seviyesi, kültür ve san’at dünyasına yalnız “paralı”nın ve “aydın”ın lâyık görüldüğü “kapalı devre” kültür politikaları yüzünden daima güdük kalmıştır.[21]

Türkçeye çevirileri Devlet eliyle destekleyip yönlendiren ülkemizde aynı duyarlılığı Türkçe eserlerin yabancı dillere çevirileri konusunda gösterecek bir kültür politikası yoktur.[22]

Milletimizin bir kere Çin, daha sonra da bir Arap-Fars kültür emperyalizmi ile yok olma raddelerine geldiğini, birçok Türk kollarının, millî kültürlerini kaybettikleri için tarihten silindiklerini biliyoruz.

Bugün, bu sefer Batı’dan gelen bir kültür emperyalizminin âşikâr ve sinsi, fakat çok güçlü bir saldırısı karşısındayız. Bu emperyalizm, “taklit edilecek örnek verme”, “en mükemmel şekilde işleme”, “kitle aracı kullanma”, “yankılandırma”, “moda hâline getirme” ve “bütün unsurları ile aşılama” gibi en kahredici silâhlarla saldırmaktadır…

Millî kültürümüzün savunmasını artık sadece kitap ve dergi ile değil, “gör-işit” araçları ile, filmle ve televizyonla yapmak şarttır.[23]

Türkiye’de okullar kültür değil, bilgi vermektedirler. Çoğu kolaylıkla unutulan, yararlı olmayan bilgiler… Türk insanına yıllardır bir hayat görüşü, bir felsefî derinlik, bir san’at yüceliği, yapma ve keşfetme şevki ve bunların hepsinin anası olan sevgi verilmemektedir. [24]

Bugün ilkokul öğrencilerinden yüksek öğrenim gençliğine kadar bütün memleket evlâtlarının, milletimizi millet yapan değerlere ya ilgileri sağlanamamış ya da yeteri kadar bilgi ve beceri kazandırılamamıştır.[25]

Kültür emperyalizmi, güçsüz milletlere altın kâseler içinde zehir sunmaktadır. [26] Bu gerçek hiç unutulmamalıdır.

“Müzeler, bir milletin geçmişini yaşatan kıymetli tarih hazineleridir.” [27] Geçmişin âdetâ aynasıdır.

 

Not: Bu makale, Karapınar’ın Sesi Gazetesi’nin 30 Nisan 1992 tarih ve 10 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.

 

 

Ekrem YAMAN

KARAPINAR KAYMAKAMI

 

 

KAYNAKLAR:

  1. Yeni Hayat Ansiklopedisi, Cilt IV, İstanbul,
  2. A’dan Z’ye Gençler İçin Genel Bilgi Ansiklopedisi,
  3. Yeni Türk Ansiklopedisi, Cilt V, İstanbul, 1985,
  4. Konya İl Yıllığı, 1967,
  5. Konya İl Yıllığı, 1973,
  6. Meydan Larusse, Cilt VI, 1988,
  7. Erezyonu Önleme, Besicilik ve Turizm Şenliği Yayınları Seri No: 1, Konya, 1986,
  8. BİRAND, Hikmet, Karapınar Olayı ve Erezyon, Ankara Üniversitesi Yayınları Seri No: 66, Ankara, 1969.
  9. 1984 Sonrası Konya,
  10. GÜNDÜZ, İbrahim, Bütün Yönleriyle Karapınar, Konya, 1980.

 


[1] Prof. Dr. Emin BİLGİÇ, “Milli Kültür Anlayışı,” Millî Kültür Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1(Ocak 1977), s. (2-3).

[2] Feyzi HALICI, “Tarihimiz, Sanatımız, Kültürümüz,” Millî Kültür Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2(Temmuz 1981), s. 6.

[3] BİLGİÇ, A. g. m., s. (2-3).

[4] Kadir BAKIRCI, “Türk Gençliği,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 50(Eylül 1985), s. 96.

[5] Doç. Dr. Sadık TURAL, “İhtiyaçlarını Duyduğumuz Gençlik Üzerine Bir Konuşma,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 52(Mart 1986), s. (85-87).

[6] Adile AYDA, “Kültür Alanındaki Amacımız ve Planımız,” Millî Kültür Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1(Haziran 1980), s. 78.

[7] Prof. Dr. Amiran Kurtkan BİLGİSEVEN, Türkiye’ye Yönelik Etnik İddialara Dayalı Bölücü Faaliyetler, İstanbul, Bayrak Matbaacılık, 1991, s. 49.

[8] Prof. Dr. Muharrem ERGİN, “Türkiye’yi Bugüne Getiren Tarihî Seyir: Türkiye’nin Meseleleri,” Türk Kültürü Dergisi, Cilt: XXIV, Sayı: 265, s. 310.

[9] ERGİN, A. g. m., Türk Kültürü Dergisi, Cilt: XXIV, Sayı: 266, s. 380.

[10] Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN, Doğu Anadolu’nun Sosyal Yapısı, Azerbaycan Kültür Derneği Yayınları No: 24, Ankara, Yenigün Matbaası, Mart 1987, s. (28-29).

[11] Yılmaz ÖZTUNA, “Kültür Savaşı,” Millî Kültür Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1(Ocak 1977), s. 9.

[12] M. Semih ARICI, “Yarınlarımız, Gençliğimiz ve TRT’miz…,” Yeşilay Dergisi, Sayı: 620(Temmuz 1985), s. (27-28).

[13] Özcan TÜRKMEN, “Gençliğin Eğitimi,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 50(Eylül 1985),s. 83.

[14] Doç. Dr. Hayati HÖKELEKÇİ, “Gençlik ve Din İhtiyacı,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 50(Eylül 1985), s. 89.

[15] E. Albay Mehmet Nurettin KOÇAK, “Gençler ve Kitaplar,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 50(Eylül 1985), s. 93.

[16] Doç Dr. Bilal DİNDAR, “Kültür Merkezleri,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 54(Eylül 1986), s. 29.

[17] Prof. Dr. Emin BİLGİÇ, “Kültür Politikası Üzerine Düşünceler 2,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 4(Nisan 1977), s. 6.

[18] Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, “Çocuk Müzeleri,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 34(1982), s. 1.

[19] Kâmil TOYGAR, “Oyuncak Müzesine Doğru,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 46(Eylül 1984), s. 69.

[20] Yrd. Doç. Dr. Haşim KARPUZ, “Etnoğrafi Eserlerin Müzelere Kazandırılması ve Açık Hava Müzelerinin Kurulması,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 47 Aralık 1984), s. (80-81).

[21] Nevzat YALÇIN, “Sokak Kültürü,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 58(Eylül 1987), s. 34.

[22] Prof. Dr. Gürsel AYTAÇ, “Millî Kültür ve Çeviri Yayınlar,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 44(Mart 1984), s. 20.

[23] Dr. Reha Oğuz TÜRKKAN, “Kültür Emperyalizminin Psikolojik Temeli ve Sızma,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 5(Mayıs 1977), s. 8.

[24] Prof. Dr. Bedri GÜRSOY, “Kültür ve Mizaç,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 5(Mayıs 1977), s. 47

[25] Rıfkı YAZICI, “Millî Kültür Politikamız ve Gençlik,” Millî Kültür Dergisi, Sayı: 57(Mayıs 1987), s. 22.

[26] Prof. Dr. Amiran Kurtkan BİLGİSEVEN, Türkiye’ye Yönelik Etnik İddialara Dayalı Bölücü Faaliyetler, İstanbul, Bayrak Matbaacılık, 1991, s. 25.

[27] Mehmet ÖNDER, “Celal Bayar ve Müze Sevgisi,” Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 283(Kasım 1986), s. 720.