ÇANAKKALE SAVAŞLARINDA ŞEHİT DÜŞEN DARÜLFÜNUN TIBBİYESİ TALEBELERİ HAKKINDA BİRKAÇ NOT

 

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Arslan Terzioğlu’nun yazar Ramazan Eren’e 7.12.2000 tarihinde intikal ettirdiği bilgiye göre, “Birinci Dünya Savaşı’nda Haydarpaşa’daki Dar-ül Fünûn-u Osmanî Tıp Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri I. Dünya Savaşı nedeniyle birliklerine dağıtılmışlar ve Tıbbiye bir yıl kapalı kalmıştı. 1310/1894 doğumlu olanlardan daha yaşlı öğrenciler birliklerine dağıtılırken; bunlardan 3.,4., ve 5. sınıf tıp öğrencileri ile Şam Tıbbiyesi, Eczacı, Dişçi okulları öğrencileri kısmen, Beykoz’da Serviburun, kısmen de Çanakkale, Beylerbeyi, Yeşilyurt İntan Hastalıkları hastaneleri ile değişik birliklere dağıtılmışlardı. Bu tıp öğrencilerine 11 Ekim 1380/1914 tarihli Kanun gereği maaş verilirken, Askerî Tıbbiye ve Tıp Fakültesinden askere alınan son sınıf tıp öğrencileri subay vekili, 4. ve 3. sınıf öğrencileri, başçavuş muavini, 2. ve 1. sınıf öğrencileri de çavuş rütbesinde subay adayı olarak askere alınmışlardı. Ne yazık ki, 1915’te Çanakkale’de şehit düşen bu tıbbiyelilerin sayısı ve isim listesi elde mevcut kaynaklarda belirtilmemiştir.

Çanakkale’de kazanılan zaferden sonra 1915’de kapatılan Tıbbiye, 4 Mart 1916’da öğretime başlamış, cepheden sağ olarak geri gelen tıbbiyeliler Haydarpaşa’daki Dar-ül Fünûn-u Osmanî Tıp Fakültesi’ne dönmüşlerdi. [1]

Çanakkale’ye giden tıbbiyeli öğrencilerimiz 19 Mayıs 1915 savaşlarına katılmış ve kaybımız çok ağır olmuştur. Fakülte bir yıl kapalı kalmış ve 1921’e kadar da mezun verememiştir. 1916’da fakültenin tekrar açılma hazırlıkları başlayınca, eğitim verecek binanın dışı siyaha boyanmıştır.

İstanbul Tıbbiyeli öğrencilerinin içinde bulunduğu 2. Tümen’in 4. ve 5. Alayları Kırmızısırt ve Kanlısırt’ın Kuzey kesiminde birinci hatta 6. Alay merkez gerisinde ihtiyatta bırakılmıştı. 2. Tümen, bu düzen, tertip ve yerleşmeden sonra 5. ve 6. Alaylar cephesinden taarruza geçecekti. 16. ve 5. Tümen birliklerinin yer değişikliğini düşman fark etti. Harp başladı. 2. Tümen’in birlikleri düşman siperlerine kadar yaklaştı, fakat çok ağır kayıplar verdi. Böylece 2. Tümen harbin başında başarı şansının kaybetmiş oluyordu. 2. Tümen gece savaşlarında mevcudunun yarısını şehit vermiş ve yorgun düşmüştü. Bu genç ve askerî eğitimi çok az olan insanların hemen ileri hatlara sürülmesi yerinde bir karar olmamış ve askerî uzmanlarca tenkit konusu olagelmiştir. Gece savaşlarındaki bunca zayiata rağmen 2. Tümen birlikleri 19 Mayıs günü gündüz savaşlarına da sokulmuş, kaybın daha da artmasından öteye gidilememiştir. O kadar ki, bölükler subaysız kalmıştır. 2. Tümen’in Gurup Komutanlığına verdiği raporda beyan edildiği gibi “Artık yapılacak bir şey kalmamıştır. Uğranılan zayiat dayanılır gibi değildir.” [2]

Bunca zayiattan sonra 2. Tümen’den sağ kalanlar geriye çekilmiştir. Tümen subaylarından 24’ü şehit, 54’ü yaralı; askerlerden 1455’i şehit, 2734’ü yaralı olup, toplam kayıp 4767’yi bulmuştur. Tümen’in mevcudu 10.946 kişiydi. Bu savaşlar Kanlısırt ve Kırmızısırt bölgesinde cereyan etmiştir.

Türk tarafının bunca zayiatına karşılık karşı tarafın 600 kadar ölüsü vardı. Başarısızlığın sebebi “Araziyi iyi tanımayan birlikleri ve özellikle bölgeye ilâve güç olarak gelen 1-2 günlük, heyecanlı ve çok genç insanlardan müteşekkil 2. Tümen’i hemen cepheye sürmekten başka bir şey değildi. Bunun yerine, öteki Tümenlerin ANZAK Mevzilerinde gerçekleştirebilecekleri yarmayı ve çevirme harekâtını esaslı bir sıklet merkezi oluşturularak 2. Tümen takviye edilseydi ANZAK savunması sarsılabilirdi. Belki de sonuca varabilirdik.

Liman von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl isimli hatırâtının 98. sayfasında bu konuda bakın ne diyor:

“10 Mayıs’ta gayet iyi yetiştirilmiş 2. Tümen İstanbul’dan gelince Arıburnu’nun gerisine sevk ettim. Niyetim bu Tümenle düşmanı hiç değilse bu sahilden uzaklaştırmaktı. 18-19 Mayıs gecesi 2. Tümen düşman hattının merkezine gerçekten kahramanca bir taarruza girişti ve ilk düşman hattını ele geçirdi, ikinci hatta kadar da ilerledi. Fakat İngilizlerin yakın muharebe vasıtaları ve ihtiyatları o kadar kuvvetliydi ki, kesin bir sonuç elde edilemedi. İki tarafın da zayiatı çok büyüktü. Bizim kahraman 2. Tümen’in zayiatı 9000 ölü ve yaralıydı. İngiliz Generali bunun üzerine ölülerin gömülebilmesi için geçici bir ateşkes teklif etti. 23 Mayıs’ta anlaşmaya varıldı ve Çanakkale kara muharebelerinde biricik fasıla böylece meydana geldi.

Bahis konusu bu taarruzun tarafımdan işlenmiş bir hata olduğunu kabul eylerim. Bu hatayı düşman kuvvetini iyi takdir edememekle ve elimizdeki az topçu kuvvetiyle ve çok sınırlı cephaneyle bu işi başaramayacağımızı önceden hesaplayamamakla işledim.”

Bu acı itiraf bir ölçüde takdir ve tebrik edilse de yine de insana “Özrü kabahatinden büyük” deyimimizi hatırlatıyor.

Frank Kinght’in “Çanakkale Savaşı” isimli eserinde beyan ettiğine göre, Esat Paşa kuvvetlerini Merkez Tepe Batısına yığmak istemiş ve bu cepheden saldırıya geçerek ANZAK’ları ikiye bölüp, 12-13.000 kişiyi 50.000’e yakın Türk askeriyle denize dökmeyi plânlamıştır. Ordu Komutanı Sanders, Esat Paşa’nın bu bölgede sıklet merkezi tesis etmek şeklindeki makûl ve gerçekçi teklifini reddederek bütün cephe boyunca taarruz etmesini emretmişti. Böylece bir inat yüzünden 5-6 saat gibi kısa bir zaman zarfında 10.000’e yakın şehit verilmiştir.

Çanakkale Savaşlarının, acısını hâlâ çektiğimiz ve Türk Milleti’ni gelecek asırlara taşıyacak bir münevver kıyımına sebep olması da bizim için şanssızlık olmuştur. Burada şehit olan gençlerimizi İngilizler “Çiçeğin tomurcuğu” ve “Vakti gelmeden solan gül goncası“na benzetmişlerdir. Yani Çanakkale Savaşları Türk Milleti’nin geleceğini yiyip bitirmiştir. Başka bir ifade ile Türkiye’de yoğurdun kaymağı teşekkül etmemekte ve hâlâ adam kıtlığı çekmekteyiz.

Çanakkale’de deniz sanki şöyle seslenir gibidir: “Ey şehit oğlu şehit! Gül, gül açılan yaralarla bezenmiş bedenin bu topraklarda bulundukça daha hiçbir düşman vatanına yan gözle bakamayacak. Bu topraklarda dalgalanan hilâlin bir ucuna dahi zarar gelmeyecek ve evlâtların seni hiç unutmayacak!

LİMAN VON SANDERS’ İN YAPTIĞI TAKTİK HATASI MI ALMAN SİNSİLİĞİ Mİ?

Sanders, değiştirdiği savunma plânıyla, Gelibolu Yarımadası’nı, üzerine arıların üşüşmesini sağlayacak bir bal peteğine çevirmiştir. Karşılığında yarım milyon İngiliz, Fransız askerini bu petekte tutmuştur, ama bunun bedelini Türk’e kanıyla ödetmiştir. İncelemelerim sonucunda ulaştığım kesin kanaat odur ki, Türklerin hazırladığı savunma plânıyla muharebeye girilseydi Çanakkale Muharebeleri birinci gününde zaferimizle sonuçlanırdı. Böyle olunca da Suriye-Filistin ile Irak cephelerinden kuvvet çekmeye, Kafkas cephesinin aleyhine tertipler almaya ihtiyaç kalmaz ve bu cephelerdeki kuvvetler zayıflatılmamış olurdu. En önemlisi, on kere Türk Kurtuluş Savaşı yapacak sayıda insan zayiatı verilmemiş olurdu.

Türk zayiatının İngilizlerinkini korkunç bir derecede aşması, komuta hatasından veyahut İngiliz askerinin daha iyi eğitim görmüş olmasından değil, belki düşmanın vasıta itibariyle son derece üstün bulunmasından ileri geliyordu. Türk ordusu, düşmanın ağır harp silâh üstünlüğünü kıymetli insan malzemesi ve daha fazla kanla dengelemeye mecbur olmuştur.[3]

Dr. Carl Mülhmann böyle diyor, ama bu açıklama harekâtı inceleyenleri tatmin etmiyor. Çünkü Türk’ün aşırı zayiat vermesinin esas nedeni; Liman Paşa’nın maksatlı olarak savunma plânını değiştirerek düşmanın kıyıya çıkmasına imkân vermesi ve sonrasında Alman tümen ve kolordu komutanlarının hiçbir taktik esasla bağdaşmaz şekilde, olur olmaz, gece gündüz, hiç ara vermeden karşı taarruz yaptırması idi. Bu karşı taarruzlar düşman makineli tüfeklerinin biçici ateşlerine karşı yapıldı. Her bir karşı taarruz 5-10 bin Türk’ü alıp götürdü.

Çanakkale’de taarruz eden düşman olmasına rağmen, biz düşmandan 4-5 misli fazla taarruz ettik. Zayiatı artıran budur.

Mülhmann’ın kitabının sonunda da İstanbul ve Çanakkale’yi kurtaranın kim olduğunu görüyoruz. Mülhmann’a göre, “Zayiatın korkunç miktarı ve çeşitli kademelerden, aşırı zayiat askerin biraz geri alınması hususundaki teklifler onu yanıltmamış, bir karış yeri kendiliğinden vermemek esasında direnmiştir. İstanbul ve Çanakkale’yi kurtaran her şeyden önce (Sanders’in) bu çelik iradesi olmuştur.” [4]

I. Dünya Savaşı’nda Türk Genelkurmay Başkanlığı da (25 Kasım 1917’den itibaren) yapmış olan Alman Generali von Seeckt tarafından 4 Kasım 1918’de yazılan “1918 Sonbaharında Türkiye’nin Çöküş Nedeni” başlıklı raporda, zafer üzerine şunlar yazılmış ve bir bakıma yukarıdaki iddiaya cevap verilmiştir:

(…) Zamanın gazetecileri Çanakkale savunmasını O’nun (Sanders) hesabına kaydettiler. İnatçı bir taarruza karşı inatla savunarak görevini yapmış olduğu inkâr edilemez; fakat ilk düşüncelerinde aynı şekilde inatla ısrar ederek gerçek zaferi kaçırdı. Askerî sevk ve idaredeki yeteneksizliğine rağmen, beraber çalıştığı herkese karşı duyduğu hastalık halindeki güvensizlik ve uzman Alman yardımı, nihayet Türk Ordusuna başarı kazandırdı ama Çanakkale Muharebesinin yarattığı harabelerin içinde.[5]

Buradan da anlaşıldığı gibi Liman Paşa İstanbul’u kurtaran kahraman değil, 5’nci Türk Ordusunu bir bakıma imha ettiren komutandır. İcraatı incelendiğinde bu çok açık olarak ortaya çıkmaktadır.

Çanakkale muharebelerinde zaferi, taktik başarılar kazandırmıştır. Çünkü muharebelerde ne stratejik harekât, ne de stratejik sevk ve idare söz konusudur. Harekât, kolordu ve daha aşağı kademelerdeki komutanların sevk ve idaresiyle yönetilmiştir. Ordu Komutanının dahi harekâtın sonucunu etkileyecek müdahalesi olmamıştır. Çanakkale’de stratejik kararları gerektirecek durumlar yaşanmamıştır. Taktik seviyedeki başarıların toplamı stratejik sonuçlar doğurmuştur. Hazırlıklarda kayda değer katkısı olan ve savunma taktiğini belirleyen Amiral von Usedom, 18 Mart günü bölgede değildir. Hattâ Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Paşa da yoktur; ki, asıl komutan kendisidir. Sabahleyin, Mülhmann Bolayır’daki mevzileri görmek üzere Gelibolu’ya geçmiştir. Muharebeyi Kurmay Başkanı Yarbay Selahattin Adil yönetir, Amiral Merten de Kurmay Başkanının yanında bulunur. Dolayısıyla 18 Mart, Türk yönetiminde icra edilmiştir. Muharebeye katılanlar da üzerlerine düşeni hakkıyla yapmışlardır.

25 Nisan öncesi Sanders Paşa, 9. Tümen Komutanı Sami Paşa’ya 26. Alayın tamamını Ertuğrul ve Teke koylarına yığdırıp, 25. Alayı Zığındere ve İkizkoy Burnu’nda toplanmalarını sağlayıp ve bu noktalardan düşmanın karaya çıkamayacağını ve Weber Paşa emrindeki bir alayı da Morto Koyu’nun müdafaası ile yedeğe aldırabilseydi ve Arıburnu’nda ise Albay Mustafa Kemal’e 77. ve 72. Alaylar yedekte ve 27. ve 57. Alaylarla ANZAK’ların boğulacağını ve 7. Tümen ile de Mustafa Kemal’in yedeğini takviye ettirebilseydi, 25 Nisan kara savaşları da 18 Mart gibi bir günde biter ve her iki taraftan da bu kadar genç insan harcanmazdı.

Not: Bu makale, İleti Dergisi’nin Ağustos 2003 tarih ve 84 no.lu nüshasının 9-12. sayfaları arasında, Ayyıldız Gazetesi’nin 09.04.2008 tarih ve 1189 sayılı nüshasında yayımlanmıştır. www.ayyildizgazetesi.com

 

Ekrem YAMAN

Mersin Vali Yardımcısı


[1] General Kemal ÖZBEY, Türk Askerî Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri, C. 2, İstanbul, 1976, s. (120-121).

[2] Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, Çanakkale Cephesi, C. 5, 2. Kitap, s. (197-209).

[3]  Dr. Carl MÜLHMANN, Çanakkale Muharebesi, 1915, Çev: Mehmet Cemal, Kastamonu, 1933, s. (111-112).

[4] MÜLHMANN, A.g.e., s. 181.

[5] Jehuda L. WALLACH, Bir Askerî Yardımın Anatomisi, Çev. Em. Tuğg. Fahri ÇELİKER, Gnkur. Yayını, Ankara, 1985, s. 250.